Bu da benim ayıbım olsun. Sözleri Pir Sultan Abdal’a ait “Allah Allah Desem Gelsem”
türküsünü/deyişini, Muhlis Akarsu’nun ve adını bilmediğim bir kadın refikinin
yorumuyla, hayatımda ilk kez dün sabah dinledim.
İlk dinleyişimde yalan yok, bir anlam veremedim
sözlerine. Rüştü Asyalı’nın söylediği “Uyan Uyan Güzel” türküsüne kulak
aşinalığımdan olsa gerek, ezgisinin hatırına yeniden dinledim. Dinledikçe,
sözleri bana daha bir anlamlı geldi. Her dinleyişimde anlam halkası genişledi.
Arka arkaya kaç defa dinledim bilmiyorum. Bir ara Ruhi Su’nun yorumuna da geçiş
yaptım ancak çarçabuk geri döndüm, çünkü, Muhlis Akarsu ve kadın refiki (Selda
Bağcan değil sanırım) hem bu işin hakkını layıkıyla veriyor, hem de Ruhi Su’yu dinlemek
nedense beni çok yoruyor, işkence altında söyletiyorlarmış gibi rahatsız
oluyorum.
Önce bir kez hep beraber okuyalım, sonra bende
uyandırdığı çağrışımları aktarayım. Aşk ile buyurun:
Allah Allah desem gelsem
Hakkın dîvanına dursam
Ben bir yanıl alma olsam
Dalında bitsem ne dersin
Sen bir yanıl elma olsan
Dalımda bitmeye gelsen
Ben bir gümüş çövmen olsam
Çeksem indirsem ne dersin
Sen bir gümüş çövmen olsan
Çekip indirmeye gelsen
Ben bir avuç çavdar olsam
Yere saçılsam ne dersin
Sen bir avuç çavdar olsan
Yere saçılmaya gelsen
Ben bir güzel keklik olsam
Bir bir toplasam ne dersin
Sen bir güzel keklik olsan
Bir bir toplamaya gelsen
Ben bir yavru şahin olsam
Kapsam kaldırsam ne dersin
Sen bir yavru şahin olsan
Kapıp kaldırmaya gelsen
Ben bir sulu sepken olsam
Kanadın kırsam ne dersin
Sen bir sulu sepken olsan
Kanadım kırmaya gelsen
Ben bir deli poyraz olsam
Tepsem dağıtsam ne dersin
Sen bir deli poyraz olsan
Tepip dağıtmaya gelsen
Ben bir ulu hasta olsam
Yoluna yatsam ne dersin
Sen bir ulu hasta olsan
Yoluma yatmaya gelsen
Ben bir can alıcı olsam
Canını alsam ne dersin
Sen bir can alıcı olsan
Canımı almaya gelsen
Ben bir cennetlik kul olsam
Cennete girsem ne dersin
Sen bir cennetlik kul olsan
Cennete girmeye gelsen
Pir Sultan üstadın bulsan
Bilecek girsek ne dersin
***
Anlam deryasından benim payıma düşenleri şöyle sıralayabilirim:
Bir : Hak’tan geliyoruz ve gidişimiz Hak’kadır… Tüm aradakiler, bu
yolculuğu bir oyuna, bir eğlenceye dönüştüren ufak ayrıntılar yumağı… Aslolan
ise, yolun başında ve yolun sonunda Hak’kın olması.
İki : Hayat dediğimiz yolculuğun her bir ayrıntısı da aslında
Hak’kın dışında değil. Ağacından elmasına, çövmeninden çavdarına, kekliğinden
şahinine, rüzgarından yağmuruna kadar bu dünyada var olan her nesne, her bitki,
her hayvan, her doğal olay O’nun bir parçası, O’ndan gayrı bir şey
yok. Bu anlam da yol da O, başlangıç da O, varış da O… Yoldaki her varlık O’na
ulaştıran, O’nu hatırlatan, O’ndan bir iz taşıyan, yolculuk güzergahında bir "ayet".
Üç : Hayata böyle bakınca, hayatın her ayrıntısında Hak’kı görünce,
insanın içinde birlik ateşi yanıyor; kargaşa, kaos, savaş ortadan kalkıyor.
Kimle kavga edeceksin? Ağaç da sensin elma da, çövmen de sensin çavdar da,
keklik de sensin şahin de, yağmur da sensin rüzgar da… Bu bakış altında
“birlik” var… Bu bakışı özümseyenin kalbinde barış ışığı yanar; düşmanlığa,
kavgaya, nizaya yer kalmaz.
Dört : Bu yolculuğun iki yoldaşı var: Kadın ve erkek. Hayatın
mutluluğunu ve meşakkatini beraber yüklenecek iki refik. Biri diğerinin olmazı.
Birinin getirdiğini, diğer yana taşıyacak olan bir diğeri. Bu dünyanın
cilvesine beraber katlanacak, beraber yükü omuzlayacak, beraber ağlayıp beraber
gülecek, gereğinde didişecek, didişmeden sevgi doğacak, nesiller türeyecek... Kadın ve erkek, bir bütünün iki parçası. Bu iki parça, cennette
yani Hak’ta bütünlenecek belki.
Beş : Yurtta barış, dünyada barış eyvallah… Ama önce insanın kendi içinde barış… Bunun yolu da, yolun başını, sonunu ve yolun kendisini doğru
algılamakla mümkün, vesselam.
Hüseyin Cem ÇÖL
13 Mayıs 2013 – Pelitli