Kısa romanları seviyorum. Bir çırpıda, araya kesinti
girmeden okunabiliyorlar çünkü.
Yunan yazar Andonis Samarakis’in Tehlike Kolu romanını bugün
öğleden sonra –H 309’da- bir oturuşta okudum. Romanın konusuna dair bir ipucu
vereyim. 1959 yılında, Yunanistan’ın Farsala adındaki küçük bir kentinde
yaşamakta olan ve insanlığın gidişatından hiç de memnun olmayan Doktor
Vasiliyadis, ıztırabını hissettiği derdin ağırlığıyla, bir anda kendini pastane
camlarını taşlarken bulur. Ve olaylar gelişir.
Doktor’un yaptığı düpedüz aydın saçmalığı. Ha bir de içinde –sağdan
soldan her aydında olduğu gibi- bu halk cahil ve bu halkı uyandırmak lazım
kibri de gizli.
Bence Doktor Vasiliyadis’in yanılgısı şurada: Kaygısız olmak
ya da kaygısız davranmak; her zaman duyarsız olmak anlamına gelmez. Aksine hayata
tutunabilmek, acılarla savaşabilmek ve hayatta kalabilmek için iyi bir savunma aracı
olabilir. 1959’daki şartlar, daha önceden vardı, şimdi de var. İnsanoğlu var oldukça,
savaş ve açlık korkusu hep var olacak. O halde, yıl ne olursa olsun bu anlamda hep
1959’dayız aslında. Her an tehlike altında olduğumuz için de tehlike kolunu
çekmeye gerek yok. Zaten bir işe de yaramaz. Önce bir sakin olmak lazım.
Bizim Doktor Vasiliyadis’ler, durumdan vazife çıkarmaya
kalkan aklıevveller, sakin olmayı beceremediler, tren istasyona yanaşmadan
tehlike kolunu çekiverdiler. Şimdi hepsi içerde “suçum ne” diye ağlaşıyorlar.
Güzel Tesalya Pastanesi'nin vitrinine taşı atarken
düşünecektin sen onu. Şimdi ağlaşmanın yok faydası.
Hüseyin Cem ÇÖL
12 Ocak 2013 – H 309