2 Haziran 2013 Pazar

ANILARA MEKTUPLAR - VII


Sevgili Tarih Dede,

Seninle birlikte çocukluğuma iniyorum. Belki ilk vurgunum, ilk hayal kırıklığım, ilk hüsranım sende gizlidir. Sen, bilinçaltımın en dip köşesindesin. Seni çıkarabilirsem oradan, ötekileri çıkarmak daha kolay olacak. Seni çıkarırsam oradan, belki yıllardır beni örseleyen, beni zincirleyen bir bağı atmış olacağım zihnimden. Bir denemekte fayda var. Bakarsın, olur.

Yıl kaçtı? 85 mi, 86 mı? Dördüncü sınıfta mıydım, beşinci mi? Hatırlamıyorum. Hatırladıklarım; uzun bir koridor, koridora dizilen sıralar, gür sesle söylenen İstiklal Marşları, siyah önlükler, gözlüklü ve sert bir müdür, babacan bir müdür yardımcısı, anaç bir öğretmen ve fakir ama çalışkan bir öğrenci…

Bir bayramdı işte. Hangisiydi unuttum. Bir tiyatro oyunu sergilenecekti. Kim seçti, niye seçti, neye göre seçti bilmiyorum ama beni “tarih dedeliğe” uygun gördüler. Tiyatro oyununu gösterime koyma vazifesini üstlenen öğretmenimiz, bana bir sayfalık metin verdi ve “bu ezberlenecek” dedi. Hayda ki ne hayda!.. Ezberlemek de bir şey değil de, iş onunla bitmiyor ki… Ya bir ya da iki prova yaptık, o kadar. Benim kızım geçen sene 23 Nisan’daki oyunlarda görev almıştı. Provalar Aralık ayında başlamıştı ve haftada iki gün toplanıyorlardı. Oysa biz, ya bir, ya iki defa prova yaptık. Yeterli deneyimimiz olmadan, birden bayram günü geliverdi ve hop diye sahneye salındık.

Tarih Dedeyim ya hani… Yaşlı olmam lazım. Yanaklarıma pamuktan uzun bir sakal yapıştırdılar. Sırtımda da galiba uzun bir kaftan vardı. Tarih Dede’den çok gölü maya çalmaya hazırlanan Nasrettin Hoca gibiydim.

Metni zorla da olsa ezberlemiştim. Evde yüksek sesle birkaç defa da okumuştum. Fakat, fazla prova yapmadığımızdan ötürü “ya başaramazsam” korkusu benliğimi iyice sarmıştı.

Sanırım, bir defada okunacak bir repliğim vardı. Ama uzun bir replik. Takdim gibi bir şey. O repliği okuyacak ve sahneden çekilecektim. Bütün rolüm bu yani.

Oyun başladı. Başladım, gür sesle ezberlediklerimi bağırmaya. İlk 5-6 cümle sanırım gayet iyiydi. Sonra hafızam bana nankörlük etti. Sağ olsun hemen yanı başımdaki öğretmenimiz açık açık suflörlük görevi de üstlenmişti. Benim teklediğim, takıldığım yerleri o tamamlıyordu. Sonlara doğru iyice çuvalladım; sesim çatalladı. Yüzüm kıpkırmızı oldu ama Allahtan beyaz pamuklar kırmızılığı kamufle ediyordu. Güç bela on dakika süren repliğin hakkından geldim ve hemen giyinme salonu olarak kullanılan öğretmenler odasına koştum. Tek başınaydım ve kendimi çok kötü hissediyordum. Asıl rolü o odada tek başınayken sergiledim ama kimse görmedi tabi. Masayı yumruklamalar, çöp kutusuna tekme atmalar, pamuktan sakalı yolmalar vs.

Sözün kısası, ilk rolüm, aynı zamanda hayatımda son rolüm oldu. Cesaret edip de, bir daha sahneye çıkıp oyunlarda görev almadım. Ama hayatımın her anında, tiyatroya saygı duydum ve en meşhurundan, en tanınmamışına kadar tüm tiyatro oyuncularına hep hayranlıkla dolu sevgi besledim. Ankara’da gittiğim oyunlarda da, sahneyi ulaşılmaz yüce bir mevki, oyuncuları da bizden çok farklı ve üstün insanlar olarak düşündüm. Ama sadece tiyatroda oynarken üstün insanlardı. Aynı oyuncuya televizyon ekranında rastladığımda nazarımda değerleri kalmıyordu. Ekranda böcek gibiydiler, sahnede ise dev gibi.

İşte böyle Tarih Dede. İlk ve son göz ağrım. Belki o gün rolümün hakkını verebilseydim, seni güzelce canlandırabilseydim, bana “ilk oyununuz hangisiydi, tiyatroya nasıl başladınız?” diye soranlara, seni anlatacaktım. Fakat, talihe bak ki, kimse bana bu soruyu sormadı, ben de kimseye o hayatta başarılı olmuş insanlara özgü kibirle karışık tatlı bir tebessümle, şöyle gevrek gevrek “ilk rolüm Tarih Dede’ydi” diyemedim.

Bana bu duyguyu yaşatamamış da olsan, yine de senin güzel yanaklarından öperim Dedeciğim.

Seni bilinçaltımdan çıkardım artık. Bundan sonra kalbimde tatlı bir hatıra olarak yaşayacaksın.

Belki bir gün bir oyunda görürüm seni ve seni oynayan çocukta kendi çocukluğumu.

Selametle dedeciğim.

Namı-ı Diğer Salavin
  8 Eylül 2006 - ANKARA 

101. Soru


Kağıt okuma savaşlarından yorgun ve yenik ayrıldığı için, final sınavını test yapmaya karar veren Hüseyin Ç. isimli Ankara artığının, 17 sayfadan ve 100 sorudan oluşan sınav kağıdına dair aşağıdakilerden hangisi söylenirse, vaki tecavüze karşı meşru müdafaa hükümlerinden medet umma imkanı doğabilir?

a)    17 sayfa derken arkalı önlü mü?
b)      Büt büt atıyor kalbim!
c)      Yazık valla kimin çocuğuysa.
d)     Seviyorsa gitsin konuşsun, bize niye zulmediyor ki?
e)      Hoca işin afedersiniz neyse yazmayayım çıkarmış işte.

Genşler haydi hayırlı traşlar!

Hüseyin Cem ÇÖL
2 Haziran 2013 – H 309 

“Söz Sizde” Demiştim…


Hayat aslında mutlu anılardan, umutlu gelecekten ve mutlulukla umudun içiçe girdiği şimdiden ibaret.  Kutucuklara yazdığınız "son" notlardan doyumluk değil "tadımlık" numuneler demeti hazırladım. Geçmişi tebessümle hatırlamamız dileğiyle... 

Aşk ile buyrun : 

Peyniri son soruda açık tabakta sunduğunuz için sağolun Hocam. Bunu da beraber katık etmiş olalım. Hep doğru cevabı bulabilenin mi karnı doyacak? (Görkem Azizoğlu-İktisat)

Ankara’ya gelince çay içmeye beklerim. Demetevler 2.caddede sahafçınız var biliyorum J (Mustafa Aksöz-İktisat)

Son soruda bahsettiğiniz gibi neşeyi her halükarda muhafaza hayatın idamesi için tek çaredir. Bir kez daha hatırlattığınız için teşekkürler. (Kübra İslamoğlu-İktisat)

Bu nota “Youtube”dan bir NEŞET ERTAŞ türküsü eklemek isterdim ama malum teknoloji o kadar gelişmedi. Hayatta hep altı çizili doğru seçeneklerle karşılaşmanız dileğiyle. (Caner Turan-İktisat)

Hocam siz bizi güldürdünüz. Allah da sizi güldürsün. (Betül Albayrak-İktisat)

Bütte görüşmek üzere Hocam J (Serdar Yıldız-İktisat)

Bütlerde görüşmemek üzere, hoşçakalın J (Esra Barutçu-İkitsat)

Teşekkürler hocam, yardımcı olursanız yolumuz açık olacak inşallah. (Zeynep Suiçmez-İktisat)

4. sınıfın sonunda hukuk dersini sevdirdiğiniz için teşekkür ederim. (Fatma Çetin-İktisat)

Yaptığım sorulardan emin değilim. Bütünleme sınavını zor sormayın lütfen Hocam… (Yasemin Ataseven-İktisat)

Hayatta inancınızı asla, hevesinizi asla kaybetmeyin Hocam. Sizi seviyoruz. (İlknur Tokmak-İktisat)  

Sizi ve sorularınızı unutmama imkan yok. Sağlıcakla kalın… (Şükran Öztürk-İktisat)

Web sitenizi sık kullanılanlar bölümüne aldım. Canım sıkılınca facebook’a değil önce sizin sitenize giriyorum. Paylaşımlarınızı çok beğeniyorum. Hakkınızı helal edin. (Gökmen Günaydın-İktisat)

Dersinize fazla giremedim, pek konuşamadım sizinle ama der ya Neşet Emmi mayasından anlaşılır insan. (Erdi Keskin-İktisat)

Sizin gibi sevgi dolu ve komplekssiz bir insan yetiştirdikleri için anne ve babanızın ellerinden öperim. Umarım içinizdeki sevgiyi kaybetmezsiniz. (Ahmet Gökbayrak-İktisat)

İnşallah uyku problemini başarıyla atlatırsınız hocam. Bu tavırla öğretmeye inatla devam etmeniz dileğiyle. (Hülya Kalmış-İktisat)

Sınav şıklarını hazırlayan bilgenin de dediği gibi “Her ne olursa olsun neşeyi hayatın temeline koymalı”. (Okan Ekşi-İktisat)

Hocam biz sizin hocalığınızdan, arkadaşlığınızdan, ağabeyliğinizden çok memnun kaldık, umarım siz de bizim öğrenciliğimizden memnun kalmışsınızdır. (Şengül Bayrak-İktisat)

Hayatımdaki en eğlenceli sınav kağıdı bu ve bundan sonraki hayatımda bu kadar eğlenceli sınavlara gireceğimi hiç düşünmüyorum J (Gamze Üstünay-İktisat)

Ticaret hukuku, icra-iflas hukuku bunlar okul dersleri… Biz sizden çok daha önemli şeyler öğrendik. Hakkınızı helal edin. (Hatice Şenel-İktisat)

Hocam beni unutmayın J (Pelin Durmuş-İktisat)

Tamam yaşlı sayılmam ama bana bu yaştan sonra kimsenin rol model olacağını düşünmezdim. Mezun olduktan sonra da sürekli blogunuzu takip edeceğim ki sizden ve fikirlerinizden ilham alıp kendi hayatıma empoze edebileyim. (Uygar Şahin-İktisat)

Kötü anıları unutarak, yaşattığınız güzellikler için minnet duyuyorum. “İdeal öğretici” profilimi güncellediğiniz için de teşekkür ediyorum. (Emel Türker-İktisat)

Hayat serüveninizde hep başarılar, size eşlik edecek iyi yoldaşlar ve fısıltı gibi eşlik eden Neşet Ertaş sesleri dilerim hocam. (Burcu Küçük-İktisat)

Sizi seviyorum hocam bakın altını da çiziyorum J (Emre Canıtez-İktisat)

Issız bir adaya düşsem okeye dördüncü sizi götürürdüm. (Emre Akçay-İktisat)

Hey! Teacher you’r soo cool. (Alper Perdecioğlu-İktisat)

Bu sınavınıza adam gibi çalışamadım. Bütün soruları kafadan salladım. Bütünlemeye kaldım anlayacağınız. Böyle durumlarda aklıma bir söz geliyor. “Vitam cum morte mutavit” (Ölümle hayatı takas etti.) Ben de sınavdan geçmekle geçmemeyi takas ettim. (Ziya Kars-İktisat)

Hocam gözlerim doldu şu anda. (Meltem Özçelik-İktisat)

Mesaj gönderilemedi, bütünlemede tekrar denenecek. (Alperen Karaman-İktisat)

Umarım şu an olduğu gibi, hayatta hep temiz kalırsınız. (Fatma Demir-Maliye)

Hocam keşke bütün soruları siz hazırlasanız. (Hayrettin Demirci-Maliye)

“Yeri, göğü aradım. Hiç mekanda bulamadım. Buldum insan içinde (Aynı sizin içiniz gibi)-YUNUS EMRE” (Aynur Ayçilek-Maliye)

Hukuk dersi bu kadar sıkıcıyken sizin bu dersi bu kadar keyifli hale getirmeniz gerçekten çok güzel. (Burcu Uçar-Maliye)

Bir iki soruda peyniri bulamadım hocam. (Bekir Can Karaca-Maliye)

Yüreğindeki güzellik sınav kağıtlarına yansımış birisiniz. (Derya Üstev-Maliye)

Doğru cevabın altı çizili diye itiraz eden olmadı çok şükür J (Volkan Duman-Maliye)

Son soruyu E şıkkı işaretlemeyi çok isterdim. (Tolga Dağ-Maliye)

58 Sivas ilinden Hüseyin hocam… Trabzon’da üç senedir bulunuyorsunuz burayı sevdim alıştım demenize hala aklım ermiyor. (Mustafa Turun-Maliye)

Canlar size kurban olsun… (Haşim Bulut-Maliye)

Vega’nın da söylediği gibi “Bu sabahların bir anlamı olmalı”. Doğan her güneşle kavuştuğumuz sabahlar var oldukça umudumuz da var olacaktır. Adına hayat denen bu yolda umutlarıma ışık olduğunuz için teşekkür ederim. (Fehime Öztunç-Maliye)

Yanlışlar da doğruları götürmeyeymiş iyiymiş… (Murat Yiğiter-Maliye)

Sizin bizi sevdiğiniz gibi biz de sizi seviyoruz hocam... (Tuğba Yücel-Maliye)

f-2010-2011 şampiyonu Trabzonspor’dur! J (A.Özkan Bolat-Maliye)

J ” (Seçkin Eren-Maliye)

Keşke hepsinin altı çizili olsa idi… (Semra Aytaş-Maliye)

Ayrılık vakti gelince kalemden kelam dökülmüyor hocam. İçi sızlıyor insanın. Daha da büyüdüğümüzün kanıtı olacak olan diplomalarımızda sonsuz hakkınız var, HAKKINIZI HELAL EDİN. (Hasret Çeküç-Maliye)

Hüseyin Cem ÇÖL
2 Haziran 2013 – H 309

29 Mayıs 2013 Çarşamba

H 309'da Akşam...


Bahar - Mutsuz oluruz.

Behzat Ç. - Mutsuz olalım. Hep mutlu olacağız diye bir kural yok ki. Biz de mutsuz olalım.

Hüseyin Cem ÇÖL
29 Mayıs 2013 - H 309 

28 Mayıs 2013 Salı

H 309’da Sabah…


Daha önce yazmıştım, okuyanlar hatırlayacaktır. Mutluysan, uzun yazamazsın, kısa kesersin.

Anladınız işte.

Hüseyin Cem ÇÖL
28 Mayıs 2013 – H 309 

24 Mayıs 2013 Cuma

Not


"... Doğan, kısa bir süre içinde, ancak fakülte derslerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmezse başarı gösterebileceğini anladı." 

Sevgi SOYSAL, "Yenişehirde Bir Öğle Vakti", Bilgi Yayınevi, Üçüncü Basım, 1975, s.154.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Peynir Hangi Tabağın Altında?



Birkaç gündür, hummalı bir çalışma içindeyim: Sınav sorusu hazırlıyorum. Dersler bitti ama iş bitmedi malum. Final ve bütünleme sınavlarını da sağ-salim, vukuatsız atlatırsak, işte o zaman tatili hak edebileceğiz. Tatil dediysem de, dünya turuna falan çıkacak değilim. Ramazan’ı Sivas’ta ailemin yanında geçireceğim o kadar. Tatil diye bildiğimiz, ana-babanın yanına çöreklenip sahurda etliekmek ya da kıymalı börek yemekten, Ramazan bitince de Soğuk ya da Sıcak Çermik’e –ki benim tercihim hep Soğuk Çermik olmuştur- akın edip kükürtlü suyun altına girmekten ibaret. Alternatifimiz ya Paşa Fabrikası, ya Gardaşlar -Kardeşler değil- Tepesi. Sonra istikamet yine Trabzon, yine “iş”.

Birkaç gündür, hummalı bir çalışma içindeyim diye başladım yazıya. Yaptığım hababam test sorusu hazırlamak. Vize sınavında kağıt okumaktan illallah geldiği ve kağıt okuma savaşlarından hayli yorgun çıktığım için, o ne destansı ve karışık metinlerdi yarabbi, tamamen “test” denen fırlamalığa gönüllü olarak kendimi teslim etmiş durumdayım. Ders sorumlusu açısından bakıldığında test yöntemi avantajlı gibi görünüyor. Çünkü oku(t)ması fazla bir vakit almıyor. Yarım saat, bilemedin kırkbeş dakika içinde bini aşkın kağıdın sonucu hazır. Gelgelelim, soru hazırlamak çetin bir iş. Eğer benim gibi yardım almaksızın tek tabanca çalışan ve biraz da evhamlı biriyseniz, hepten zor ve kafa … bir iş. Yine de pek şikayetçi değilim. Bu işi (ve aslında her işi) “oyun” gibi gördüğünüzde, biraz da işin içine hınzırlık bulaştırdığınızda, kafa açıcı hatta kafa yapıcı bir hâl bile alabiliyor. Bakın burada önemli bir laf ettim can’lar. Not alın. İşinizi “oyun”laştırırsanız, pek çalışmış sayılmazsınız. Hatta bu oyunun karşılığında, size maaş verildiğini düşündüğünüzde gülesiniz gelir.

Ben nasıl “oyun”laştırıyorum test hazırlama “iş”ini? Aslında bunu başarmam çok zor değil. Çünkü, test yönteminin, ki bu yöntemi bulan zat-ı muhterem tam bir fırlama olmalı, kendisi, bizatihi bir oyun. Oyunun kuralı da çok basit. Aşağıdaki ağzı kapalı tabaklardan birinin içinde peynir var, diğer dördü ise boş; doğruyu bulun, peyniri yiyin, bu kadar. Oyuncunun doğru tabağı bulmasını zorlaştırmak, onun kafasını karıştırmak, kafasını “çelmek” ise, oyun kurucunun zekasına, marifetine, hinliğine, şeytanlığına ya da melekliğine kalmış. İşte, varsa eğer bu oyunda oyun kurucuya düşen eğlenme payı, oyuncuları nasıl şaşırtacağını düşünüp zevklenmek, zekice bir şaşırtma bulduğunda bilgisayar başında hınzırca gülümsemek. Bu kadar. Farkındayım tamamen salakça ama gerçek bu kadar basit.      

Bu çeldirmelerden, bu şeytanı kıskandıracak akıl karıştırmalardan sıkıldığımda, oyun kurucu kimliğimden çıkıyorum, hınzırlığım tutuyor, oyunun kurallarını alt-üst ediyorum, oyuncunun kulağına usulca “ey can, peynir şu tabağın altında” deyiveriyorum. İstisnasız, her sınavda, en az bir sorunun cevabını bu şekilde aşikâr ediyorum. Ediyorum da ne oluyor, istisnasız, her sınavda, “hocam, siz bu kadar iyi olamazsınız, var bu işte çapanoğlu” deyip, peynirin başka bir tabakta olduğunu iddia eden, en az bir septik Pikaçu çıkıveriyor.

Pekala… Bir test’le bitireyim bari bu yazıyı.

Peynir hangi tabağın altında?
a) Bu tabağın
b) Şu tabağın
c) O tabağın
d)  Hepsinin
e) Hiçbirinin

Doğru cevabı veren ilk Pikaçu'ya “tabakta peynir”, ikincisine “peynir tabağı” hediye edilecektir. Şaka yapmıyorum ama ciddiye de almayınız.

Hüseyin Cem ÇÖL
23 Mayıs 2013 – Pelitli 

16 Mayıs 2013 Perşembe

“Son” Haftanın İçinden



Her ders sorumlusu, öğrenciye faydalı olmak ister. Derslerin verimli ve kaliteli geçmesi için hangi yöntemleri kullanması gerektiğini düşünür ve ona göre dersini işler.

2012 yılının Eylül ayında dersler başladığında, benim de aklımdaki tek endişe bu idi: Nasıl bir ders işlersem öğrenciye daha çok yardımım olurdu? “Hukuk” gibi genelde dinlenilerek değil, okunularak öğrenilen bir bilimin, derste öğretilmesi nasıl mümkün olabilirdi?

Kendimce üç yöntem geliştirmiştim :

Birincisi, dersi slaytla işlemek. Slaytları da olabildiğince tablolarla, şemalarla, görsel malzemelerle, olay sorularıyla, meslek sınavlarında çıkmış testlerle zenginleştirmek. Yani, kitabı olduğu gibi slayta aktarmakla yetinmemek; kitaptaki bilgileri daha cazip ve daha kolay öğrenilebilir hale sokabilmek.

İkincisi, işlenen her konuyu mümkün olabildiğince somut örneklerle, günlük yaşamın diliyle aktarabilmek, gerektiğinde akademik dilden uzaklaşmak.

Üçüncüsü ise, ders sırasında öğrenciyle açık iletişim halinde olmak. Sadece “anlatıcı” konumda bulunmamak, öğrencinin de kendisine aktarılanları kavraması hatta sorgulaması için teşvik edici olmak. Derste yapılabilecek hataları hoş görmek, hatta hatalı bile olsa dersin konusuyla ilgili farklı açılımları desteklemek.

Eylül sonundan Mayıs sonuna kadar işlediğim tüm derslerde bu yöntemlere göre hareket ettim. Bu yöntemleri uygulayabildiğim ölçüde ben de mutlu oldum ve derslerimden keyif aldım; sanırım öğrenci de bu yöntemleri uygulayabildiğim ölçüde derslerimden istifade etti. Fakat, malumdur ki, ders sorumlusu denilen varlık da bir insandır. İnsan olmamızın sonucu da, bazı zaaflara ve eksikliklere sahip olmamızdır. En büyük eksiklik ise, herkesin algılama ve aktarma kapasitesinin farklı olmasıdır. Bir sene boyunca hiç tembellik yapmadım, hatta gereğinden fazla çalıştım, bu konuda mütevazı olamayacağım. Buna rağmen, bedensel zaaflardan dolayı bazı derslerde performans düşüklüğü de yaşadım. Ders saatlerimin ve ders çeşitliliğimin fazla olması, sürekli ayakta ve hareket halinde ders anlatmam, beni epey yordu ve bu yorgunluk kimi derslere olumsuz yansıdı. Buna bir de kronik uyku problemim eklenince, kimi derslerin sonunu zor getirdiğim bile oldu. Bu noktada, anlayışlı ve hoşgörülü davranan öğrencilerime de teşekkür ediyorum.  

Her şeye rağmen, tüm bu artılar ve eksiler terazinin kefelerine koyulduğunda, rahatlıkla artı kefesinin ağır bastığına vicdanen inanıyorum, bir sene boyunca işlediğim derslerin çoğunluğunda attığım taş ürküttüğüm kurbağaya değdi diyorum, kimi dersler ise sıkıcı ve verimsiz geçmiş olabilir, o kadar kusur kadı kızında bile olur diyerek kendimi teselli ediyorum. Şu aşamada içim rahat.  

Her birini çok sevdiğim İktisat Bölümü II.Öğretim öğrencileriyle yaptığım son dersin "son"u...
(15 Mayıs 2013 Çarşamba - HUK 104) 

“Son” haftanın içindeyiz. Bu akşam bir dersim var İşletme’lere. Yarın da son derslerimi yapacağım. Doğrusu şu ki, biraz tuhaf bir durumdayım. Bu haftanın başında, “ah şu hafta bir bitse de, biraz rahat etsem” diye düşünüyordum. Çünkü çok yorgundum ve son iki haftadır uyku problemim tavan yapmıştı. “Bir an önce dersler bitse” düşüncesi kafamda saplantı olmuştu. Hafta başladı, birer ikişer dersler bitti. Önce Borçlar Genel, sonra Roma, sonra İcra-İflas, sonra Şirketler Hukuku. Tuhaf olan şu ki, her “biten” ders, ben de “bitmemiş” gibi bir his uyandırdı, yani tam da “bitirdiğime” kendimi ikna edemedim. Bunda “derslerin bitmesine rağmen, konuların hepsinin bitmemesi”nin payı olabilir fakat asıl sebep bu değil.

Peki nedir sebep?

“Stockholm Sendromu”yla açıklayabilir miyim bunu? Benliğimi, kafamı, uykularımı, hayat düzenimi bir yıldır esir alan “periyodik ve sık aralıklarla ders anlatma vazifesi”, yarın akşam sona eriyor. Beni hem mutlu eden, hem de sıkıntıya sokan bir uğraşıdan, yaklaşık dört ay ayrı kalacağım. Dersler bitecek ama aklımın bir köşesi hep geçmiş derslerde olacak. Ayrılsam da kopamayacağım o mutluluktan ve o sıkıntıdan. İçimdeki “bitmemişlik” hissinin asıl sebebi bu olsa gerek.

Hülasa: Bu yıl, türlü sıkıntısına rağmen, onlarca gencin karşısına geçip sorumlusu olduğum dersleri öğretmeye çalışmak, az-çok öğretebildiğimi sezebilmek, en azından dersin anlaşılmasına katkıda bulunduğumu hissedebilmek, evet, güzeldi, çok güzeldi; ama inanıyorum ki, seneye her şey daha da güzel olacak.

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Mayıs 2013 – H 309 

15 Mayıs 2013 Çarşamba

"Her Hâl ve Şartta Neşeyi Muhafaza, Hayatın İdamesi İçin Yegane Çaredir"


İşbu afişin esbab-ı mucibesi için "Merhaba Kırklareli" yazısının yorumlarına bakınız...

Başlıktaki söz ünlü tiyatro oyunu yazarımız Cevat Fehmi Başkut'a ait. Neşeli olmak iyidir, neşeli insanlar cana can katar fakat afişe bakıp da sakın kahkaha atmaya kalkmayın.

Çok pis döverim haberiniz olsun.


Hüseyin Cem ÇÖL
15 Mayıs 2013 - Pelitli  

14 Mayıs 2013 Salı

"Hukuk Eğitiminde Farklı bir Yaklaşım: Bir Banka Hukuku Dersinin Ardından"



Aşağıdaki linkte, Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Ozan CAN'ın "Hukuk Eğitiminde Farklı bir Yaklaşım: Bir Banka Hukuku Dersinin Ardından" isimli makalesi bulunmaktadır. Hukuk eğitiminin nasıl olması gerektiği üzerine kafa yoran herkese tavsiye ederim.

http://www.dosya.tc/server8/TMbLYZ/ozancan_makale..pdf.html