Kitap Denizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap Denizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2014 Cumartesi

"Erken Kaybedenler" : Kaybediş (!) Ergenlikte Başlar

















Bazı kitaplar insanı en derin, en sahici, en sıcak yerinden kavrar, sımsıkı tutar. Öyle ki, kitabın içindeyken, başka bir aleme geçiş yaptığınızı hissedersiniz. O alem size hüzün de verebilir, sizi mutlu da edebilir; hüzün de verse, mutlu da etse yüzünüze yerleşen tatlı tebessüm kitap bitene kadar size eşlik eder. Yazar başarmıştır; sizi yaşadığınız dünyadan çekip almış, kendi anlattığı hikayenin içine katmıştır.

Emrah Serbes’in “Ergen Kaybedenler” kitabını bu ayın başında-akşamüzeri-yorgun bir ders çıkışında-Rize’de satın almıştım. Rastgele bir satın alıştı, hatta alıyordum ama okumak isteyeceğimden bile emin değildim. Yolda gelirken kitaba bakamadım. Akşam yemeğinden sonra bir daha elime aldım ve geceyarısı bitirene kadar da elimden bırakamadım.

Bir kitaba dair izlenimleri, hemen sıcağı sıcağına yazmak lazım. Neden bilmem, okuduğum bu kitaba dair izlenimlerimi yazmak istemedim. Bittikten sonra “ilk anlarda” bu yazıyı yazacak olsaydım, hem uzun, hem daha doyurucu bir aktarım olabilirdi. EP’nin dediği gibi az vakte rağmen çok iyi kitaplar okudum. ama gelip size anlatmayınca sanki hep biraz eksik okumaydı. kitap hakkında düşüncelerim zihnimde kendi etrafında dönüp dönüp, bir girdaptan kaybolup gittiler. EP ?

***

Kitap önermek hiç sevmediğim bir iştir, lakin şimdi yeridir: Biz erkeklerin neden bu kadar şapşal olduklarını anlamak istiyorsanız, Emrah Serbes’in “Erken Kaybedenler” kitabını okuyun derim. Ben okudum, hatta arka arkaya iki kez okudum, şapşallığımı daha çok sevdim, iç barışımı tamamlayacak eksik parçayı bulduğumu hissettim, içimde uyuyan geçmişimin tortusu üzerindeki örtüyü kaldırdım, kendi gerçeğimle korkmadan hatta ne korkması tebessüm ederek yüzleştim. 

Şimdi ben biraz daha “insan” oldum.

Hüseyin Cem ÇÖL
15 Şubat 2014 – H 309

25 Ocak 2014 Cumartesi

“Nur” : Hadi Arayalım, Belki Buluruz…
















Hayat; içimizdeki iyiyi ortaya çıkarma, içimizdeki iyinin içinde kaybolma ve böylece içimizdeki kötüye hakim olma çabası. Bu çabanın içinde evvela iyi’nin (ve kötü’nün) ne olduğunun arayışı gizli. Çünkü iyi ve kötü içiçedir ve aslında bütün uğraş iyiyi kötüden ayırdetmekten ibarettir. O yüzden hayatın ana rengi gridir.

Mustafa Kutlu işte bu çabanın ve arayışın en sade, en yalın, en süssüz ve en samimi tanıklarından. Biz de onun tanıklığına tanıklık ediyoruz her çıkan eserini bir oturuşta hatmederek. Karda temiz izler bırakanları takip etmekten başka bir iş gelmiyor elimizden.

Daha çok güz başında, bazen de yaz ortasında görmeye alıştığımız Mustafa Kutlu, bu kez sevenlerini şaşırtarak kışın ortasında çıkageldi “Nur”la. Nur, evvela saf bir karakter ve dolayısıyla arayışında samimi. Etraf, bu arayışı kendi iktidarlarına ve menfaatlerine alet etmek isteyen sırtlanlarla çevrili: Siyasi partiler, cemaatler, yayınevleri, şirketler, önderler, şeyhler, tarikatlar, kitaplar, en çok da kitaplar… Onlara dokunmadan yolda yürümek mümkün değil. Her dokunuş menzile ulaşmaya çabalarken ruhta bir yara açıyor. Ve bu yolculukta en çok yara alanlar, en saf ve samimi olanlar. Fakat elden ne gelir, yaralanmak da, yolun ve yolculuğun olmazsa olmaz bir parçası.

“Nur”u okurken, kendimi fazlasıyla Yeşilçam kokan bir havayı koklarken bulduğumu da inkar edemem. İnsanların iyi ve kötü diye ikiye ayrıldığı, naif bir zaman diliminde geçiyor hikaye. 2014 olmadığı kesin. Belki seksenler, muhtemelen yetmişler… Henüz tüketim çılgınlığının insanları esir almadığı ve en önemlisi iktidarda değil muhalefette olunan dönemler… Galiba iktidara gelmek, arayış çabasını da baltaladı bu kesimde. İktidar hep ana hedef olarak sunulunca, aranılan bulundu sanıldı ve çaba da bitti.

Bu bahsi uzatmak mümkün. Fakat ben, aklıma gelen her şeyi yazacak kadar cesur biri değilim.

Hüseyin Cem ÇÖL
25 Ocak 2014 – H 309

21 Ekim 2013 Pazartesi