30 Kasım 2013 Cumartesi

Altıncı Uyarı


Birinden ödünç kitap almışsanız, söz verdiğiniz günde kitabı iade edin. Kitapla işiniz bitmemişse, sahibinden ek süre talep edin ve o süre bittiğinde kitabı mutlaka iade edin. Eğer kitabı size ödünç veren, kütüphaneci olma hayalleri kurarken yanlışlıkla hukuk fakültesi okumuş, sırf akla zarar kitap sevgisi yüzünden akademik aleme bulaşmış bir kitap düşkünü ise, kitap konusunda ne kadar hassas olabileceğini bir kez daha aklınıza getirin. Ödünç aldığınız kitap iki tane ise (Sorumluluk Hukuku ve Borçlar Hukuku Bilgisi), bu uyarılarımı iki kez düşünün.

Beni dördüncü kata çıkarmayın.

Hüseyin Cem ÇÖL
30 Kasım 2013 - Pelitli

27 Kasım 2013 Çarşamba

27 Kasım 1995 Pazartesi


Ulus’ta, kirli ve dar bir sokakta, ansızın yükselen bir iş hanındaki noterden düşük omuzlarla çıkmıştım. Yenik ve yorgun bir günün akşamıydı. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Elimde yeşil şeritli ciltli Baki Kuru. Nereye gideceğimi bilemeden bir müddet bakınmıştım etrafa can sıkıntısıyla. Topraklık dolmuşuna binmek gelmemişti içimden. Pencerelerin maviliği çekmişti içine beni.

O evden çıktığımda yenilgim katmerlenmişti.  

Hüseyin Cem ÇÖL
  27 Kasım 2013 – Pelitli

25 Kasım 2013 Pazartesi

"Yed-i" Değil "7"



Üç ders yaptım bugün: Sabah 9'da, öğleden sonra 14'de ve akşam 8'de. Her üçünde de öğrencilerin suratlarına şiddetli bir vize yumruğu inmiş gibiydi. İstisnasız hepsi bezgin ve yorgundular. Daha kötüsü somurtkan ve neşesizdiler. Doğrusu ben de bugün hayli yorgundum. O yüzden dersler pek öyle ahım şahım geçmedi desem yeridir.

Çalışmayı bilmek kadar, eğlenmeyi, neşelenmeyi de bilmek lazım. Ne çok çalışıp eğlenmeyi ihmal etmeli ne de hepten çalışmayı es geçip kendini eğlenceye vermeli. Her şeyde olduğu gibi, burada da bir dengeyi tutturmak en güzeli.

Vizelere çok çalıştık, yorulduk. Şimdi kefenin diğer tarafını doldurma zamanı. Sizi, eğer bilet bulabilirseniz, "7"ye davet ediyorum. "6", beklediğimden çok daha güzeldi, çocuklarımla birlikte çok eğlenmiştik, eminim ki, "7"yi izlemekten de çok keyif alacağım.

Unutmayın, keyfin telafisi olmaz.

Hüseyin Cem ÇÖL
25 Kasım 2013 - H 309

23 Kasım 2013 Cumartesi

Arafta Volta Atan Bir Teletabinin 22 Kasım 2013 Cuma Ruznamesi


Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir
İsmet ÖZEL 
“Herkesin bir derdi var, durur içerisinde…”
Volkan KONAK 
Neşesini suskunluğunun içinde saklayan, ağırbaşlı tavrının altında taşkın bir dere çağlayan, ne o yandan ne bu yandan olabilen, ne o yandan ne bu yandan vazgeçebilen, ne unutan (umarım) ne unutulabilen, arafta koşaradım volta atan, dağbaşında bir teletabi. 
“Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya”
Turgut UYAR
Altı üstü bir ayak deyip geçmeyin, ayaktaysak O'nun sayesinde... 
Günün özeti şu: “Etraf yeşile kesmiş, HES’ler yeşili kesmiş…” Acaba başka bir ihtimal var mıydı? Bilemem. Varsa bile artık geri dönüş zor… Gitti gider vaziyeti. Doğanın şemailinde eski haline irca olunamayacak tebdilatta bulunmuşuz el birliğiyle. Köylüsü nemalanmış, mühendisi nemalanmış, işçisi nemalanmış, müteşebbisi nemalanmış, devlet nemalanmış, işte bak ucundan kıyısından biz de nemalandık… Görünüşte herkes kârda, oysa herkes zararda… 

Hüseyin Cem ÇÖL
23 Kasım 2013 - H 309

Bir Kez Daha Rahmetle...


22 Kasım 2013 Cuma

Çivi


"Gökyüzünden söz etmeleri, yeryüzünü sömürmek içindir". 

Maximilien ROBESPIERRE 

"The Stoning of Soraya M." : Bunu Bir İnsana Nasıl Yaparsınız?



“Bunu bir insana nasıl yaparsınız?” diye sordu Süreyya.

“Allah’ın emri bu” dedi cemaat.

Filmin kalbi burası.

*

Dinle siyasi iktidarın evlilik yaptığı yerlerde, muktedirler kendi caniliklerine, kötülüklerine, menfaatlerine, nefsani arzularına din kılıfı geçiriyorlar ve bu kılıf altında her türlü değeri kolaylıkla ayaklar altına alabiliyorlar.

İktidar herkesi eşit biçimde bozuyor, nefsini terbiye etmemiş dindarı ise bozmuyor, sadece aslını (içindeki sırtlanı) gün yüzüne çıkarıyor.

*

Bir taş daha devrildi. Bu yılın sonunda (burada ya da başka bir mekanda) öyle bir yazı yazmalı ki, devrilen tüm taşların benliğimdeki karşılığı netlik kazanmalı.  

Hüseyin Cem ÇÖL
22 Kasım 2013 – Pelitli 

21 Kasım 2013 Perşembe

İdris :)






















Hukuk fakültesinde okumanın tüm zorluklarına ve mezun olduktan sonra yaşanabilecek tüm sıkıntılara rağmen; isteyelim ya da istemeyelim aramıza İdris'ler katılmaya devam edecek. Hayatın bir "yarış" olduğu düşüncesi beni hep rahatsız etmiştir lakin eğer hayat bir yarışsa "öne geçen" değil, "neşeyi muhafaza ederek gayret eden" gerçek kazanan olacaktır. İdris dostum! Hazıra konmayıp hayallerinin peşinden gittiğin için evvela tebrikler sana. Saniyen, bir ömür boyu neşeyi muhafaza ederek gayret etmeye hazırsan, bu hayatta gerçek kazanan olmak istiyorsan, gel, hem de koşarak gel! 

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Kasım 2013 - H 309

20 Kasım 2013 Çarşamba

"Incendies"e Dair


İnancın bir önemi yok. Önemli olan barış...

Aile kökünü araştırırken öğrenebileceğiniz en kötü şey ne olabilir? Bir düşünün! İşte düşündüğünüz şeyin çok daha kötüsü bu filmde var! <http://seyirci-koltugu.blogspot.com>

Afişteki görüntü, bari bir kız çocuğunu kurtarayım diye kendini öne atan Nawal'ın onu bile kaybetmesine sebep olacak kadar insanlıktan çıkmış adamların karşısındaki çaresiz anı. Küçük bir çocuğun varlığının bile inandıklarına, vahşiliklerine leke süreceğini düşündükleri için onu sırtından vuran adamların karşısındaki çaresizlik. Savaş öyle bir şey galiba. Her şeyi tüketerek yaşayıp giderken ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz. Savaş yaşamadık biz; ben, yaşıtlarım... Hayattaki pek çok gerçeği silip süpürüp götürüyordur sanırım. Ancak sinemada görünce hayal edebiliyor insan; gazetelerde, haberlerde görünce...Hayatın gerçeği olması ise düşünülemeyecek kadar korkunç. Film mi?.. Kesinlikle kaçırılmamalı. <http://benyazarsamolur.blogspot.com>

İnsanı tersköşe yapan, çok çarpıcı  filmlerden biri ''Incendies''..(Bu nedenle, filmi izlemeden önce film hakkında pek fazla bişey okumayın derim etkileyiciliğini kaybetmemesi için.) <http://gulsahelpe.blogspot.com>

Incendies öyle bir film ki en ufak bir spoiler yediğiniz anda ağır s.çarsınız. O yüzden filme dair hiçbir şey okumadan izlemeniz kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik. <http://genc-adam.blogspot.com>

Midemde garip kötü bir hisle kalktım filmin başından. Incendies insanda yaşama sevincini filan alıp götüren, sarsıcı, rahatsız edici filmlerden. Incendies'i tavsiye eder miyim, aman mutlaka izleyin der miyim, emin değilim. En iyi yabancı film Oscar'ına aday olmuş, müziğiyle, kurgusuyla, oyuncularıyla kaliteli bir film var karşımızda, ama bir o kadar da sert ve rahatsız edici. Psikolojinizi bir süreliğine bozacağı kesin. Herkese göre değil kısacası. Çok mutlu olduğunuz bir günde mutsuz olmak için tercih edilebilir. <http://150film.blogspot.com>

Savaşın dini imanı yok! Filmin yarısından sonra kafamda habire yankılanan buydu. <http://elestirelmedyagunlugu.blogspot.com>

Film ben de tokat etkisi yarattı. <http://haleninharesi.blogspot.com>

Yönetmen'in filmi hristiyan, müslüman savaşından öte bir yerlere taşıması ve savaşın çok içindeyken, aslında çok dışında birşey izlemenize sebep olması takdiri hakediyor bence... <http://simoneburada.blogspot.com>

130 dakikalık filmin sinema dili, geçmiş ve o anın birbirine karıştığı nefis kurgusu, yaratılan gizem ve gerilim dolu atmosfer o kadar güçlü ki, tabiri yerindeyse insanı filme çiviliyor. Anlattığı dönem itiberiyle 1975-90 yılları arasında Hristiyan Falanjistlerle, Müslüman kesim arasında yaşanan iç savaş çarpıcı karelerle filmin yan hikayesi olarak dikkat çekiyor. Ve filmin sonuna kadar korunan o gizemli sır bir tokat gibi insanı sarsıyor. Ve elbette Belçika'lı oyuncu Lubna Azabal'ın göz kamaştıran muhteşem oyunculuğu insanın içine işliyor. Filmin en güzel sahnelerinden birinde çalan Radiohead parçası You And Whose Army ise bir şarkı bir filme bu kadar güzel yakışır dedirtiyor insana. İç burkan, yürek yakan bir film Incendies. Aslında hayatın tüm güzellikleri yanında bir o kadarda trajedi barındırdığını anlatan çarpıcı bir hikaye. <http://happybluemondays.blogspot.com>

İlk izleyişte kaçırdığım detaylara hakim olabilmek için şimdi ikinci kez izleme zamanı!

Hüseyin Cem ÇÖL
20 Kasım 2013 - Pelitli 

19 Kasım 2013 Salı

Aklıma Gelmişken


Doksanlı yılların sonunda, bir Ramazan akşamı, Sivas’ta belediyenin tertiplediği bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılar İlahiyat Fakültesinden iki hocaydı. Konferans bitince soru faslına geçildi. Sivas’ın nevi şahsına münhasır, kitaba meraklı hatta kitaba sevdalı halk ozanı Ali Şahin her zamanki telaşlılığıyla el kaldırdı soru sormak için. Şiirlerinde “Canozan” mahlasını kullanan Ali Şahin uzun yıllar Sivas’ın bir yerel televizyonunda kültür-sanat programları yapmıştır, belki de halen yapmaya devam etmektedir. Kendisiyle birkaç kez Çerkezin Kahvesi’nde birlikte çay içmişliğimiz olmuştu. Konuşkan, samimi, sıcak ve biraz da saf bir kişilikte olduğunu gözlemlemiştim. O akşam Ali Şahin aklımda kaldığı kadarıyla konuşmacılara şu soruyu sormuştu: “Batı, hep akla, düşünmeye önem vermiş, maddi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Doğu ise daha çok duyguya önem vermiş, manevi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Neticede Batı maddi yönden zenginleşmiş, Doğu ise fakir kalmış. Batı ve Doğu arasındaki bu farklılığın sebebi nedir? Neden onlar maddiyata, biz ise maneviyata önem verdik?” Konuşmacıların biraz paniklediğini, hiç beklemedikleri bu kontratak sorunun şaşkınlığını tebessümleriyle kamufle ettiklerini, “şimdi ne desek bilmem ki?” dercesine birbirlerine baktıklarını çok iyi hatırlıyorum. Sonra biri söz aldı. “Belki” dedi, “Doğu’nun maneviyata daha çok önem atfetmesinin sebebi, üç büyük peygamberin de bu coğrafyada çıkmasıdır.”

Şimdi düşünüyorum da, aslında ne soru doğru veriler içeriyor, ne de cevap tatmin edici.

Hüseyin Cem ÇÖL
 19 Kasım 2013 – H 309