16 Mayıs 2013 Perşembe

“Son” Haftanın İçinden



Her ders sorumlusu, öğrenciye faydalı olmak ister. Derslerin verimli ve kaliteli geçmesi için hangi yöntemleri kullanması gerektiğini düşünür ve ona göre dersini işler.

2012 yılının Eylül ayında dersler başladığında, benim de aklımdaki tek endişe bu idi: Nasıl bir ders işlersem öğrenciye daha çok yardımım olurdu? “Hukuk” gibi genelde dinlenilerek değil, okunularak öğrenilen bir bilimin, derste öğretilmesi nasıl mümkün olabilirdi?

Kendimce üç yöntem geliştirmiştim :

Birincisi, dersi slaytla işlemek. Slaytları da olabildiğince tablolarla, şemalarla, görsel malzemelerle, olay sorularıyla, meslek sınavlarında çıkmış testlerle zenginleştirmek. Yani, kitabı olduğu gibi slayta aktarmakla yetinmemek; kitaptaki bilgileri daha cazip ve daha kolay öğrenilebilir hale sokabilmek.

İkincisi, işlenen her konuyu mümkün olabildiğince somut örneklerle, günlük yaşamın diliyle aktarabilmek, gerektiğinde akademik dilden uzaklaşmak.

Üçüncüsü ise, ders sırasında öğrenciyle açık iletişim halinde olmak. Sadece “anlatıcı” konumda bulunmamak, öğrencinin de kendisine aktarılanları kavraması hatta sorgulaması için teşvik edici olmak. Derste yapılabilecek hataları hoş görmek, hatta hatalı bile olsa dersin konusuyla ilgili farklı açılımları desteklemek.

Eylül sonundan Mayıs sonuna kadar işlediğim tüm derslerde bu yöntemlere göre hareket ettim. Bu yöntemleri uygulayabildiğim ölçüde ben de mutlu oldum ve derslerimden keyif aldım; sanırım öğrenci de bu yöntemleri uygulayabildiğim ölçüde derslerimden istifade etti. Fakat, malumdur ki, ders sorumlusu denilen varlık da bir insandır. İnsan olmamızın sonucu da, bazı zaaflara ve eksikliklere sahip olmamızdır. En büyük eksiklik ise, herkesin algılama ve aktarma kapasitesinin farklı olmasıdır. Bir sene boyunca hiç tembellik yapmadım, hatta gereğinden fazla çalıştım, bu konuda mütevazı olamayacağım. Buna rağmen, bedensel zaaflardan dolayı bazı derslerde performans düşüklüğü de yaşadım. Ders saatlerimin ve ders çeşitliliğimin fazla olması, sürekli ayakta ve hareket halinde ders anlatmam, beni epey yordu ve bu yorgunluk kimi derslere olumsuz yansıdı. Buna bir de kronik uyku problemim eklenince, kimi derslerin sonunu zor getirdiğim bile oldu. Bu noktada, anlayışlı ve hoşgörülü davranan öğrencilerime de teşekkür ediyorum.  

Her şeye rağmen, tüm bu artılar ve eksiler terazinin kefelerine koyulduğunda, rahatlıkla artı kefesinin ağır bastığına vicdanen inanıyorum, bir sene boyunca işlediğim derslerin çoğunluğunda attığım taş ürküttüğüm kurbağaya değdi diyorum, kimi dersler ise sıkıcı ve verimsiz geçmiş olabilir, o kadar kusur kadı kızında bile olur diyerek kendimi teselli ediyorum. Şu aşamada içim rahat.  

Her birini çok sevdiğim İktisat Bölümü II.Öğretim öğrencileriyle yaptığım son dersin "son"u...
(15 Mayıs 2013 Çarşamba - HUK 104) 

“Son” haftanın içindeyiz. Bu akşam bir dersim var İşletme’lere. Yarın da son derslerimi yapacağım. Doğrusu şu ki, biraz tuhaf bir durumdayım. Bu haftanın başında, “ah şu hafta bir bitse de, biraz rahat etsem” diye düşünüyordum. Çünkü çok yorgundum ve son iki haftadır uyku problemim tavan yapmıştı. “Bir an önce dersler bitse” düşüncesi kafamda saplantı olmuştu. Hafta başladı, birer ikişer dersler bitti. Önce Borçlar Genel, sonra Roma, sonra İcra-İflas, sonra Şirketler Hukuku. Tuhaf olan şu ki, her “biten” ders, ben de “bitmemiş” gibi bir his uyandırdı, yani tam da “bitirdiğime” kendimi ikna edemedim. Bunda “derslerin bitmesine rağmen, konuların hepsinin bitmemesi”nin payı olabilir fakat asıl sebep bu değil.

Peki nedir sebep?

“Stockholm Sendromu”yla açıklayabilir miyim bunu? Benliğimi, kafamı, uykularımı, hayat düzenimi bir yıldır esir alan “periyodik ve sık aralıklarla ders anlatma vazifesi”, yarın akşam sona eriyor. Beni hem mutlu eden, hem de sıkıntıya sokan bir uğraşıdan, yaklaşık dört ay ayrı kalacağım. Dersler bitecek ama aklımın bir köşesi hep geçmiş derslerde olacak. Ayrılsam da kopamayacağım o mutluluktan ve o sıkıntıdan. İçimdeki “bitmemişlik” hissinin asıl sebebi bu olsa gerek.

Hülasa: Bu yıl, türlü sıkıntısına rağmen, onlarca gencin karşısına geçip sorumlusu olduğum dersleri öğretmeye çalışmak, az-çok öğretebildiğimi sezebilmek, en azından dersin anlaşılmasına katkıda bulunduğumu hissedebilmek, evet, güzeldi, çok güzeldi; ama inanıyorum ki, seneye her şey daha da güzel olacak.

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Mayıs 2013 – H 309 

Hiç yorum yok: