5 Kasım 2014 Çarşamba

Hayat Bazen Muhtarın Kızıdır…



Hani yaşamanın bir tebessüm vesilesi olmaktan çıkıp katlanılmaz bir yük haline geldiği o vakit, biri çıkar karşına ya da bir olayın içinde buluverirsin kendini yahut anlık bir duruma tanık olursun. İşte o vakit, katlanılmaz sandığın dertlerinin aslında pek de önemli olmadığını kavrarsın. Görünmez bir el, hayatına küçük bir umut ışığı düşürmüştür.

Dünya, sırtından inmiş, avuçlarına konan küçük bir kuş oluvermiştir.

Hüseyin Cem ÇÖL
5 Kasım 2014 – H 309

27 Ekim 2014 Pazartesi

Hayat Boş… Lakin Şurası da Var...


“İnsanoğlunu sonsuz bir uçurum üstüne ayağını koyacak kadar orada yaşamaya mahkum edin; yağmur altında, karda kışta, o acı içinde, açlıkla yoklukla yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir.”


DOSTOYEVSKİ

21 Ekim 2014 Salı

Ahmet Davutoğlu : KENDİNİZİ YENİLEYİN

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, araştırmayla kendini yenilemeyen bir eğitimcinin bir müddet sonra makineleşeceğini savunarak, iPhone örneği verdi. Davutoğlu, “iPhone 1 nesli ile iPhone 5 nesli farklılaşıyor. Ona intibak eden çocuklar da farklılaşıyor. Şu anda teknoloji kullanımı ve bilgi kullanımı itibarıyla nesil değişimi artık 30 yıl değil, 5 yıldır, 3 yıldır bazen. O zaman öğretim üyesinin de kendisini yenilemesi lazım” dedi.

Davutoğlu, Yükseköğretim Akademik Arşiv Projesi tanıtım toplantısında özetle şunları söyledi:

AMACIMIZ GÜVENCE VERMEK
Öğretim üyelerinin özlük haklarını diğer muadillerle eşit noktaya getirdik. Mesleğe başlayan araştırma görevlileri ile genç diplomatlar ya da kamudaki uzman yardımcılarının maaşları arasında ciddi farklar oluyor. O zaman öğretim üyeliği teşvik edilmemiş oluyor. Yaptığımız düzenleme aslında bu farkı gidererek, hayata atılma düşüncesindeki genç mezunlara, ‘Akademisyenlik size asgari hayat şartlarını sağlar’ güvencesini vermek. Bunu vermezsek, bu açtığımız üniversiteler mekan olarak bulunur ama öğretim kalitesi itibarıyla gelişmez.

EĞİTİM MAKİNESİNE DÖNMEYİN
Öğretim üyelerinin, akademik eğitim ile akademik araştırma arasındaki dengeyi muhafaza etmeleri gerekiyor. Bazı öğretim üyeleri, zamanla eğitim makineleri haline dönüşmüş. Yani, okuyor, mezun oluyor, doktorayı yapıyor, ondan sonra aynı dersi yıllarca vererek, binlerce öğrenciye tekrar tekrar aynı konuyu anlatan bir öğretim üyesi haline dönüşüyor. Araştırmayla kendini yenilemeyen bir eğitimci, bir müddet sonra makineleşir. Artık 3-5 yılda nesil değişiyor. iPhone 1 nesli ile IPhone 5 nesli farklılaşıyor. Ona intibak eden çocuklar da farklılaşıyor. Şu anda teknoloji kullanımı ve bilgi kullanımı itibarıyla nesil değişimi artık 30 yıl değil, 5 yıldır, 3 yıldır bazen. O zaman öğretim üyesinin de kendisini yenilemesi lazım.

ÜNİVERSİTE RAHATSIZ OLMALI
Üniversitelerimiz tek tipe, tek düşünceye, tek ekole, tek gruba ait üniversiteler olarak görülemez. Bazen ıstırap duyuyorum, ‘O üniversitemiz, şu gruba yakın’, ‘Şu üniversite mi, bu düşünceye yakın’... Üniversite dediğiniz şey farklının olduğu yerdir. Eğer doktorayı bitirenler, ‘Şu üniversitede bana yakın, benim anlayışıma, siyasi düşünceme, ideolojime, grubuma yakın birileri var. Oraya gideyim’ demişse, böyle bir düşünceyle öğretim üyeliğine başlıyorsa, bu ilmi tecessüsten yoksun demektir. Rahat etmek istiyor. Aksine, biz üniversitelerimizin her bir bölümünü insanları rahatsız eden yerler haline getirmek durumundayız. Öyle farklı fikirler olacak ki rahatsız olacak, uykusu kaçacak. Ertesi gün cevap yetiştirmek zorunda olduğu, tam karşıt görüşten biri olacak ki gece bir şey okusun. Zaten birbirini yakın tanıyan ve birbirinin adamı, ferdi gibi görülen bir üniversite, üniversite değildir.

KENDİM DE YAŞADIM
Fikir özgürlüğünü kendi aramızda kuramazsak, siyasetten bunu bekleyemeyiz. Ben kendim bunu yaşamış birisi olarak söylüyorum. Bir üniversite rektörüne gittiğimde Allah rahmet eylesin, vefat etti bölüm başkanı, bana şunu söyledi; ‘Siz çok değişik alanlarda yazılar yazmışsınız, ürünler vermişsiniz, biz ihtisasa önem veriyoruz.’ Dedim ki, ‘Hocam, madem bana meydan okudunuz, ben de size meydan okuyorum. Sizin, mesela siyaset teorisi hocanızı biliyorum. Benim makalemi alın, onun makalesiyle üçüncü bir hakeme gönderin. Balkanlar uzmanınızı biliyorum, benim makalemi alın, onun makalesiyle üçüncü bir hocaya gönderin. Ortadoğu uzmanınızı biliyorum, benim makalemle onun makalesini alın, gönderin. Eğer bir tanesinden benim daha zayıf olduğum sonucu çıkarsa, ben özür dileyeceğim. Hepsinden eğer bu makale daha güçlü gelirse, sizin bir özür borcunuz olur’ dedim. Hâlâ zihnimde kazınmış, hani maalesef bir anlayışı yansıtan sözü zihnimde kalmış. Dedi ki, ‘Ahmet Bey, uzun lafın kısası, biz burada bir ekibiz. Sizin bu ekibe uyum gösteremeyeceğinizi düşünüyoruz.’ İşte benim görmek istemediğim bölüm bu.

HAKARET EDİLMESİN DİYE EŞİMİ KAPIDA BEKLEDİM
28 Şubat’ta neler yaşandığını herkes biliyor. Ben bir profesör olarak, eşimin ihtisas imtihanında içeride hakaret edilmesin diye kapısında bekledim. Artık bunları geride bırakmamız lazım. Hiç kimsenin tahkir edilmediği, dışlanmadığı, herkesin kendi fikrini, ideolojileştirmeden, dogmatik bir hale dönüştürmeden savunabildiği, üniversite amfilerini propaganda mekanı değil ama her türlü fikrin serbestçe tartışılabildiği mekanlar haline getirme sorumluluğuna sahiptir öğretim üyelerimiz.

Hürriyet - 21.10.2014 Salı. 

20 Ekim 2014 Pazartesi

Ter


Dersten çıkarsın. Atletin ter içindedir. “Odamda yedek atlet bulundurmayı adet edinmekle ne doğru iş yapmışım” dersin içinden. Odanın kapısını kitleyip atletini değiştirirken, aklına, o mektup gelir. Hani, senin, çocuklarına “HARAM” lokma yedirdiğini ima eden o mektup. Yine canın sıkılır. Öfkene hakim olamazsın. Değiştirdiğin “TERLİ ATLETİ” bir hışımla dolaba tıkıştırırsın. Yine de kızamazsın kimseye. Empati kurmaya kalkarsın o öfkeli halinle. Anlamaya çalışırsın muhatabını. Anlar gibi olursun. “Acaba O da seni anlamış mıdır zaman içerisinde?” diye düşünürsün.

Sorarsın boşluğa : “Anladın mı?”

Cevap : “Hocam, derste terliyorsunuz, çünkü kilo fazlanız var…”

*

Aziz Nesin, ki kendisini çok severim, boyu kadar kitap yazmakla övünür. Muhalifleri ise, “boşuna övünmesin, zaten O’nun boyu kısa” derler.

Hayat böyledir.

*

Biz yine, kırgınlığımızı içimize hapsedip, işimize bakalım. Derse gidiyorum. Mini mini birler beni bekliyor.  

Dolapta temiz yedek atletim hazır.

Hüseyin Cem ÇÖL
20 Ekim 2014 – Pelitli

Ya ?



"Dünyanın anlamını bir yerlerden öğreniyor ve saflıkla şu ya da bu şekilde inanıyoruz ona. Eşyalar ve insanlar, olaylar ve topoğrafya, ya başka bir anlama işaret ediyorsa?"


ORHAN PAMUK 

19 Ekim 2014 Pazar

49. Soru


Roma ile Soma arasındaki farklara ilişkin aşağıdakilerden hangisi doğru değildir?
a)     Roma’da bazı insanlar köle sayıldıklarından “mal” gibi alınıp satılıyorlardı; Soma’da ise bazı insanlar köle gibi çalıştırılıyorlardı.
b)     Roma’da işçilerin sendikası yoktu; Soma’da vardı da ne oldu?
c)     Roma’da madencilik gelişmediğinden yeryüzünde çalışmak zorunluluğu vardı; Soma’da madencilik geliştiğinden yeraltında bile çalışmak özgürlüğü vardı.
d)     Roma’da çıplak ayakla çalışılırdı; Soma’da ise “çizmeyle”.

e)     Roma’da yeterli önlem alınmadığından iş kazasında ölümler meydana geliyordu; Soma’da ise işin fıtratında ölüm vardı. 


Yukarıdaki soruyu son Roma Hukuku finalinde sormuştum. Soruyu sorarken öğrencilerin gözü kapalı doğru cevabı işaretleyeceklerini düşünmüştüm. Yanılmıştım. Sınıfın yarısı ya yanlış cevaplamıştı ya da boş bırakmıştı. Aslında her sınavda en az bir tane hazırladığım soru bile olmayan sorulardan biriydi bu. Öğrencilerin doğru cevabı bu kadar ıskalamasına da anlam verememiştim. 

Haziran ayında olup biten pek çok şeye anlam veremediğim gibi... 

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Ekim 2014 - Pelitli

18 Ekim 2014 Cumartesi

"Rulet" : Gen Bencildir


Rulet oyununda her kurşun aslında ölüme sıkılır. Ruleti intihardan farklı kılan da bu noktadır.

Çünkü yaşamak ister herkes. En çok da askerler. Hayatın değerini en çok, işi öldürmek olanlar bilir de ondan.

Binbaşıyı suçlamak anlamsız. Hayatla ölüm arasında seçim yapmak zorunda kalan her "insan", hayatı seçer.

Herkes hayatı seçer.

Gen bencildir.


Rulet'i ben yazmış olsaydım, oyunun finalinde, Rus yüzbaşıya hücrenin kapısını kapatıp binayı terk ettirir, binbaşıyı öldürdüğü başçavuşla başbaşa bırakırdım.

İçimde bir manyak var, kabul.

Hüseyin Cem ÇÖL
18 Ekim 2014 - Pelitli 

16 Ekim 2014 Perşembe

… ve telefon çaldı!


Ölümdür bize hissettiren; dünyanın yalan, hayatın güzel olduğunu. Hayatın güzelliğini anlamak için insanlar ölür, ölmelidir. Ölümsüz bir hayat olabilseydi, insanlar sonsuz bir can sıkıntısı hâli içinde sonsuza kadar sürükleneceklerdi. Ölümsüz bir hayat, hayatı yaşanılmaz kılar. Ölümün varlığıdır, hayatı yaşanılır kılan.

Ölümün işaret ettiği tek gerçek şudur : Aslolan hayattır.

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Ekim 2014 – Sivas