Epeydir burayı boş bırakmışım. Oysa yazılacak, üzerinde
yorum yapılacak ne çok şey vardı. Trabzon Devlet Tiyatrosunda izlenen oyunlar
(Trabzon’da tiyatro olmasa bu şehri sever miydim?), satın alınan ve pek azı
okunan birkaç kitap (Malcolm X’e dair bilmediğim ne kaldı?), umutla başlayan
tatsız biten bir Erzincan yolculuğu (can Erzincan iken hüsran Erzincan), özel
hukukun tüm koridorlarında hızla dolaşıyor olmanın yorgunluğu (ve mutluluğu),
doktora yapıyor ya da yapamıyor olmanın verdiği hiç’lik duygusu (GG’ye
teşekkürlerimle), bahar ve güz arasında (benim gibi) kararsız bir Trabzon,
kalabalıklaşan (ve kalabalıklaştıkça sevimliliğini, sıcaklığını kaybeden,
mekanikleşen) bir ortam… Hiçbirini yazamadım, çünkü yazmak biraz da “kendini
ele vermektir”. Muhatabın olsun ya da olmasın, yazmışsan, yazı senden çıkmışsa,
artık anılarının, duygularının, düşüncelerinin, korkularının, mutluluklarının,
kızgınlıklarının tek hakimi sen değilsin; başkalarının gözü, kulağı, aklı da
artık senin hayatının içinde. Bu kadar “ortada” olmak, evet korkutucu.
Yine de yazmak lazım. Hem de, 140 vuruşun cazibesine
kapılmadan, uzun uzun yazmak lazım. Kelimelerin arasında başka bir dünya inşa
etmek için ya da ne bileyim içimizdeki saf, bozulmamış öteki benliğimizin nefes
alması için. Ortada olmak korkutucu da olsa yazmaya devam.
Yarın yeni bir gün başlıyor. Haziran’a kadar sürecek tatlı
bir yorgunluğun arafesindeyim. Yine haftanın her günü dolu, hatta kısmen hafta
sonları bile. Pazartesi BORÇLAR, Salı ROMA, Çarşamba İCRA-İFLAS, Perşembe ve Cuma
TİCARET. Haftada 12 defa sahne almak demektir bu.
Burada can alıcı soru şu: Tamam bu kadar derse giriyoruz da
öğrencilere ne öğretiyoruz? Suya yazı yazdığımı düşünecek kadar karamsar
değilim, elbet o kadar ter, o kadar gayret boşa değildir fakat dersler nasıl
geçerse geçsin hep bir eksiklik duygusu bu işi yaptığım sürece hiç yakamdan
düşmeyecek.
Ama şundan eminim: Bu kadar derse girmekle öğrenciyi bilmem
de ben çok şey öğreniyorum. İlkgençliğimin Sivas’ta yayınlanan edebiyat dergilerinde
– hassaten Kızılırmak’ta- şiirlerini okuduğum hatta şiir defterlerime özene
bezene şiirlerini yazdığım akademisyen Metin Boşnak, geçenlerde öyle bir tweet
attı ki, taşı gediğine koydu:
Her yeni öğrenci nesli kendince bir şeyler öğretir hocaya. İlk
nesille son nesil öğrenciler arasında sadece hoca evrilir bazen. :)
Allah bana kolaylık versin vesselam.
Hüseyin Cem ÇÖL
17 Şubat 2013 – Pelitli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder