Hayat; içimizdeki iyiyi ortaya
çıkarma, içimizdeki iyinin içinde kaybolma ve böylece içimizdeki kötüye hakim
olma çabası. Bu çabanın içinde evvela iyi’nin (ve kötü’nün) ne olduğunun
arayışı gizli. Çünkü iyi ve kötü içiçedir ve aslında bütün uğraş iyiyi kötüden
ayırdetmekten ibarettir. O yüzden hayatın ana rengi gridir.
Mustafa Kutlu işte bu çabanın ve
arayışın en sade, en yalın, en süssüz ve en samimi tanıklarından. Biz de onun tanıklığına tanıklık
ediyoruz her çıkan eserini bir oturuşta hatmederek. Karda temiz izler
bırakanları takip etmekten başka bir iş gelmiyor elimizden.
Daha çok güz başında, bazen de yaz
ortasında görmeye alıştığımız Mustafa Kutlu, bu kez sevenlerini şaşırtarak kışın
ortasında çıkageldi “Nur”la. Nur, evvela saf bir karakter ve dolayısıyla arayışında
samimi. Etraf, bu arayışı kendi iktidarlarına ve menfaatlerine alet etmek
isteyen sırtlanlarla çevrili: Siyasi partiler, cemaatler, yayınevleri, şirketler,
önderler, şeyhler, tarikatlar, kitaplar, en çok da kitaplar… Onlara dokunmadan
yolda yürümek mümkün değil. Her dokunuş menzile ulaşmaya çabalarken ruhta bir
yara açıyor. Ve bu yolculukta en çok yara alanlar, en saf ve samimi olanlar.
Fakat elden ne gelir, yaralanmak da, yolun ve yolculuğun olmazsa olmaz bir
parçası.
“Nur”u okurken, kendimi fazlasıyla
Yeşilçam kokan bir havayı koklarken bulduğumu da inkar edemem. İnsanların iyi
ve kötü diye ikiye ayrıldığı, naif bir zaman diliminde geçiyor hikaye. 2014
olmadığı kesin. Belki seksenler, muhtemelen yetmişler… Henüz tüketim
çılgınlığının insanları esir almadığı ve en önemlisi iktidarda değil muhalefette
olunan dönemler… Galiba iktidara gelmek, arayış çabasını da baltaladı bu
kesimde. İktidar hep ana hedef olarak sunulunca, aranılan bulundu sanıldı ve çaba
da bitti.
Bu bahsi uzatmak mümkün. Fakat ben, aklıma
gelen her şeyi yazacak kadar cesur biri değilim.
Hüseyin
Cem ÇÖL
25 Ocak
2014 – H 309
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder