1.Gün – Cumartesi
: İki dosya dolusu düşman askerinin masada mevzilendiği görüldü. Birinci düşman
117 askerden müteşekkil, her bir asker en az 7 sayfalık teçhizata sahip. Dosya
üzerinde “Borçlar Hukuku Genel Hükümler” yazıyor, ki alemin bildiği tabirle bu
namert düşmana kısaca Borçlar Genel demek en doğrusu. İkinci düşman, daha bir
kalabalık: 154 asker. Her biri gladyatör kıyafetinde, sanırsın benim üzerime
değil de Kartaca’ya saldırmaya hazırlar. Dosyanın kapağını şöyle bir kaldırmamla,
Roma’nın bütün ihtişamı, kibri ve azgınlığı masaya taşacak gibi oldu, lakin
onlar Romalıysa ben de “evelallah yiğidin harman olduğu yerden”im, çevik bir
bilek hareketiyle dosyanın ağzını derhal kapatıverdim. İçimdeki Ulubatlı Hasan’ı
“hele bekle koçum, önce Borçların Geneli, sonra Doğru Roma” diyerek zor teskin
ettim.
Evvela “Borçlar
Genel” dosyasını önüme sürdüm. Düşman askerlerini kabından çıkarıp masaya
yığdım. Biricik silahım kırmızı tükenmez kalemi tüm gücümle kavradım. Destek
kıtası olarak fizy.com’dan Neşet Ertaş’ın türkülerine tıklayıverdim. Neşet Ustanın “ne güzel yaratmış yâr yâr seni
yaradan” türküsü eşliğinde, gözüme kestirdiğim en cılız sınav kağıtlarını bir
bir okumaya başladım. Bir iki üç derken kesildim. Üç askeri yere sermiştim
lakin bende de hâl kalmamıştı. Yiğidin harman olduğu yerden olduğuma kuşku
duymaya başladım. Ya benim hisseme yiğitlikten pek az düşmüştü; ya da bu söz
bizim ataların analarımızı tavlamak için sarf ettikleri boş bir böbürlenmeden
ibaretti. Kırmızı kalemi ağır ağır masaya bıraktım. Öldürdüğüm askerleri,
öldürülmeyi bekleyen askerlerin altına yastık yapıp, çıktıkları dosyanın içine
yeniden sıkıştırdım.
İlk
günkü muharebe yarım saat ancak sürdü.
2.Gün –
Pazar : Muharebe meydanına gitmedim. Düşmanlarım masada dosya içinde sarmaş
dolaş bekleştiler; bende evde pinekledim. Ölen kalan yorulan bayılan yok. Sessiz bir
Pazar işte. Başka ne olacaktı ki? Pazar günü de savaşacak değilim ya?
3.Gün –
Pazartesi : Muharebe meydanına gittim. Baktım düşman melül mahzun masada
bekleşiyor. Onları rahatsız etmek istemedim. Zaten yapacak başka işlerim de
vardı. O iş bitti, başka bir iş için eve gitmem gerekti. Oğlumu İstanbul’a
yolcu ettim. Velhasılı düşmanla öpüşüp koklaşamadan koca bir gün geçiverdi.
4.Gün –
Salı : Bu kez muharebe hayli kanlı ve uzun sürdü. Tam 23 askerin ağır ağır,
dinlene dinlene, zevkini çıkara çıkara hakkından geldim. Hatta arada bir mola
verip, öldürdüğüm askerlerin üzerinde zafer sarhoşu zalim bir kumandan edasıyla çay bile içtim. Askerin numarasını
yazmayayım, ayıp olmasın. Daha da savaşacaktım, fakat, masadaki kağıtlar
kırmızıya boyanmış kan denizini andırınca, midem bu vahşete dayanamadı,
bıraktım. Bir kez daha öldürdüğüm askerleri öldüreceğim askerlerle harmanlayıp
rulo yaptım ve dosyanın içine sürdüm. Ertesi gün bayram. Yani mesai yok. Savaşa
evde mi devam etsem, yoksa bir gün ara mı versem. Savaşa evde devam etsem diye
düşünürken, son anda karar değiştirip, düşmanı çantama yerleştirmekten
vazgeçtim. Bu savaş günlüğünü de hangi akla hizmetse, gecenin bir yarısı
yazmaya karar verdim.
Can
sıkıntısı insana neler yaptırıyor, akıl alır gibi değil…
To be continued…
Hüseyin Cem ÇÖL
1 Mayıs 2013 – Pelitli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder