İktibas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İktibas etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2021 Cuma



“Büyüklerle ben yapamıyorum

çocuklar da almıyor beni oyunlarına

devlet dairesinde

yangından kurtarılmayacak

sıkışmış bir çekmece gibiyim

açılamıyorum sana”

Sunay AKIN – Çekmece

24 Kasım 2016 Perşembe

...



Yaz vaktiydi, sen gittin, ben kaldım.
Gözümden kırk pınar kan aktı, ben ağladım.

Yaz vaktiydi, sen gittin, ben kaldım.
Gözümden kırk pınar kan gitti, ben ağladım.

Kılamlar söylüyorum ardınsıra, pepug gibi ötüyorum dertleri.
Kılamlar söylüyorum ardınsıra, pepug gibi ötüyorum dertleri.
Yıldızlar dile gel(di)yor, seni konuşuyorlar bana.
Yıldızlar dile gel(di)yor, seni konuşuyorlar bana.
Artık senden başka, kime söyleyeyim dertlerimi.
Artık senden başka, kime söyleyeyim dertlerimi.
Ben de hal kalmamış ki insana söyleyeyim dertlerimi.
Yüzünü animsiyorum, dünya karanlık olup gidiyor bana.

Ben de hal kalmamış ki insana söyleyeyim dertlerimi.
Güneş şavkıyor, alacakaranlıkta, şu dağların ardından.
Ben de hal kalmamış ki insana söyleyeyim dertlerimi.
Şu dağlarda dolanıyorum, yabana atmışım kendimi.
Kuşların şahitliğinde sana söyliyeyim şarkılarımı.
Artık senden başka, kime söyleyeyim dertlerimi.
Sana söyliyeyim şarkılarımı.
Artık senden başka, kime söyleyeyim dertlerimi.
Ben de hal kalmamış ki insana söyleyeyim dertlerimi.

Kuşların şahitliğinde.
Sana söyliyeyim şarkılarımı.

22 Kasım 2016 Salı

Yaşamak'dan Altını Çizdiğim Satırlar


’ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor.’ 

’ve o zaman daha önce hiç bu kadar büyüğünü görmediğimi düşündüm: yalnızlığın.’ 

’ve anlıyorum ki durmuştur. ruh akmamaktadır bu koca medeniyetin içinde.’ 

’bizi bilmediğimiz bir nedenle bırakıp gitmiş olan babamızın anamızın dilinde, ’yine de babanızdır nerede bulsanız sarılın ellerine’ diye yankılanışı’ 

’bütün bir alman ulusu bira taşıyan devasa bir arabanın kadanaları gibi şişmiş gerilmiş patlamak üzere.’ 

’bindokuz yüz yetmiş yılında ben nerdeyim.’ 

’pencereden bakınca toprak ve ağaç görünmeli.’ 

’bir kalbiniz vardır, onu tanıyınız.’ 

’şimdi kildiğin bütün namazlari yeniden kilmak istiyorsun.’ 

’diyorum ki herşeye rağmen insan mühimdir.’ 

’görebildiğim kadar dağ görmek istiyorum.’ 

’işte yine aynı hayretin elindeyim. o demir kütle pistte hızlanınca bende de birşeyler ağırlaşmaya başlıyor, o hayret ağırlaşmaya başlıyor. hızlanıyor, ve hızlanıyor, gövdenin ucu yekinip, arka tekerlekler üzerinde gidilen birkaç saniyelik görünüş ve nihayet onların da yerden kesildiği ve koca gövdenin yerden sadece bir iki parmak havalandığı an, yüzlerce tecrübeme rağmen, ’işte bir kere daha oluyor, işte bir kere daha oluyor, işte bir kere daha oluyor’ diye içimin inleyen cümlesini o kısa zaman içinde felaket bir süratle tekrarlayarak içimin hayretini, onun dalgalanışını yatıştırmaya çalışıyorum’. 

’çalışmayı sevmiyorum. serbest bir böcek olmak, kırlarda diğer böceklerle gezinirken doymak, barınmak ve giyinmek istiyorum.’ 

’bilmediğim bir şey sarıyor beni. içimden başka bir insan çıkıyor. bana yayılıyor.’ 

’ama kişi kendi duygularının çeperlerine kadar doldurduğu bir dolabın içinde ne yana kaçabilir.’ 

’dokunup sevdiklerimizi götürüp beş on kürek toprağın altına bırakıyoruz, geçirdiğimiz zamanlar bir elbise gibi sırtımızda duruyor.’ 

’ankaralılar, esintisiz adamlar, geceleri terlerini soyunup, sabahları terlerini sırtlarına geçiren, ölü, şiş, sarı ve sanki murdar ankara.’ 

’ve gördük ki mekan değildir zamandır önemli olan ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan ve o dahi değildir kalb olmadıkça.’ 

’yararsız bir bez parçasını bütün gün boynumuza asıp niçin gezdiriyoruz.’ 

’ve yavuz sultan selim’in bıraktığı gibi duran müslümanlar.’ 

Bu Ülke'den Altını Çizdiğim Satırlar


"12 aralık’ta doğan çocuk itilmiş, kakılmış; düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. daima başka, daima yabancı... hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh..." 

"düşman bir çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. yani düşünceye ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyorum. yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundaydım..." 

"hafızasında iz bırakan en eski yıllarda, sadece itildiğini, istenmediğini, dövüldüğünü hatırlıyor... yabancıydı... oynamadı, çocuk olmadı, içine ve kitaplara kapandı..." 

"ben bir taşralı tecessüsüyle sürüklendiğim o gürültülü dünyadan, kitapların asude inzivasına iltica ettim..." 

"kitap bir limandı benim için. kitaplarda yaşadım. ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. kitap benim has bahçemdi. hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı..." 

"ben putperest değilim, kitaba tapmıyorum; içindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe, içindeki tanrı çekiyor beni..." 

"bazen bir kuyuya benziyor hayat; kör, pis, zehirli bir kuyuya. boğuluyorum, ölüme koşacak mecalim kalmıyor, kimseyi görmüyor gözüm. sevdiklerim yabancılaşıyor. kitaplar tuğla oluyor birden. dostlarımın sesini tanımıyorum. varlığım bir tele asılıyor. bir kabus bu, bir hastalık. gözlerimi kaybettikten sonra bu kuyuya sık sık düştüm... istediğini yapamamak, sakatlığımdan doğan bir aciz... acıları da aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var... aczime tahammül edemiyorum... bugün işimden kovulabilirim. ve hiçbir iş yapamam. bu, hayatımın perde arkasındaki ardı arkası kesilmeyen uğultu." 

"kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışma kısır kalmağa mahkum..." 

"daniel de foe’den: hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. bir adamın ’benden başka herkes aldanıyor’ demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın..." 

"büyük nazımların çoğu, nesirde de büyüktürler. genç nasirler, nazmın tezhibinden geçseler şüphesiz ki, üslupları daha derli toplu, daha tannan, daha ölçülü olurdu." 

"izmler, idrakimize giydirilen deli gömlekleri. itibarları menşe’lerinden geliyor. hepsi avrupalı." 

"bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve türkiye’nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek, işte, en doğru yol." 

"vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır." 

"kitap ve gazete... biri zamanın dışındadır, öteki ’an’ın kendisi... kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. gazete okununca biter..." 

"derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır." 

"okumak, iki ruh arasında aşıkane bir mülakattır." 

"kitap denen uçsuz bucaksız okyanusta daima yeni keşifler yapmak kabil. hangimizin irfanı, o sonsuz ’belki’yle boy ölçüşebilir?" 

"nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz. ideolojilere ve kelimelere..." 

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Dünya senden olmayanlarla hoştur.


"Dünya senden olmayanlarla hoştur. Onların sana verdiği ilimlerle, kıymetlerle, gönüllerle hoştur. Sadece senin gibiler değil, senden olmayan da çok yaşasın ki, sen de yaşa… Hele bir de onun gözünde gör şu fani dünyayı… Herkes beyaz olsa o zaman beyazı fark edemezsin ki değil mi? Veyahut da siyah… Beyaz en güzel siyahta belli eder kendini… Beni ben yapan yegâne şey, benden olmayandır. O yoksa sen de yoksun… Ne anlamı kalır, ne rengin belli olur. ne de tadın."

"Hükümet Kadın" filminden...

6 Mart 2015 Cuma

Arınma Vakti : "Bahça Duvarından Aştım"



Muharrem Ertaş : Fazla otantik.




Kardeş Türküler : Fazla protest.



Şevval Sam : Fazla neşeli. Asla şikayetim yok.



Kubat : Fazla çığırtkan.


Turgay Başyayla : Fazla modern.



Eda : Fazla arabesk.



Zara : Fazla prozodi. Hayal kırıklığı.



Feryal Öney : Fazla erkeksi.



Gülşen Kutlu : Fazla ince.



Sevcan Orhan : Fazla dominant.



Parafonia Choir : Fazla abes.


***

Hepsinin diline, yüreğine sağlık. Ancak yiğidin hakkını verelim. 


Ve Neşet Ertaş : Budur!


Hüseyin Cem ÇÖL
23 Aralık 2012 - Pelitli 

19 Kasım 2014 Çarşamba

...


- Bir şapkayı beğenince onu kafana çakıyor musun?
- Yani?
- Evlenme.

Murat MENTEŞ
"Korkma Ben Varım"
İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s.378.

13 Kasım 2014 Perşembe

Gençleri Suçlamak Kolay.


Sağda-solda duyuyoruz: Gençleri kitap okumamakla, hayatı sosyal medyadan ibaret sanmakla, dizi dünyasında yaşamakla, içerikten çok şekle ve gaza önem vermekle, dar kafalılıkla, selfie narsisizmiyle ve bencillikle suçlayanlar var.

Bu suçlamalara iki nedenle katılmıyorum. Birincisi, gençleri suçlamak yaşlılık belirtisidir, bu da hiç işime gelmez.

İkincisi, böyle olmayan pek çok genç var. Hatta aslında günümüz dünyasında onların hâlâ varolması bence daha acayip.

Sosyal ve klasik medya insanı korkuyla doldurup ruh sağlığını bozmak için birbiriyle yarışan görüntüler, sesler ve cümlelerle dolu. Nefret söylemi her mahallede paçalardan akıyor. Gelecek belirsiz, şiddet porrnografik düzeyde, maneviyat yok olmuş. Artık tek önemli şey hız ve para.

Ve böyle bir dünyada hâlâ pek çok genç kitap okuyor, okuduğunu anlıyor, diziler dışındaki sanatla ilgileniyor, ağaçlara sahip çıkıyor, içeriğe önem veriyor, empati yapıyor ve başkalarının mutluluğuyla mutlu oluyor… Şu acayipliğe bakar mısınız?

Şahsen her gün şaşırıyor ve şükrediyorum. Herkese de tavsiye ederim. İnanın, insana gençleri suçlamaktan çok daha iyi geliyor!

TUNA KİREMİTÇİ

11 Kasım 2014 Salı

Yaşım Kırk.



"Yaşım kırk. İnsan ömrünün en kötü çağı bu. Arzulayabilmek için henüz genç, arzuladıklarımızı gerçekleştirmek içinse yaşlanmış sayılırız."


Meşa SELİMOVİÇ
"Derviş ve Ölüm" 
Timaş Yayınevi, İstanbul, 2013, s.20

27 Ekim 2014 Pazartesi

Hayat Boş… Lakin Şurası da Var...


“İnsanoğlunu sonsuz bir uçurum üstüne ayağını koyacak kadar orada yaşamaya mahkum edin; yağmur altında, karda kışta, o acı içinde, açlıkla yoklukla yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir.”


DOSTOYEVSKİ

21 Ekim 2014 Salı

Ahmet Davutoğlu : KENDİNİZİ YENİLEYİN

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, araştırmayla kendini yenilemeyen bir eğitimcinin bir müddet sonra makineleşeceğini savunarak, iPhone örneği verdi. Davutoğlu, “iPhone 1 nesli ile iPhone 5 nesli farklılaşıyor. Ona intibak eden çocuklar da farklılaşıyor. Şu anda teknoloji kullanımı ve bilgi kullanımı itibarıyla nesil değişimi artık 30 yıl değil, 5 yıldır, 3 yıldır bazen. O zaman öğretim üyesinin de kendisini yenilemesi lazım” dedi.

Davutoğlu, Yükseköğretim Akademik Arşiv Projesi tanıtım toplantısında özetle şunları söyledi:

AMACIMIZ GÜVENCE VERMEK
Öğretim üyelerinin özlük haklarını diğer muadillerle eşit noktaya getirdik. Mesleğe başlayan araştırma görevlileri ile genç diplomatlar ya da kamudaki uzman yardımcılarının maaşları arasında ciddi farklar oluyor. O zaman öğretim üyeliği teşvik edilmemiş oluyor. Yaptığımız düzenleme aslında bu farkı gidererek, hayata atılma düşüncesindeki genç mezunlara, ‘Akademisyenlik size asgari hayat şartlarını sağlar’ güvencesini vermek. Bunu vermezsek, bu açtığımız üniversiteler mekan olarak bulunur ama öğretim kalitesi itibarıyla gelişmez.

EĞİTİM MAKİNESİNE DÖNMEYİN
Öğretim üyelerinin, akademik eğitim ile akademik araştırma arasındaki dengeyi muhafaza etmeleri gerekiyor. Bazı öğretim üyeleri, zamanla eğitim makineleri haline dönüşmüş. Yani, okuyor, mezun oluyor, doktorayı yapıyor, ondan sonra aynı dersi yıllarca vererek, binlerce öğrenciye tekrar tekrar aynı konuyu anlatan bir öğretim üyesi haline dönüşüyor. Araştırmayla kendini yenilemeyen bir eğitimci, bir müddet sonra makineleşir. Artık 3-5 yılda nesil değişiyor. iPhone 1 nesli ile IPhone 5 nesli farklılaşıyor. Ona intibak eden çocuklar da farklılaşıyor. Şu anda teknoloji kullanımı ve bilgi kullanımı itibarıyla nesil değişimi artık 30 yıl değil, 5 yıldır, 3 yıldır bazen. O zaman öğretim üyesinin de kendisini yenilemesi lazım.

ÜNİVERSİTE RAHATSIZ OLMALI
Üniversitelerimiz tek tipe, tek düşünceye, tek ekole, tek gruba ait üniversiteler olarak görülemez. Bazen ıstırap duyuyorum, ‘O üniversitemiz, şu gruba yakın’, ‘Şu üniversite mi, bu düşünceye yakın’... Üniversite dediğiniz şey farklının olduğu yerdir. Eğer doktorayı bitirenler, ‘Şu üniversitede bana yakın, benim anlayışıma, siyasi düşünceme, ideolojime, grubuma yakın birileri var. Oraya gideyim’ demişse, böyle bir düşünceyle öğretim üyeliğine başlıyorsa, bu ilmi tecessüsten yoksun demektir. Rahat etmek istiyor. Aksine, biz üniversitelerimizin her bir bölümünü insanları rahatsız eden yerler haline getirmek durumundayız. Öyle farklı fikirler olacak ki rahatsız olacak, uykusu kaçacak. Ertesi gün cevap yetiştirmek zorunda olduğu, tam karşıt görüşten biri olacak ki gece bir şey okusun. Zaten birbirini yakın tanıyan ve birbirinin adamı, ferdi gibi görülen bir üniversite, üniversite değildir.

KENDİM DE YAŞADIM
Fikir özgürlüğünü kendi aramızda kuramazsak, siyasetten bunu bekleyemeyiz. Ben kendim bunu yaşamış birisi olarak söylüyorum. Bir üniversite rektörüne gittiğimde Allah rahmet eylesin, vefat etti bölüm başkanı, bana şunu söyledi; ‘Siz çok değişik alanlarda yazılar yazmışsınız, ürünler vermişsiniz, biz ihtisasa önem veriyoruz.’ Dedim ki, ‘Hocam, madem bana meydan okudunuz, ben de size meydan okuyorum. Sizin, mesela siyaset teorisi hocanızı biliyorum. Benim makalemi alın, onun makalesiyle üçüncü bir hakeme gönderin. Balkanlar uzmanınızı biliyorum, benim makalemi alın, onun makalesiyle üçüncü bir hocaya gönderin. Ortadoğu uzmanınızı biliyorum, benim makalemle onun makalesini alın, gönderin. Eğer bir tanesinden benim daha zayıf olduğum sonucu çıkarsa, ben özür dileyeceğim. Hepsinden eğer bu makale daha güçlü gelirse, sizin bir özür borcunuz olur’ dedim. Hâlâ zihnimde kazınmış, hani maalesef bir anlayışı yansıtan sözü zihnimde kalmış. Dedi ki, ‘Ahmet Bey, uzun lafın kısası, biz burada bir ekibiz. Sizin bu ekibe uyum gösteremeyeceğinizi düşünüyoruz.’ İşte benim görmek istemediğim bölüm bu.

HAKARET EDİLMESİN DİYE EŞİMİ KAPIDA BEKLEDİM
28 Şubat’ta neler yaşandığını herkes biliyor. Ben bir profesör olarak, eşimin ihtisas imtihanında içeride hakaret edilmesin diye kapısında bekledim. Artık bunları geride bırakmamız lazım. Hiç kimsenin tahkir edilmediği, dışlanmadığı, herkesin kendi fikrini, ideolojileştirmeden, dogmatik bir hale dönüştürmeden savunabildiği, üniversite amfilerini propaganda mekanı değil ama her türlü fikrin serbestçe tartışılabildiği mekanlar haline getirme sorumluluğuna sahiptir öğretim üyelerimiz.

Hürriyet - 21.10.2014 Salı. 

20 Ekim 2014 Pazartesi

Ya ?



"Dünyanın anlamını bir yerlerden öğreniyor ve saflıkla şu ya da bu şekilde inanıyoruz ona. Eşyalar ve insanlar, olaylar ve topoğrafya, ya başka bir anlama işaret ediyorsa?"


ORHAN PAMUK 

11 Haziran 2014 Çarşamba

Tarih-i Kadim


(...)

İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
"Ne bileyim? " diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım "yok" la "var" ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
- her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

(...)

TEVFİK FİKRET

28 Mart 2014 Cuma

İlk


"Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur."

Mustafa Kemal ATATÜRK (1933)

16 Şubat 2014 Pazar