9 Temmuz 2018 Pazartesi

Baki Kalan Bu Kubbede, Hoş Bir “Seda”



Sekiz sene önce Trabzon’a yerleştiğimde hayat beni her koldan yenmişti ve ben yenilgiyi tüm zerremle kabullenmiştim. Ne tuhaf, tüm beceriksizliğime ve bilgisizliğime rağmen, yeniden ayağa kalkmak için kendimi had safhada özgüvenli hissediyordum. Yenilmiştim ama bitmemiştim. Bir umut hayata sarıldım. Hayallerim yoktu, sadece ayağa kalkmanın tadını almak istiyordum.

Ders anlatacaksın, dediler. Ders anlatmayı bilmiyorum, demedim. Oysa ders anlatmayı bilmiyordum. Anlatacağım dersin içeriğini de bilmiyordum. Cahilliğimin farkındaydım ama öğrenmeyi ve öğretmek için çabalamayı çok seviyordum. Öğreteceklerimi evvela kendim öğrendikçe ve öğrendiklerimi öğretme gayreti içinde oldukça yavaş yavaş yenilgilerimden arındığımı, ayağa kalktığımı, hayata daha iyimser ve daha barışçıl gözlerle baktığımı fark ettim. Çalışmak, çabalamak bana çok iyi gelmişti. Hep anlattım. Her yerde anlattım. Trabzon’da, Rize’de, Giresun’da, Ordu’da, Ünye’de, Bayburt’ta, Erzincan’da. İİBF’nde anlattım, HF’nde anlattım. Anlatmaktan kaçmadım. Anlattıkça açıldım, ferahladım.

Ancak şu da var ki, kime ne öğrettim, öğretebildim mi, aradan sekiz sene geçti, hiç anlamadım. Ben sadece anlattım, sadece öğretme gayreti içinde oldum, bu kadar. Tüm bu çabanın hedefinde aslında öğrenciye faydalı olma idealinden çok, kendimi onarma gayesinin yattığını saklayacak değilim. Yine de, bir yandan kendimi onarırken, ders anlattığım öğrencilerin hayatına olumlu katkılar yapabilmeyi de hep istedim. Ve bu katkıyı sadece derste değil, her yerde, odamda konuşarak, koridorda selamlaşarak, halı sahada maç yaparak, sahilde gezinerek, çay bahçesinde çay içerek, sosyal medyada yazışarak, mailleşerek, tweet atarak yaptım ya da yaptığımı sandım.

Bu süreçte işimi kolaylaştıran öğrenciler olduğu gibi, işimden soğutan öğrenciler de oldu. İşimden soğutanlara, bana haksızlık yapanlara kızdım, hatta çok kızdım ama kızgınlığımı içimde taşıyarak kendime kötülük etmedim, onlar bilmeseler de ben onları affettim.

Peki ya işimi kolaylaştıran öğrenciler? Derslerime gelen, öğrenmek için çabalayan, saygısını ve sevgisini gösteren, farkında olarak ya da olmayarak işimi daha iyi yapmak için beni motive eden öğrenciler? Onlara ne kadar teşekkür etsem azdır. Onlar olmasaydı, bu kadar gayretli olabilir miydim, zor. Onlar, benim “özel” öğrencilerimdir ve sayıları azımsanmayacak kadar çoktur.

***

Bu yıl mezun olan öğrencim S E D A, işte bu bahsettiğim özel öğrencilerimin “en özeli” oldu ve hafızamda silinmeyecek bir iz bıraktı. Dört sene boyunca sorumlusu olduğum pek çok dersi beraber işledik, adeta derslerimde “asistanlığımı” yaptı. Seda okudu; ben gerektiği ölçüde okunanları açıkladım, şerh ettim, yorumladım; sınıf dinledi. Bunun için Seda’ya müteşekkirim ama sadece bunun için değil, pek çok sebepten dolayı kendisine müteşekkirim.

Seda’yı hem öğrencim olarak, hem arkadaşım olarak çok sevdim. Ancak şimdi daha net görebiliyorum, hayata bakış açımız, hayatı yorumlayışımız ne kadar da farklı. Belki bu farklılıktan dolayı, onca öğrenci arasında, nezdimde Seda sivrildi ve bana bu yazıyı yazdırdı.  

Evvela, Seda başarı odaklı adeta başarıyı kutsayan biridir. Ben öyle değilim. Başarıya verdiğimiz anlam hepten farklı çünkü. Benim için bir öğrencinin sınav sorularına yerleştirdiğim bir muzipliği fark etmesi başarıdır, Seda içinse sınav denince tek başarı AA almaktır. Ancak şu hususu belirtmeden geçemeyeceğim: Sınav notunu çok önemsemesine rağmen, bir defa bile, evet dört yıl boyunca bir defa bile benden hak etmediği bir not talebinde bulunmadı, ima bile etmedi. Aramızdaki hoca-öğrenci ilişkisini suiistimal edecek en ufak bir davranışına tanık olmadım.

Saniyen, Seda hırslıdır, çalışkandır, kafasına koyduğunu yapar, bu uğurda kimseyi dinlemez. Ben öyle değilim, hırs hiç tatmadığım bir duygudur. Açıkçası hırslı insanlardan hassaten hırslı kadınlardan biraz çekinirim, korkarım. Ancak Seda’nın hırsı bana hep sevimli geldi, sanki saklambaç oyunundaki ya da herhangi bir çocuk oyunundaki kazanma hırsı gibi çocuksu bir hırs onunki. Zararsız, anlık, doğal, tebessüm ettirici.

Salisen, Seda sonuç insanıdır. Ben öyle değilim, sonucu değil, süreci önemserim. Çokluk, bir işin güzel başlaması, güzel devam etmesi beni tatmin eder, güzel bitmesini elbette isterim ama güzel bitmemesini pek de önemsemem. Seda için, işin nasıl başladığı ya da devam ettiği değil, nasıl bittiği önemlidir. Gemi limana sağ-salim yanaşmadıysa, yolculukta yaşanan güzel anıları hemen unutur.    

Rabian, Seda, her daim heyecanlı, aktif ve çocuksu bir neşe içindedir. Yaşımdan dolayı ben öyle değilim maalesef. Ne aktifim, ne heyecanlıyım, ne de neşeliyim. Her yetişkin erkek gibi benim de içimde ergen bir delikanlı yatmakta ama bu ergen delikanlı neşeli olmaktan çok hüzünlü, durağan ve kabul etmeliyim ki oldukça tuhaf biri. Seda ip atlayan bir kız gibi şen-şakrak yürüyor, bense yorgun bir kamyon tekeri gibi yuvarlanıyorum hayatın ortasında.

***  

Seda, özellikle mezuniyeti yaklaştıkça, benim sadece bir öğrencim olarak kalmadı, çok sıkı bir arkadaşım da oldu. Beşirli, Arsin sahilinde yaptığımız yürüyüşlerde, H309’da, çay bahçelerinde kendisiyle uzun sohbetler ettik. Evime davet ettiğim, soframı paylaştığım, ailemle tanıştırdığım az sayıda öğrencimden biri oldu. Hayatımın dönüm noktalarını, önemsiz ayrıntılarını onunla paylaştım. Beni ilgiyle dinledi, yargılamadı, öğüt vermek gibi incitici davranışlar içine de girmedi. Sadece dinledi. Tebessümünü, neşesini, samimiyetini eksik etmeden.

Velhasıl, dört yılın sonunda, baki kalan bu kubbede hoş bir “Seda” bıraktı.

Hüseyin Cem ÇÖL 
9 Temmuz 2018 - SİVAS

Hiç yorum yok: