Bazen bir yanlış, bütün doğruları götürür; ne yaparsan yap, o bir yanlışın hatırda kalır.
2004 yılındayız. Doktora ders aşamasındayım. Dersler bitmiş, sıra sınavlara gelmiş. Prof.Hasan İşgüzar’dan aldığımız ya da aldığımızı zannettiğimiz “Kusursuz Sorumluluk” dersinin sınavındayız. Ankara Hukuk’un ikilerin üçlerin amfilerinin bulunduğu o muşmula suratlı arka binasında, soldaki küçük amfilerin birindeyiz. Elliye yakın öğrenci sınavın başlamasını bekliyoruz. Bunların yarısı araştırma görevlisi, yarısı da stajyer avukat, hakim ya da savcı. Sınava hoca gelmedi, kürsüsündeki bir başka hocayı sınavı yapmak üzere gönderdi. Sınavı yapacak hoca abus bir çehreyle sınıfa girdi. Belli ki, sınav işi ona ihale edilmiş ve o da bu durumdan hiç memnun değil. Amfideki uğultunun bitmesini bekledi. Sonra sınav sorularını dağıttı. On dakika kadar bekledi ve aniden amfiyi terk edip gitti. Sınav olmaktayız ve gözetmen yok. Hoca amfiden çıkar çıkmaz, sınav sessizliğini kitap-not hışırtıları böldü. Etrafıma bakındım. Hakim, savcı adayları, stajyer avukatlar, akademisyen adayı araştırma görevlileri, yani işte adalet, hak, hukuk diyenler ve hayatları boyunca adalet, hak, hukuk diyecek olanlar, hepsi, gözetmen hocanın yokluğunu nimet bilip kopya çekmeye koyulmuşlardı.
Sen hariç değil.
Hüseyin Cem ÇÖL
Pelitli - 29.12.2017