Bazı kitaplar insanı en derin, en sahici, en sıcak
yerinden kavrar, sımsıkı tutar. Öyle ki, kitabın içindeyken, başka bir aleme
geçiş yaptığınızı hissedersiniz. O alem size hüzün de verebilir, sizi mutlu da
edebilir; hüzün de verse, mutlu da etse yüzünüze yerleşen tatlı tebessüm kitap
bitene kadar size eşlik eder. Yazar başarmıştır; sizi yaşadığınız dünyadan
çekip almış, kendi anlattığı hikayenin içine katmıştır.
Emrah Serbes’in “Ergen Kaybedenler” kitabını bu ayın
başında-akşamüzeri-yorgun bir ders çıkışında-Rize’de satın almıştım. Rastgele bir
satın alıştı, hatta alıyordum ama okumak isteyeceğimden bile emin değildim. Yolda
gelirken kitaba bakamadım. Akşam yemeğinden sonra bir daha elime aldım ve geceyarısı
bitirene kadar da elimden bırakamadım.
Bir kitaba dair izlenimleri, hemen sıcağı sıcağına
yazmak lazım. Neden bilmem, okuduğum bu kitaba dair izlenimlerimi yazmak
istemedim. Bittikten sonra “ilk anlarda” bu yazıyı yazacak olsaydım, hem uzun,
hem daha doyurucu bir aktarım olabilirdi. EP’nin dediği gibi “az vakte rağmen çok iyi kitaplar okudum. ama gelip size anlatmayınca sanki hep biraz eksik okumaydı. kitap hakkında düşüncelerim zihnimde kendi etrafında dönüp dönüp, bir girdaptan kaybolup gittiler.” EP ?
***
***
Kitap önermek hiç sevmediğim bir iştir, lakin şimdi
yeridir: Biz erkeklerin neden bu kadar şapşal olduklarını anlamak istiyorsanız,
Emrah Serbes’in “Erken Kaybedenler” kitabını okuyun derim. Ben okudum, hatta arka arkaya iki kez okudum, şapşallığımı
daha çok sevdim, iç barışımı tamamlayacak eksik parçayı bulduğumu hissettim, içimde uyuyan geçmişimin tortusu üzerindeki örtüyü kaldırdım, kendi gerçeğimle korkmadan hatta ne korkması tebessüm ederek yüzleştim.
Şimdi ben biraz daha “insan” oldum.
Hüseyin Cem ÇÖL
15 Şubat 2014 – H 309
15 Şubat 2014 – H 309
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder