ŞUBAT… Hayat ergenlikte başlar ve galiba ergenlikte biter. Gerisi uzatma yıllarıdır, hakem ne zaman keyfi isterse o zaman mezar noktasını gösterir. Ergenlikte yaşadığımız travmalar bitiş düdüğünü beklerken sahada dolandığımız o anlarda, anlıyorsunuz ya, hayat boyu peşimizi bırakmaz. Hayat, ergenlikte yani erkenden kaybedilmiş bir savaştır. Enkazını sevenler, enkazında dişe dokunur bir iz olduğu sanısına kapılanlar, hayatın ilerleyen dilimlerinde, evet anladınız sahada aval aval dolanırken, daha az mutsuz olur. Ama merak etmeyin, öyle ya da böyle herkes ölür.
TEMMUZ… Beşirli Sahilinde, sabahın
yedisinde, denizin soluk kesen nahoş kokusu eşliğinde hızlı adımlarla yürüyorum.
Sahur yapalı bir-iki saat ancak olmuş fakat oruçlu değilim. Oturmaya yatkın
bacaklar hızlı adımları kaldıramıyor, çöküyorum bir banka. Parçalanmış hikayeler arasından hayata dair bir anlam düşürmeye ya
da hiç değilse sayfalardan yürüyüş yoluna hatta hırçın denize bir tebessüm
vesilesi aktarmaya çabalıyorum. “Karısı bütün evi silip süpürdü, sonra da
akşamüstü adamı terk etti” cümlesini okuduğumda üzerime bir hayat yorgunluğu
çöküyor, terk eden de, terk edilen de sanki benmişim gibi.
KASIM… Öfke, hayattan muradını alamamışların
savunma mekanizmasıdır. Oysa kimse hayatından memnun değildir. Muktedirlerin de
rahat olduğu sanılmasın. Belki en çok onlar huzursuz gezinirler TOMA’nın
içinde. Belki de imrenilesi insan, ergenliğinde ağır saldırı altında tüm
özdenetimini kaybettiği ve artık bu dünyada kaybedecek bir şeyi kalmadığı için,
kafalarında deli bir duman halesiyle
herkese omuz atanlardır.
*
“Edebiyatın sonu şizofrenidir” demiş
John Utaka. Lütfen biri “Utaka fena yanılıyor, Allah onun belasını versin”
desin.
Hüseyin
Cem ÇÖL
17
Kasım 2014 – H 309