Yıllar önce aldığım ve sadece bir hafıza
kartı gibi kullandığım, bilgileri depoladığım bir gmail hesabım var. Eş dost
pek bilmez. O yüzden buraya mail atan da pek olmaz zaten. Çok eskiden buranın
sohbet programını kullanırdım. Sohbet edecek kimse kalmayınca gmaile pek az
bakar olmuştum.
Bugün, malum tatsız bir gün, can
sıkıntısından, ne var ne yok diye gmail hesabımı yokladığımda Ocak ayında
gönderilmiş ve okunmayı bekleyen (üşümüş, üzgün, ürkek ve masum) bir mail
buldum. Aklıma “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filmi geldi. Yazılan ama
okunmayan, okunamayan mektuplar. Okunmadığı için cevapsız kalan mektuplar. Elde
kalan “yıllarca boş dükkana kira vermişiz” dedirten çaresizlik.
Sadede geleyim. Bilesin ki, mektup
gönderilenin cevap yazmamakta bir kabahati yok. Çünkü mektup eline geç
ulaştı.
Şimdi bu mektubu (evet bu cevap mektubudur)
Kafka gibi “her zaman senin” diye bitirmek isterdim ama ne ben Kafka’yım, ne de
sen Milena.
Hüseyin Cem ÇÖL
14 Mart 2016 – H 309