13 Ocak 2014 Pazartesi

Büyük ve Küçük Yazar Farkı


büyük yazar ile küçük yazar arasında kanımca şu fark vardır: büyük yazarların kişileri (kahramanları) saydam değildir, karışıktır; kolay kategorize edilemez, derinliklidir. küçük yazarlar ise kişileri kabaca iki sınıfa ayırır ve eserini bu iki zıt kutup arasındaki didişme üzerine inşa eder. büyük yazar, ele aldığı kişiyi eserin başından sonuna kadar anlamaya, analiz etmeye, deşmeye çabalar; küçük yazar ise kişisini pek sathi ele alır, belli klişelere oturtarak daha kolaycı bir yol benimser. büyük yazar, öğrenci edalıdır, dikte edilecek doğruları yoktur, okurla birlikte bir şeyleri anlamaya, öğrenmeye heveslidir. küçük yazar ise öğretmen edalıdır, her şeyin doğrusunu bildiğini ve –daha da kötüsü- sadece kendisinin bildiğini sanır, bu yüzden eseri, dünya görüşünü (ideolojisi, dini vs.) tebliğ eden bir araçtan farksızdır.

(ha unutmadan “bütün genellemeler yanlıştır” aforizmasını herkesçe görülecek bir yere not etmek de elzemdir şüphesiz.)

Hüseyin Cem ÇÖL
23 Ağustos 2006 - ANKARA 

İkindi Namazının Sünneti


görmesem de pekala olur seni. görüşmesek... konuşmasak… öyle ya ne eksilir ki hayatımdan? hiç. okumasam yazdıklarını. birikimine, biriktirdiklerine tanık olmasam… bilmesem yaptıklarını… acılarını öğrenmesem, hayallerini, takıntılarını, açmazlarını, tuhaflıklarını… zararım ne olur ki? hiç. takip etmesem seni… nerdesin, ne yapmaktasın, ne okumaktasın, ne yazmaktasın, ne dinlemektesin, ne düşünmektesin bilmesem, bildirmesen. ne değişir hayatımda? hiç.

ama olmuyor. görüşmesek de, konuşmasak da, yazışmasak da; sen hep aklımdasın işte. hep, “nasipse yarın” diye kandırarak kendimi.

ne unutulan, ne unutulmak istenilen, ne de kavuşulabilen.

Hüseyin Cem ÇÖL
8 Eylül 2006 - ANKARA

"Ben Ruhi Bey Nasılım?"



Sis - nereye getirdin beni böyle? neresi burası?

Cem - kelebek vadisi. hep anlatırdım ya. benim asıl mekan burası. nasıl güzel mi?

Sis - evet çok güzel. iki sırdaş dağın arasına kucak açmış bir koy. nedir sende buranın karşılığı söylesene.

Cem - burada dağlar “kocaman”, deniz “engin”, kelebekler “rengarenk”. ve tüm bunların insandaki karşılığı özgürlük. baksana şu dağlara. nasıl da müşfik ve koruyucular. insana nasıl da güven veriyorlar. adı bile babadağ…. ya şu denize ne demeli. sana doğru koşuyor adeta. tüm gizini açmış adeta seni davet ediyor kendine. doris day’in gülümsemesi gibi. ya bu kelebekler!.. rengarenk, canlı ve mütebessim. işte hepsi bu.

Sis - peki, bu kadar övgü yeter. herhalde buraya beni kelebek vadisi’nin reklamını yapmak için getirmedin. asıl konuya geliver.

Cem - asıl konu ruhi bey.

Sis - a okudun demek. ne çabuk.

Cem - irmak şiir diyorlar ama nil değil anlaşılan, olsa olsa göksu. pek vaktimi almadı. dün gece bir
siteden buldum ve sabaha doğru okudum işte.

Sis - eee… nasıl buldun ruhi bey’i? iyi miymiş?

Cem - yok, benden klasik cevaplar bekleme. iyi mi, kötü mü bilmem ama sonuçta o bir insan ve dolayısıyla da bir alem. keşfedilmeyi, çözümlenmeyi, anlaşılmayı bekleyen ademciklerden biri işte. her yanından muamma ve bilmece akıyor.

Sis - bu doğru. muamma ve bilmece. peki çözebildin mi bu ruhi bey denen bilmeceyi?

Cem - kısmen.

Sis - anlat öyleyse avucundakileri.

Cem - öncelikle eserin tekniğinden başlamak lazım. bu türde bir şiiri ilk defa okuduğumu söylemem lazım. türk edebiyatında başka bir örneği var mı onu da bilmiyorum doğrusu. şiirin merkezinde bir “adam” var. bu adam, çocukluğuna, geçmişine dönüyor; daha doğrusu bilinçaltını eşeliyor ve bulabildiklerini, çıkarabildiklerini, hatırlayabildiklerini aktarıyor. bir yandan da, bu gizemli adamla bir şekilde vakit geçirmiş olanlar (çiçek sergicisi, meyhane patronu, garsonu, otel katibi, terzi yorgo, bir defa ilişkiye girdiği genelev kadını ve cenaze kaldırıcısı), kendi bakış açılarında anlayabildikleri, algılayabildikleri ölçüde anlatıyorlar adamımızı. böylece, hem içeriden, hem dışarıdan tanımaya başlıyoruz bu “tuhaf” kahramanı.

Sis - evet, hem tuhaf, hem acınası, hem de sevimli değil mi?

Cem - acıdığın için sevimli buluyorsun sen. neyse, ben kaldığım yerden devam edeyim. unutturma bana söyleyeceklerimi.

Sis - tamam sustum, devam et.

Cem - bu teknikle yazılan başka bir şiir bilmediğimi söylemiştim. ama bu teknikle yazılan birkaç roman okudum. mesela, abdülhak şinasi hisar’ın “fahim bey ve biz” romanı. bu romanda da, merkezdeki kişi o’nu tanıyanların dilinden nakledilir. böylece farklı açılarla ve deneyimlerle şekillenen dağınık bir portre geçer elimize. elimizdeki dağınık parçaları birleştirme işini de yazar biz okurlarına bırakıyor.

Sis - bir nevi puzzle gibi.

Cem - evet, aynen öyle. puzzle gibi. şunu ekleyeyim unutmadan: fahim bey, sıra dışı bir tiptir fakat bu sıra dışılıkta “toplumsal bir muhalefet bilinci” yoktur.

Sis - ruhi bey’de bu bilinç var mı?

Cem - elbette var. ruhi bey’in kendini toplumdan soyutlaması, adeta yaşamıyor gibi yaşaması, hep bir bilincin ürünü. bilerek yapılan bir tercih ruhi bey’inki. bir nevi isyan. ben bu hayatı kabul etmiyorum ve kabul etmediğim hayatta rol almak istemiyorum diyor adamcağız tüm varlığıyla. toplumun tüm kurallarına tek başına ve hayatını ortaya koyarak karşı duruyor. bir yönüyle idealist, bir yönüyle nihilist, bir yönüyle de anarşist bir tutum onunki.

Sis - ya fahim bey?

Cem - fahim bey sadece hayalperest. sevimli bir oyuncak sadece o. bu dünyada böylesi insanlar da varmış diyeceğiniz türden zavallı bir kişi. ama o da bir “loser” sonuçta ruhi bey gibi.

Sis - ruhi bey’in ki bile bile lades durumu galiba. fahim bey ise daha bir “çocuksu”. ne yaptığının farkında olmayan bir çocuk.

Cem - çok doğru bir tesbit. dinleyen anlatandan arif olsa gerek derler.

Sis - peki başka roman var mı bu teknikle yazılan?

Cem - aklıma bundan başka aziz nesin’in “tatlı betüş” geliyor. teknik olarak benzeşmelerinden ziyade içerik olarak da iki tip arasında yakınlıklar vardır. tatlı betüş, küçük yaşta bir yakınının tecavüzüne uğramıştır ve bu onda, hayatı boyunca erkeklere ve insanlara karşı hiç bitmeyen bir kin tohumunun yerleşmesine neden olur. bu açıdan, tatlı betüş’e ruhi bey’in kadın versiyonu diyebiliriz. ruhi bey’de, sen de biliyorsun ya, üvey annesinin cinsel tacizine uğrar limonlukta.

Sis - peki, bu olayın ruhi bey’in ruhi bey oluşundaki etkisi ne sence? her şeyin düğüm noktası o limonlukta yaşananlar mı?

Cem - hayır. bence değil. üvey annesinin cinsel tacizine uğraması, ruhi bey’in trajedisinin ana faktörü değil ama kuvvetli bir tetikleyicisi. üvey annesi ona o “kötülüğü” yapmasaydı bile, ruhi bey, burjuva hayatına karşı yine tavır takınacak ve yine şiir boyunca tanımaya çalıştığımız ruhi bey olacaktı.

Sis - şunu bir özetleyelim. kim bu ruhi bey kısaca?

Cem - ruhi bey, toplumdan kendini bile bile dışlayan insan. özgürlüğünü kendini toplumdan soyutlamakta bulan bir tip. geçmişinde yaşadıkları (=cebindeki ölüler) o’nun bütün hayatını etkilemiş. bir ayağı geçmişinde olduğu için, bugününü mahvetmiş ve yarını da olmayan biri.

Sis - var mı bir örneğin? ama romanlardan değil, gerçek hayattan…

Cem - hani bir sanat müziği sanatçısı vardı ya… adam, eşsiz besteler yaptıktan sonra, üç-dört metrekarelik bir çöp evde tek başına yaşamaya başlamıştı. saçı sakalı birbirine karışmış, pislik içinde. paparazziler her yıl hacca gider gibi bu adamın yanına gidiyorlar, bi dolu malzemeyle dönüyorlardı. “dön eski hayatına, seni sevenler var, yeniden besteler yap falan” diyorlardı. adamcağız en sonunda ikna oldu ve yeniden eski hayatına döndü. saçını sakalını kesti, temiz giysiler giyindi. sonra ne oldu bilmem. belki paparazziler kendilerine kızıyorlardır. amma salak adamlarız iyi
kötü bir malzememiz vardı, onu da kendi elimizde yok ettik diye.

Sis - ruhi bey’in topluma yabancılaşması ile bu adam arasında benzerlik mi kuruyorsun?

Cem - evet, çok benziyor. ruhi bey vakası “burjuva hayatından tiksinmesinin” sonucu. sözünü ettiğim ve adını hatırlayamadığım sanat müziği sanatçısının ana meselesi de bu zaten. mücadele etmiyorlar ama kaçıyorlar. bu da bir tür kabullenmeme biçimi.

Sis - peki ya ruhi bey’in edip cansever’le ilintisi?

Cem - bilinemez ki bu sorunun cevabı. edip cansever, sadece kendi hayatından, kendi bilinçaltından damıttıklarıyla mı bu şiiri kotarmış, yoksa başlı başına kurgusal bir kahraman mı yaratmış, bilemeyiz.

Sis - bir de bu şiirin oyunu oynanmış galiba.

Cem - ya, hiç sorma. acıma parmak bastın. uğur polat’ın (ki kendisini ne çok takdir ederim) ruhi bey’i canlandırdığı oyunu seyretmediğime ne kadar yandım bilemezsin. bu oyunları da kaçırırsak büyük şehirde hele başkentte yaşamanın ne anlamı kalır ki! şu tiyatroya gitmeyi bir huy edinemedim kendime. oysa ben tiyatro oyunu okumayı ne çok severim. sanki gereksiz tasvirlerden arındırılmış sadece diyaloglarla sınırlandırılmış roman gibi. “romanın kılçıksız halidir tiyatro oyunları” bence.

Sis - romanın kılçıksız hali. ay, ben bunu not alayım. kendimin diye satarım arkadaşlar arasında. havam olur.

Cem - işine yarayacaksa ben de çok laf var. ama ucuza vermem bilesin.

Sis - bak sen. anjel’e bakan ruhi bey gibisin şu an. burası çok ıssız zaten. içimi ürküntü bastı.

Cem - yok daha neler.

Sis - bırak şimdi. bütün erkekler aynı değil mi sonuçta.

Cem - belki ben değilimdir.

Sis - bir deneyelim istersen.

Cem - pekala dene.

Sis - bu şiirde en çok aklında yer eden üç mısrayı düşün. düşündün mü?

Cem - evet, düşündüm.

Sis - şimdi bana dürüstçe cevap ver. bu üç mısradan biri, meyhane patronunun kadınlar için söylediği sözler değil mi?

Cem - evet haklısın ama orası şiirin en komik yeri. akılda kalmayacak gibi de değil hani. dinlesene şu mısraları:

kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
ne yapayım öyleyim
kadın dendi mi sanki ben
vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.

Sis - neyse bahsi ben kazandım bak. sonuçta siz erkekler hep aynısınız. şiire bile şeyinizi sokmadan edemezsiniz.

Cem - bu yargı ağır oldu ama neyse misafirimsin sonuçta. sana “da” kızacak değilim ya. neyse şiirden başka bölümler de okuyalım istersen birlikte. vadide şiir okumak, o sokakta şiir okumaya benzemez. buranın havasında bile şiir fonu var baksana.

Sis - öyle haklısın. oku bakalım.

Cem - direk ruhi bey’i tanımlayan mısraları okuyacağım. böylesi daha iyi sanırım.

bütünüyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, onbinlerce kedinin hep birden kımıldandığı
kedilerle örülmüs bir semte
ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
her şeyin ama her şeyin çok dıştan fark edildiği
eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
belki de genç bir sairden ödünç alınan.

yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor ruhi bey
düşünmesi mi daha sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi.
boş vermiş de sanki oyunun kurallarına 
üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
azıcık vakit kalmış
ya da vakit var daha ama ne çıkar
gövdenin yazgıya baş kaldırması mı
ruhi beyin başkaldırması mı yoksa

Sis - çok güzel. meyhane patronunun tanımlaması da hoş. onu da ben okuyayım.

Cem - lütfen.

Sis - pekala.

bu meyhaneyi yirmi yıldır işletirim
doğrusu ruhi bey gibisini hiç görmedim
mısırçarşısı’nda baharatçı dükkanları vardır, bilirsiniz
ruhi beyi ben o dükkanlara benzetirim
binlerce şeydir çünkü ruhi bey
nanedir, ada çayıdır, zencefildir
bu çevrede herkes onu tanır
bana sorarsanız tanımaz
şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
gülmesi hüznüne
konuşması susmasına batar.

Sis - vadide hava iyice soğudu. bırakalım istersen. uykum geldi. hem senin de sabah işin var biliyorum.

Cem - pekala. fakat şunu söylememe izin ver. iyi ki bu şiiri okumama sebep oldun. sen olmasan hiç tanımayacaktım ruhi bey’i.

Sis - eh peki, en başta sordum söylemedin, şimdi söyle bari. ruhi bey nasılmış?

Cem - iyiymiş, hem de çok iyi!..

not : edip cansever’in "ben ruhi bey nasılım" isimli şiir kitabı, halen piyasada "şairin seyir defteri" isimli şiir kitabının içinde yer almaktadır. bu güzel şiiri okumaya heveslendirdiklerim varsa ve güzelim paracıklarına kıyıp şiir kitabı alamıyorlar veya almak istemiyorlarsa, bu şiirin tamamını şu linkten okuyabilirler: http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=17.

ben de öyle yaptım netekim!

Hüseyin Cem ÇÖL
8 Eylül 2006 - ANKARA 

10 Ocak 2014 Cuma

16 Haziran 2008 Günlerden Bir Gün İşte


Elvankent-Cebeci arası banliyö treniyle 45 dakikaydı. Çokluk, dalgın ve yorgun olurdum yol boyunca. Elimde Allahın emri bir kitap. Biletleri ayraç niyetine kullanmayı işte o bitmez tren yolculuklarında huy edinmiştim. Her ayraç, hem hayatımın yanılgısı, hem hayatımın anlamı hem de hayatıma anlam katan yanılgı oldu. Ne okurdum? Ne bulursam… Ve ne çok bulurdum. Üç kuruşluk maaşımın hatırı sayılır bir kısmı Olgunlar Sokağında, Zafer Çarşısında, Karanfil Sokakta, Sakarya Caddesinde, Cebeci’de, hatta son yıllarda Demetevler’de pul oldu gitti... Bir ömür aramakla ve ne mutlu bana hep bulmakla geçti. Bir ömür kitap eşelemekle geçti. İyi mi ettim? Bir tercih hakkım yoktu ki iyi mi kötü mü ettim bileyim. Kitapların içine evet isteyerek gömüldüm ama bu bir tercihin sonucu olmadı ki. Başka bir hayat bilmediğim için kelimelerin kara kaplı kitaplardaki bitmek bilmez yolculuklarına katılmak zorunda kaldım. Başka bir hayat bilmiyordum ama sayfalar arasında kendini gizleyen fettan güzeli keşfetmeyi çok iyi biliyordum. Hayattaki tek hünerim de bu oldu. Eşelenirken kalbime heyecan veren her kitap, gözüme bakir bir kız gibi göründü yıllar boyunca. Aceleyle okumam, sıcağı sıcağına kitapla hemhal olmam hep bundandı. Eve kadar sabredemezdim de, çokluk yolda yarılardım. O kadar maymun iştahlıydım ki, hiçbir güzelliğe kayıtsız kalamazdım. Şu tarafmış, bu tarafmış diye ayırmazdım hiçbirini, hepsinin tadını aldım, hepsinin aynı kaynaktan beslendiğini fark edene kadar. Zaman oldu ben de o kaynağa karıştım. Şu taraf, bu taraf derken kendimi arafın ortasında nefes nefese koşaradım volta atarken buldum.   

Sis, bana mektup yaz.

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Ocak 2014 – H 309 

9 Ocak 2014 Perşembe

Gamze


Murat Menteş (1974 - ?)

Korkma Ben Varım romanındaki "Şebnem'in, gülümsediğinde U harfine benzeyen ağzı, yanaklarında beliren parantezlerin içinde kalıyor" cümlesi tek başına Murat Menteş'i büyük bir yazar yapmaya yeter mi bilmem ama ne kadar farklı bir yazar olduğunu göstermek için kâfi.

Yanaklarında beliren parantezler ha! Hay Allah!

Hüseyin Cem ÇÖL 
9 Ocak 2014 - H 309

7 Ocak 2014 Salı

Hercümerç


Hayat, güzel olduğu kadar nankör de... @ "The Holiday" filmini dün akşam izledim. Kadınlara hitap eden, bilhassa eğitimli, kariyer sahibi ve henüz aradığı eşini bulamamış kadınlara hitap eden bir mesaj aktarıyor: Sıkıntı yapma, eninde sonunda "aşk mümkün". @ Kate Winslet'in ağlak suratı bir tek bana mı çekici geliyor acaba? @ Sabah, saat beşte otogara gitmek için evden çıkarken, kitaplıktan bir kitap seçip yanıma aldığımı tam kapıda ayakkabılarımı giyerken fark ettim. Bir Ankara alışkanlığı bu. En az 45 dakikalık otobüs seferlerinde zamanı boş geçirmemek için kullandığım bir yöntemdi evden çıkarken yanıma kitap almak. @ Demokrasi hepimizin ortak yalanı. Özel hayatımızda ne kadar demokratsak aslında sadece o kadar demokratız. @ Sınavlardan, sınav ortamından sıkıldım. Bahar dönemi başlayana kadar zorunlu işler dışında fakülteye adım atmasam mı? Baharda ilk kez anlatacağım Rekabet ve Medeni derslerinin hazırlığını evde yapamaz mıyım? Ama ben eve iş getirmeyi de hiç sevmem ki! Ne yapmalı? Belki Lenin biliyordur ne yapmak gerektiğini. @ Sınav zamanı twitter, öğrencilerin ağlama duvarına dönüyor. @ Metin Boşnak deist midir? @ Yarın hayatımda ilk kez Rize'ye gidiyorum. 3.5 yıldır Trabzon'da olmama rağmen, şimdiye dek bir kez bile Rize'ye gitmemiş olmak, hayır niye şaşırtıcı olsun ki? @ Küçük kızımı çok özlemişim. Bu sabah kavuştuk nihayet. @ Yazılacak raporlar, okunacak sınav kağıtları, slaytları hazırlanacak dersler... Şükürler olsun, ne çok iş var!

Yediocakikibinondörtsabahındabennehaldeyim?

Hüseyin Cem ÇÖL
   7 Ocak 2014 - Pelitli

6 Ocak 2014 Pazartesi

Tadımlık Niyetine Küçük Notlar...


Sayın ŞAİR hocam hakikaten merak içerisindeyim. Cidden ama cidden soruyorum. Harbi, belediyenin önündeki fışkiyeyi kim kırdı? (Ecem Seymen)
Baklava suratlı, bıyıklı adama söylediğim gibi valla ben kırmadım.

Bu kadar nankör olma Kate. Biraz kıymet bil. (Gözde Muratoğlu)

Hocam, umarım bir gün Kate Winslet ile tanışırsınız. Bu şarkıyı Kate ile olan büyük aşkınıza ithaf ediyorum. Vega: Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı… (Büşra Nur Özdemir)

Cem çok romantikmiş. Bence Kate Winslet kaybetti. (Burcu Sezer)
Duy Kate duy!

Kate Winslet de kimmiş? Sen daha iyilerine layıksın Cem. (Merve Nur Saral)

Belki şurda küçük tatlı sevimli bir 100 vardır. (Gizem Uzun)

Kate ayıp etmiş. (Seyyit Ferhat Gündüz)

Cem’e yazık olmuş. (Aydoğan Emral)
Deme öyle. Aşk karşılık bulacak diye kesin bir kural yok. 
Sertab Erener'in dediği gibi "böyle de güzel". 

2 senedir bu dersi alıyorum. Aldığıma hiç pişman değilim. Seneye yine alırım. (Duygu Moral)
Ciddiysen final notunu 1 yapabilirim. Yapayım mı?

Sevenin bahtı kara, sevmeyenin… (Murat Tanrıverdi)

Borcunu finalde ödemeyenler / Temerrüde bütde düşerler (Muhammed Gürer)

Bir gencin duygularıyla bu kadar kolay oynanılmamalı. Artık daha gerçekçi hayaller kurmalı. Nasılsa sözleşmeyi de iptal edemiyor. Hak eden başkası çıkar elbet…(Asena Sezer Çavuşoğlu)

Hocam 3. defa alıyorum dersi. Vizem de 76’dır. (Adem Okudan)

Sorunlar, sorunlarla dolu hayatlar
Ama yine de devam eder, hayat sanılan o boş anlar
Seversin olmaz, o da ister ama varamaz
Hep bir engel çıkar karşına, hapseder seni
O güneş görmeyen hücre odasına
Çalışırsın ama kazanamazsın, sevgiliye bir gül bile alamazsın ama işten de çıkamazsın
Çünkü evde ekmek bekleyenlere kıyamazsın
Hakkını yerler susarsın, başkaldıramazsın
Sonra gece için için ağlarsın
Nedendir bilmem her şeye inat yine de yaşarsın. (Eser Rende)
İlham hiç olmadık zamanda gelivermiş.

Bakarsınız bir gün kapınız çalar. Gelen Kate Winslet’tir. (İsmail Fatih Öztürk)

Ben niye tanımıyorum bu Kate Winslet’i. (Ünal Aydın)

Hocam bol bol meyve yiyin, kalın giyinin, terli terli dışarı çıkmayın sonra hasta olursunuz. (Ahmet Kılıçcı)

Bu dersi geçemezsem seneye yine sizinle olmak keyif verici olur. (Duygu Taş)

Twitterda Kate Winslet’ten bahsettiğinizde hiç bu denli şeyler yapabileceğiniz aklıma gelmemişti doğrusu (Hacer Handegül Beşer)

Bazen gerçekler gözümüzün içine içine girmesine rağmen görmek istemeyiz fakat Cem’in bunu fark etmesi gerekiyor. Acil şifalar. (Safiye Berber)

Tek derdi reddedilmek olsun. Bizim gibi bütünleme korkusu olmadığına şükretsin. (Betül Ceren Özceyhan)

Bize küçük mutluluklar verin. (Pelin Arıcan)

Gelemedim bu derse
Çok pişmanım sor niye?
İlk sınav 34, final son çare
Acı bana Cem Hocam bırakma BÜTE! (Faruk Emre Tüzün)

Şimdi değilse, ne zaman? Ben değilsem, kim? (Havva Çoban)
Pardon?

Hayallerin altından kalkamayacağın kadar büyük olmamalı (Nursel Demirhan)

Hocam 4 yanlış 1 doğruyu götürme olayını rafa kaldıralım lütfen… Elimizde avucumuzda zaten çok bir şey yok, olan da heba olmasın… (Harun Şimşek)
4 yanlışın 1 doğruyu götürmesi beni de rahatsız ediyor. Bu hususta radikal bir değişiklik yapmayı epeydir düşünüyorum. Fakat tepkilerden ürktüğüm için cesaret edemiyorum. Cesaretimi toplarsam 1 yanlışın 4 doğruyu götüreceği güzel günlere yelken açacağız, hiç endişen olmasın.

Siz Kate Winslet’ten daha iyilerine layıksınız Hocam. (Derya Dağdelen)

Saikte hata vardır. Çünkü Cem pırlantayı alarak onun haklarını da almış olur ve anlaşma yapılmamıştır. Yani ben bu pırlantayı bir iş için alıcam olursa bende kalacak olmazsa sana geri iade edeceğim demediği için iptal edilemez. (Mehmet Yalçın)

Hocam yaşama sevinci olan değişik bir adamsınız. Sizi tebessüm ederek takip ediyorum. (Taner Paslı)

Seviliyosunuz hocam. Hülooğğğ... (Buğurcan Kalır)
Bana işte bunlarla gelin.

Hüseyin Cem ÇÖL
6 Ocak 2014 – Pelitli

3 Ocak 2014 Cuma

Bir Bir


Bir bir eksiliyoruz. "Sıradaki kim?" diye sormuştum o şehre sitem ettiğim yazıda. Sıradaki eşimin dayısıymış.

Hüseyin Cem ÇÖL
3 Ocak 2014 - Cuma 

2 Ocak 2014 Perşembe

Alteum Non Laedere!




Hak edene zarar vermek bazen iyidir.

Hüseyin Cem ÇÖL
2 Ocak 2014 - H 309

29 Aralık 2013 Pazar

Kampüste Koyunlar...


An itibariyle H 309 penceresinden hayatın görünümü...  (Saat : 09.19)

Kampüste koyunları gördüğümde aklıma gelen ilk sorunun "bu yasal mı?" olması, farkındayım, komik değil, trajikomik.

Hüseyin Cem ÇÖL
 29 Aralık 2013 - H 309