17 Ocak 2014 Cuma

"Elli Metre Yüksekten İçi Su Dolu Konserve Kutusuna Balıklama Atlamak" : Herşey Aptalca Diye Başladı Soytarı


"Neden ama Isabella?"


Şu yazıyı okuyan üç beş kişinin neşesini kaçırmayı hiç arzu etmem ancak söylemek zorundayım ey kâri, boşa kürek çekiyoruz, batsın bu dünya!

Hüseyin Cem ÇÖL
17 Ocak 2014 - Pelitli 

15 Ocak 2014 Çarşamba

Ona Küçük Notlar Yazın...


Tadımlık niyetine... 







































Dersime gösterdiğiniz ilgiye; tebessüm ettirici, onurlandırıcı ve daha iyisi için şevklendirici "küçük" notlarınıza teşekkür ederim. GAYRETİ ve TEBESSÜMÜ eksik etmeden bir ömür geçirmenize dileğiyle.

Bâki kalan bu kubbede, hoş bir seda bırakabildiysek ne mutlu bize...

Hüseyin Cem ÇÖL
15 Ocak 2015 - H 309

ARZ-I HAL


Ben de günahkar kullarındanım Allahım...
Bir "Kulhuvallahi" bilirim dualardan,
Bir de "Yarabbi şükür" demeyi doyunca,
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkar kullarındanım Allahım!...

Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...

Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!...
Meleklerin sana bunları söylemezler.
Artık, pek yarattığın gibi değil dünya
İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya:
Ne olursun hoşuna gitmediyse eğer,
Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!...

Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!...
Beş vakit kızlar doluyor camilerine,
Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli masum kızlar...
Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar;
Sen tutulmadın mı, içlerinden birine?
Sana bir şey soracağım, affet, Allahım!...

İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!...
Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca
Sen, bizim için hala o ezeli sırsın.
Sen de, bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın...
Herkesin kederi, gailesi boyunca.
İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!...

Turgut UYAR

13 Ocak 2014 Pazartesi

Şair M. Akif İnan'a Rahmet...



M. Akif İnan (1940-2000)
Ölümler, cenazeler, eksilmeler, varken yok olmalar, geride kalmalar, iyi adamdılar, allah rahmet eylesinler, hastalıklar, acil şifalar, hastaneler, iğneler, ilaçlar, hemşireler, doktorlar, eczaneler, reçeteler, muayeneler, yorgunluklar, bitkinlikler, uykusuzluklar, uyku hapları, yüksek tansiyonlar, açlığa katlanamamalar, yemekler, şekerler, bitmeyen can sıkıntısı, emekler, yetersizlikler, zoraki tebessümler, iyi ki varsınızlar, sizi çok seviyorumlar, umutsuzluklar, gelecek güzel günler, gelecekten ümitsizlikler, bezginlikler, yaşama sevinçleri, gün bu güncüler, ah bir bitseciler, içi gülenler, dışı ağlayanlar, lüzumsuzlar, dürtüklenesiciler, önü kesilesiciler, katlanılanlar, yüzüne bakılasılar, yüzüne tükürülesiler, insanlar, insancıklar, yontulmamışlar, hayvan kalmışlar, fazla yontulmuşlar, derinler, sathiler, isimler, kızlı erkekli ne çok isimler, genç hayatlar, umutlar, hayattan beklentiler, niye ben buradayımcılar, finaller, sınavlar, dersler, bıkkınlıklar, notlar, eğriler, sapmalar, sapanlar, aynı hatalar, aynı sıkıntılar, aynı mutluluklar, değişmeyen değişiklikler, arzular, olmayacak işler, ne ayıp'lar, hız ve haz peşinde yaşanan hayatlar, nissanlar, hyundailer, sis'ler, 25 yıl geriden gelen sürpriz selamlar, küçük mutluluklar, küçük heyecanlar, belkiler, acabalar, yoksalar, hadi canım olur mu öyle şeyler, saçmalamalar, ne adamsın be cem'cimler, biten ve yiten idealler, tek başına kalmalar...

Habercisiydiler bir çözülüşün...    

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Ocak 2014 - Pelitli

Ahmet Hakan Coşkun


bazen ahmet hakan’ı türkiye’de seven tek kişinin ben olduğumu düşünüyorum. şimdiye dek, bir dostum dışında, ne gazetelerde, ne de özel sohbetlerimde, ahmet hakan hakkında olumlu bir laf edene rastlamadım.

evvela, içinden çıktığı kesim (artık bu kesime ne isim vermeli bilemem, islamcı, muhafazakar, dinci, sağcı vs.), ahmet hakan’ı sevmiyor ve bir açığını yakaladıklarında deli danalar gibi seğirtip cümle aleme ifşa etmek için çabalıyor. yeni şafak, vakit gazeteleri bu işin öncüsü görünümünde.
şu an içinde yer aldığı kesim (hürriyet gazetesinin temsil ettiği zihniyet) de, ahmet hakan’ı kabullenmiş, bağrına basmış değil. her an dışarı atılabilir bir ur gibi değerlendirilmekte. ciddiye alınıyor ama ciddiye alınmıyor gibi yapılıyor, görmezden geliniyor. “istenmeyen ve her an gitmesi beklenen misafir” gibi.

ahmet hakan, “arada kalmış” bir isim. “arada kalmak” sözünü, ne yapacağını bilememek, hangi tarafa geçeceğini bilememek anlamında kullanmıyorum. ahmet hakan, bilinçli olarak “arada kalmış” bir görüntü çiziyor. bu görüntüyü önemsiyorum. çünkü ben de, sonuç itibariyle “arada kalmış” bir insanım. ahmet hakan’ı sevmemin altında, bu özdeşliğin payı büyüktür.

ahmet hakan’ın yaşadığı dönüşümü çok önemsiyorum. belki çok abartılı bir teşbih olacak ama, türkiye’nin 150 yıllık çağdaşlaşma serüveninin, tüm iyi ve kötü yanlarıyla, sancılarıyla, başarılarıyla, aksaklıklarıyla; ahmet hakan’ın yaşadığı dönüşüme denk düştüğünü gözlemliyorum. bu anlamda ahmet hakan’ın şahsında türkiye’yi izliyorum.

bugün köşe yazarı ahmet hakan’ın iki cephesi var. birincisi, içinde çıktığı kesimi şiddetle eleştiren aydınlık bir vicdan. ikincisi, magazine batmış bir polemikçi. ahmet hakan’ın birinci cephesini ne kadar önemsiyorsam, ikinci cephesini de o kadar gereksiz buluyorum. iclal aydın’la, haşmet babaoğlu’yla, lerzan mutlu’yla, gülben ergen’le girdiği polemiğin; o’nun bence çok önemli birinci cephesini gölgede bıraktığını düşünüyorum ve bu yazılara bir anlam da veremiyorum.

ahmet hakan’ın, islamcı kesimin açmazlarını, yanlışlarını, çelişkilerini ortaya koyduğu yazıları çok çok önemli. bir özeleştiriye kapı açabilse daha da önem kazanacak ama şimdilik bu mümkün görünmüyor. her ideolojik kesim gibi islamcı kesim de, özeleştiri yapmaktan çok, kendisini eleştirene saldırmayı tercih ediyor ve ezber bozan her düşünceye karşı tavır alıyor.

ben, kendi adıma ahmet hakan’ların çoğalmasını istiyorum. sözgelimi, atatürkçülerin de bir ahmet hakan’ı olmalı. atatürk’ü putlaştırdık, donuklaştırdık, zorla sevdirmeye kalktık, bu yanlış demeli. milliyetçilerin de ahmet hakan’ı olmalı. terörist öldürmekle terör bitmez demeli, diyebilmeli. sosyal demokratların da ahmet hakan’ı olmalı. biz, sosyal demokrasiyi değil, militarist-devletçi sistemi savunmuşuz, aklımıza başımıza alalım, yoksa bu millet bizi sittin sene iktidara getirmez demeli. sosyalistlerin de… af edersiniz onlar da ahmet hakan bol. hepsi senden benden daha liberal.

Hüseyin Cem ÇÖL
29 Kasım 2006 - ANKARA

Büyük ve Küçük Yazar Farkı


büyük yazar ile küçük yazar arasında kanımca şu fark vardır: büyük yazarların kişileri (kahramanları) saydam değildir, karışıktır; kolay kategorize edilemez, derinliklidir. küçük yazarlar ise kişileri kabaca iki sınıfa ayırır ve eserini bu iki zıt kutup arasındaki didişme üzerine inşa eder. büyük yazar, ele aldığı kişiyi eserin başından sonuna kadar anlamaya, analiz etmeye, deşmeye çabalar; küçük yazar ise kişisini pek sathi ele alır, belli klişelere oturtarak daha kolaycı bir yol benimser. büyük yazar, öğrenci edalıdır, dikte edilecek doğruları yoktur, okurla birlikte bir şeyleri anlamaya, öğrenmeye heveslidir. küçük yazar ise öğretmen edalıdır, her şeyin doğrusunu bildiğini ve –daha da kötüsü- sadece kendisinin bildiğini sanır, bu yüzden eseri, dünya görüşünü (ideolojisi, dini vs.) tebliğ eden bir araçtan farksızdır.

(ha unutmadan “bütün genellemeler yanlıştır” aforizmasını herkesçe görülecek bir yere not etmek de elzemdir şüphesiz.)

Hüseyin Cem ÇÖL
23 Ağustos 2006 - ANKARA 

İkindi Namazının Sünneti


görmesem de pekala olur seni. görüşmesek... konuşmasak… öyle ya ne eksilir ki hayatımdan? hiç. okumasam yazdıklarını. birikimine, biriktirdiklerine tanık olmasam… bilmesem yaptıklarını… acılarını öğrenmesem, hayallerini, takıntılarını, açmazlarını, tuhaflıklarını… zararım ne olur ki? hiç. takip etmesem seni… nerdesin, ne yapmaktasın, ne okumaktasın, ne yazmaktasın, ne dinlemektesin, ne düşünmektesin bilmesem, bildirmesen. ne değişir hayatımda? hiç.

ama olmuyor. görüşmesek de, konuşmasak da, yazışmasak da; sen hep aklımdasın işte. hep, “nasipse yarın” diye kandırarak kendimi.

ne unutulan, ne unutulmak istenilen, ne de kavuşulabilen.

Hüseyin Cem ÇÖL
8 Eylül 2006 - ANKARA

"Ben Ruhi Bey Nasılım?"



Sis - nereye getirdin beni böyle? neresi burası?

Cem - kelebek vadisi. hep anlatırdım ya. benim asıl mekan burası. nasıl güzel mi?

Sis - evet çok güzel. iki sırdaş dağın arasına kucak açmış bir koy. nedir sende buranın karşılığı söylesene.

Cem - burada dağlar “kocaman”, deniz “engin”, kelebekler “rengarenk”. ve tüm bunların insandaki karşılığı özgürlük. baksana şu dağlara. nasıl da müşfik ve koruyucular. insana nasıl da güven veriyorlar. adı bile babadağ…. ya şu denize ne demeli. sana doğru koşuyor adeta. tüm gizini açmış adeta seni davet ediyor kendine. doris day’in gülümsemesi gibi. ya bu kelebekler!.. rengarenk, canlı ve mütebessim. işte hepsi bu.

Sis - peki, bu kadar övgü yeter. herhalde buraya beni kelebek vadisi’nin reklamını yapmak için getirmedin. asıl konuya geliver.

Cem - asıl konu ruhi bey.

Sis - a okudun demek. ne çabuk.

Cem - irmak şiir diyorlar ama nil değil anlaşılan, olsa olsa göksu. pek vaktimi almadı. dün gece bir
siteden buldum ve sabaha doğru okudum işte.

Sis - eee… nasıl buldun ruhi bey’i? iyi miymiş?

Cem - yok, benden klasik cevaplar bekleme. iyi mi, kötü mü bilmem ama sonuçta o bir insan ve dolayısıyla da bir alem. keşfedilmeyi, çözümlenmeyi, anlaşılmayı bekleyen ademciklerden biri işte. her yanından muamma ve bilmece akıyor.

Sis - bu doğru. muamma ve bilmece. peki çözebildin mi bu ruhi bey denen bilmeceyi?

Cem - kısmen.

Sis - anlat öyleyse avucundakileri.

Cem - öncelikle eserin tekniğinden başlamak lazım. bu türde bir şiiri ilk defa okuduğumu söylemem lazım. türk edebiyatında başka bir örneği var mı onu da bilmiyorum doğrusu. şiirin merkezinde bir “adam” var. bu adam, çocukluğuna, geçmişine dönüyor; daha doğrusu bilinçaltını eşeliyor ve bulabildiklerini, çıkarabildiklerini, hatırlayabildiklerini aktarıyor. bir yandan da, bu gizemli adamla bir şekilde vakit geçirmiş olanlar (çiçek sergicisi, meyhane patronu, garsonu, otel katibi, terzi yorgo, bir defa ilişkiye girdiği genelev kadını ve cenaze kaldırıcısı), kendi bakış açılarında anlayabildikleri, algılayabildikleri ölçüde anlatıyorlar adamımızı. böylece, hem içeriden, hem dışarıdan tanımaya başlıyoruz bu “tuhaf” kahramanı.

Sis - evet, hem tuhaf, hem acınası, hem de sevimli değil mi?

Cem - acıdığın için sevimli buluyorsun sen. neyse, ben kaldığım yerden devam edeyim. unutturma bana söyleyeceklerimi.

Sis - tamam sustum, devam et.

Cem - bu teknikle yazılan başka bir şiir bilmediğimi söylemiştim. ama bu teknikle yazılan birkaç roman okudum. mesela, abdülhak şinasi hisar’ın “fahim bey ve biz” romanı. bu romanda da, merkezdeki kişi o’nu tanıyanların dilinden nakledilir. böylece farklı açılarla ve deneyimlerle şekillenen dağınık bir portre geçer elimize. elimizdeki dağınık parçaları birleştirme işini de yazar biz okurlarına bırakıyor.

Sis - bir nevi puzzle gibi.

Cem - evet, aynen öyle. puzzle gibi. şunu ekleyeyim unutmadan: fahim bey, sıra dışı bir tiptir fakat bu sıra dışılıkta “toplumsal bir muhalefet bilinci” yoktur.

Sis - ruhi bey’de bu bilinç var mı?

Cem - elbette var. ruhi bey’in kendini toplumdan soyutlaması, adeta yaşamıyor gibi yaşaması, hep bir bilincin ürünü. bilerek yapılan bir tercih ruhi bey’inki. bir nevi isyan. ben bu hayatı kabul etmiyorum ve kabul etmediğim hayatta rol almak istemiyorum diyor adamcağız tüm varlığıyla. toplumun tüm kurallarına tek başına ve hayatını ortaya koyarak karşı duruyor. bir yönüyle idealist, bir yönüyle nihilist, bir yönüyle de anarşist bir tutum onunki.

Sis - ya fahim bey?

Cem - fahim bey sadece hayalperest. sevimli bir oyuncak sadece o. bu dünyada böylesi insanlar da varmış diyeceğiniz türden zavallı bir kişi. ama o da bir “loser” sonuçta ruhi bey gibi.

Sis - ruhi bey’in ki bile bile lades durumu galiba. fahim bey ise daha bir “çocuksu”. ne yaptığının farkında olmayan bir çocuk.

Cem - çok doğru bir tesbit. dinleyen anlatandan arif olsa gerek derler.

Sis - peki başka roman var mı bu teknikle yazılan?

Cem - aklıma bundan başka aziz nesin’in “tatlı betüş” geliyor. teknik olarak benzeşmelerinden ziyade içerik olarak da iki tip arasında yakınlıklar vardır. tatlı betüş, küçük yaşta bir yakınının tecavüzüne uğramıştır ve bu onda, hayatı boyunca erkeklere ve insanlara karşı hiç bitmeyen bir kin tohumunun yerleşmesine neden olur. bu açıdan, tatlı betüş’e ruhi bey’in kadın versiyonu diyebiliriz. ruhi bey’de, sen de biliyorsun ya, üvey annesinin cinsel tacizine uğrar limonlukta.

Sis - peki, bu olayın ruhi bey’in ruhi bey oluşundaki etkisi ne sence? her şeyin düğüm noktası o limonlukta yaşananlar mı?

Cem - hayır. bence değil. üvey annesinin cinsel tacizine uğraması, ruhi bey’in trajedisinin ana faktörü değil ama kuvvetli bir tetikleyicisi. üvey annesi ona o “kötülüğü” yapmasaydı bile, ruhi bey, burjuva hayatına karşı yine tavır takınacak ve yine şiir boyunca tanımaya çalıştığımız ruhi bey olacaktı.

Sis - şunu bir özetleyelim. kim bu ruhi bey kısaca?

Cem - ruhi bey, toplumdan kendini bile bile dışlayan insan. özgürlüğünü kendini toplumdan soyutlamakta bulan bir tip. geçmişinde yaşadıkları (=cebindeki ölüler) o’nun bütün hayatını etkilemiş. bir ayağı geçmişinde olduğu için, bugününü mahvetmiş ve yarını da olmayan biri.

Sis - var mı bir örneğin? ama romanlardan değil, gerçek hayattan…

Cem - hani bir sanat müziği sanatçısı vardı ya… adam, eşsiz besteler yaptıktan sonra, üç-dört metrekarelik bir çöp evde tek başına yaşamaya başlamıştı. saçı sakalı birbirine karışmış, pislik içinde. paparazziler her yıl hacca gider gibi bu adamın yanına gidiyorlar, bi dolu malzemeyle dönüyorlardı. “dön eski hayatına, seni sevenler var, yeniden besteler yap falan” diyorlardı. adamcağız en sonunda ikna oldu ve yeniden eski hayatına döndü. saçını sakalını kesti, temiz giysiler giyindi. sonra ne oldu bilmem. belki paparazziler kendilerine kızıyorlardır. amma salak adamlarız iyi
kötü bir malzememiz vardı, onu da kendi elimizde yok ettik diye.

Sis - ruhi bey’in topluma yabancılaşması ile bu adam arasında benzerlik mi kuruyorsun?

Cem - evet, çok benziyor. ruhi bey vakası “burjuva hayatından tiksinmesinin” sonucu. sözünü ettiğim ve adını hatırlayamadığım sanat müziği sanatçısının ana meselesi de bu zaten. mücadele etmiyorlar ama kaçıyorlar. bu da bir tür kabullenmeme biçimi.

Sis - peki ya ruhi bey’in edip cansever’le ilintisi?

Cem - bilinemez ki bu sorunun cevabı. edip cansever, sadece kendi hayatından, kendi bilinçaltından damıttıklarıyla mı bu şiiri kotarmış, yoksa başlı başına kurgusal bir kahraman mı yaratmış, bilemeyiz.

Sis - bir de bu şiirin oyunu oynanmış galiba.

Cem - ya, hiç sorma. acıma parmak bastın. uğur polat’ın (ki kendisini ne çok takdir ederim) ruhi bey’i canlandırdığı oyunu seyretmediğime ne kadar yandım bilemezsin. bu oyunları da kaçırırsak büyük şehirde hele başkentte yaşamanın ne anlamı kalır ki! şu tiyatroya gitmeyi bir huy edinemedim kendime. oysa ben tiyatro oyunu okumayı ne çok severim. sanki gereksiz tasvirlerden arındırılmış sadece diyaloglarla sınırlandırılmış roman gibi. “romanın kılçıksız halidir tiyatro oyunları” bence.

Sis - romanın kılçıksız hali. ay, ben bunu not alayım. kendimin diye satarım arkadaşlar arasında. havam olur.

Cem - işine yarayacaksa ben de çok laf var. ama ucuza vermem bilesin.

Sis - bak sen. anjel’e bakan ruhi bey gibisin şu an. burası çok ıssız zaten. içimi ürküntü bastı.

Cem - yok daha neler.

Sis - bırak şimdi. bütün erkekler aynı değil mi sonuçta.

Cem - belki ben değilimdir.

Sis - bir deneyelim istersen.

Cem - pekala dene.

Sis - bu şiirde en çok aklında yer eden üç mısrayı düşün. düşündün mü?

Cem - evet, düşündüm.

Sis - şimdi bana dürüstçe cevap ver. bu üç mısradan biri, meyhane patronunun kadınlar için söylediği sözler değil mi?

Cem - evet haklısın ama orası şiirin en komik yeri. akılda kalmayacak gibi de değil hani. dinlesene şu mısraları:

kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
ne yapayım öyleyim
kadın dendi mi sanki ben
vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.

Sis - neyse bahsi ben kazandım bak. sonuçta siz erkekler hep aynısınız. şiire bile şeyinizi sokmadan edemezsiniz.

Cem - bu yargı ağır oldu ama neyse misafirimsin sonuçta. sana “da” kızacak değilim ya. neyse şiirden başka bölümler de okuyalım istersen birlikte. vadide şiir okumak, o sokakta şiir okumaya benzemez. buranın havasında bile şiir fonu var baksana.

Sis - öyle haklısın. oku bakalım.

Cem - direk ruhi bey’i tanımlayan mısraları okuyacağım. böylesi daha iyi sanırım.

bütünüyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, onbinlerce kedinin hep birden kımıldandığı
kedilerle örülmüs bir semte
ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
her şeyin ama her şeyin çok dıştan fark edildiği
eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
belki de genç bir sairden ödünç alınan.

yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor ruhi bey
düşünmesi mi daha sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi.
boş vermiş de sanki oyunun kurallarına 
üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
azıcık vakit kalmış
ya da vakit var daha ama ne çıkar
gövdenin yazgıya baş kaldırması mı
ruhi beyin başkaldırması mı yoksa

Sis - çok güzel. meyhane patronunun tanımlaması da hoş. onu da ben okuyayım.

Cem - lütfen.

Sis - pekala.

bu meyhaneyi yirmi yıldır işletirim
doğrusu ruhi bey gibisini hiç görmedim
mısırçarşısı’nda baharatçı dükkanları vardır, bilirsiniz
ruhi beyi ben o dükkanlara benzetirim
binlerce şeydir çünkü ruhi bey
nanedir, ada çayıdır, zencefildir
bu çevrede herkes onu tanır
bana sorarsanız tanımaz
şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
gülmesi hüznüne
konuşması susmasına batar.

Sis - vadide hava iyice soğudu. bırakalım istersen. uykum geldi. hem senin de sabah işin var biliyorum.

Cem - pekala. fakat şunu söylememe izin ver. iyi ki bu şiiri okumama sebep oldun. sen olmasan hiç tanımayacaktım ruhi bey’i.

Sis - eh peki, en başta sordum söylemedin, şimdi söyle bari. ruhi bey nasılmış?

Cem - iyiymiş, hem de çok iyi!..

not : edip cansever’in "ben ruhi bey nasılım" isimli şiir kitabı, halen piyasada "şairin seyir defteri" isimli şiir kitabının içinde yer almaktadır. bu güzel şiiri okumaya heveslendirdiklerim varsa ve güzelim paracıklarına kıyıp şiir kitabı alamıyorlar veya almak istemiyorlarsa, bu şiirin tamamını şu linkten okuyabilirler: http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=17.

ben de öyle yaptım netekim!

Hüseyin Cem ÇÖL
8 Eylül 2006 - ANKARA 

10 Ocak 2014 Cuma

16 Haziran 2008 Günlerden Bir Gün İşte


Elvankent-Cebeci arası banliyö treniyle 45 dakikaydı. Çokluk, dalgın ve yorgun olurdum yol boyunca. Elimde Allahın emri bir kitap. Biletleri ayraç niyetine kullanmayı işte o bitmez tren yolculuklarında huy edinmiştim. Her ayraç, hem hayatımın yanılgısı, hem hayatımın anlamı hem de hayatıma anlam katan yanılgı oldu. Ne okurdum? Ne bulursam… Ve ne çok bulurdum. Üç kuruşluk maaşımın hatırı sayılır bir kısmı Olgunlar Sokağında, Zafer Çarşısında, Karanfil Sokakta, Sakarya Caddesinde, Cebeci’de, hatta son yıllarda Demetevler’de pul oldu gitti... Bir ömür aramakla ve ne mutlu bana hep bulmakla geçti. Bir ömür kitap eşelemekle geçti. İyi mi ettim? Bir tercih hakkım yoktu ki iyi mi kötü mü ettim bileyim. Kitapların içine evet isteyerek gömüldüm ama bu bir tercihin sonucu olmadı ki. Başka bir hayat bilmediğim için kelimelerin kara kaplı kitaplardaki bitmek bilmez yolculuklarına katılmak zorunda kaldım. Başka bir hayat bilmiyordum ama sayfalar arasında kendini gizleyen fettan güzeli keşfetmeyi çok iyi biliyordum. Hayattaki tek hünerim de bu oldu. Eşelenirken kalbime heyecan veren her kitap, gözüme bakir bir kız gibi göründü yıllar boyunca. Aceleyle okumam, sıcağı sıcağına kitapla hemhal olmam hep bundandı. Eve kadar sabredemezdim de, çokluk yolda yarılardım. O kadar maymun iştahlıydım ki, hiçbir güzelliğe kayıtsız kalamazdım. Şu tarafmış, bu tarafmış diye ayırmazdım hiçbirini, hepsinin tadını aldım, hepsinin aynı kaynaktan beslendiğini fark edene kadar. Zaman oldu ben de o kaynağa karıştım. Şu taraf, bu taraf derken kendimi arafın ortasında nefes nefese koşaradım volta atarken buldum.   

Sis, bana mektup yaz.

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Ocak 2014 – H 309 

9 Ocak 2014 Perşembe

Gamze


Murat Menteş (1974 - ?)

Korkma Ben Varım romanındaki "Şebnem'in, gülümsediğinde U harfine benzeyen ağzı, yanaklarında beliren parantezlerin içinde kalıyor" cümlesi tek başına Murat Menteş'i büyük bir yazar yapmaya yeter mi bilmem ama ne kadar farklı bir yazar olduğunu göstermek için kâfi.

Yanaklarında beliren parantezler ha! Hay Allah!

Hüseyin Cem ÇÖL 
9 Ocak 2014 - H 309