“Zor ders yoktur, kopya çekilemeyen sınav vardır”
Bir Tibet Atasözü
Öğrencilik hayatımda iki kez kopya çektim, ikisinde de yakalandım. Ceza hukuku diliyle ifade etmek gerekirse, kopya çekme girişimlerim eksik teşebbüsle noktalandı.
Aradan yıllar geçmiş fakat ikisini de çok net hatırlıyorum. İlkinde, ilkokul ikinci sınıftaydım. Yani, kopyacılığa hayli erken başlamışım, zatıma hürmeti eksik etmeyin, kulağı kesiklerden sayılırım bir yerde. Öğretmenimin adı Ayşe Yılmaz mıydı? Meselenin bu kısmı flu. Bir kadındı , burası kesin de, ismi evet Ayşe Yılmaz’dı galiba. Sivas’ta Vali Muammer İlkokulu. Şimdi, farkına vardım. Okulun adı Vali Muammer’di, popçu Tarkan der gibi valinin soyadı yoktu okulun künyesinde. Neden acaba? Vali Muammer kimdi, bize anlattılar mıydı o yıllarda? Sanmam. Anlattılarsa bile aradan kaç yıl geçmiş, hatırlamam mümkün değil. İlkokul mezuniyetim 86 yılı. Seksenlerin ortası.
Kopyayı anlatıyordum değil mi? Hayat Bilgisi dersinin sınavıydı. O zamanlar sınavlarda test yapılmazdı, test yöntemi ya bilinmiyordu ya da klasik sınava nazaran hazırlanması zahmetli olduğundan tercih edilmiyordu. Ben ilkokul hayatımda test yöntemiyle sınav olduğumu hatırlamam. Sınavın adı “yazılı” idi. Birkaç soru sorulur, ki onlar da sınav sırasında öğrenciye yazdırılırdı, akabinde bunların cevabı istenirdi. Öğretmenimiz ne sormuştu, şimdi bile hatırlıyorum. Soru şuydu : “Hava durumu nedir?” Öğretmenin arka sıralarda gezindiği bir anı kollamış ve çıkarıp kitabı bakmıştım. Enselendim tabi. Oysa çok çalışkan bir talebeydim. Hatta sınıfın en çalışkanı. Öğretmen, kopya çekmemi bana hiç yakıştıramadı, affetmedi de. Sıfır aldım o yazılıdan.
İlk kopya çekme girişimimin başarızlıkla sonuçlanması, tüm özgüvenimi sildi süpürdü, korkumdan uzun yıllar yeni girişimlerde bulunmadım. Ta ki lise üçe kadar. Bu kez sınav Tarih’ten. Yine bir “yazılı”. Dersin hocası, üst dudağını bıyığının örttüğü ilginç bir insandı. Birikimli ve dürüst bir kişiliği vardı, fakat nedense öğrenciyle sağlıklı bir irtiibat kurmazdı, kuramazdı. Yabancı gibiydi, hatta “yaban” demeli belki. Kitabı masaya koyar, ayağa kalkar, pek az kitaba bakarak bütün bir dersi ayakta masanın yanında, pek fazla yer değiştirmeden anlatırdı. Ben bu hocayı gizli gizli severdim fakat hoca kimseyi sevmezdi. Hocayı sevmemin iki sebebi vardı. Birincisi, “tarih” delisiydim. İkincisi ise, bu adamda bir masumluk ve sanki hakkı yenmişlik duygusu hakimdi. Acıyor muydum yoksa O’na? Belki.
Dedim ya, tarih delisiydim. Hatta sınıfta tarihi en iyi olan bendim. Sebebi şu : O sene -91- babam beni üniversite sınavlarına daha iyi hazırlanmam için Divriği’den Sivas’a babaannemlerin yanına göndermişti ve Sivas Lisesi’ne kayıt yaptırmıştı. Benim tercihim sosyal dersler olduğu için, haliyle “Edebiyat” sınıfına kaydolmam akıllıcaydı. Fakat, babamın çok yakın arkadaşı olan bir memur vardı lisede, ki benim velim olmayı da kabul etmişti, “aman” dedi “edebiyat sınıfına vermeyelim, orası çok haylaz olur, yoldan çıkar, ders falan çalışmaz, en iyisi matematik sınıfına verelim”. Ve ben sosyal tercih yapacak olmama rağmen son sene Matematik sınıfında okudum. Tarih dersini de, hem çok sevdiğim için, hem de sınavda işime yarayacağı için daha bir hevesle dinliyordum. Ve ben bu dersin sınavında kopya çektim. Hoca 10 soru sormuştu, 9’unun cevabını çok iyi biliyorum, 1’ini ise bilmiyorum. Yine kitabı açıp dizime yaydım. Velhasılı, aynı yöntem, aynı sonuç: Enselendim.
Bunları niye yazıyorum? Çünkü, uykum kaçtı, yatakta uyuyacağım diye dört dönmek beni deli ediyor. Yazmak, uykusuzluğa çare değil elbette. Hatta yazdıkça uykum iyice kaçıyor. Yarın dört dersim var fakültede, sabah ondan gece dokuza kadar. Şimdi uykum yok ama gündüz vakti uykusuzluk beni deli edecek. Bunu da çok iyi biliyorum, yine de yazmaya devam ediyorum, yolda muz kabuğu gören Temel gibi.
Neyse canlar…
Her yazının bir anafikri vardır diye belletildi okul sıralarında. Bu yazının ana fikri şudur: Hocanın yaptığını yapmayın, dediğini yapın, velhasıl ben ettim, siz etmeyin sakın ola KOPYA ÇEKMEYİN. Ord.Prof.Dr.Haki Hakkı Haksever’in, Batı üniversitelerinde bile yıllarca ders kitabı okutulan meşhur “Adam Olmaya Giriş” kitabının arka kapağında yazdığı gibi “KOPYA ÇEKEN ÖĞRENCİ, HEM HIRSIZ, HEM AHLAKSIZ, HEM DE EŞEKTİR”. Hoca kibarlık yapmış. Kopya çeken öğrenciye “eşek” denmez, en şeddelisinden “eşşek” denir.
Duydum ki, şu son vize sınavlarında insanlıktan sıkılıp eşşekliğe meyleden birtakım ze(rze)vat- ı muhterem bulunmaktaymış. Beyler, darılmaca yok, kitabın ortasından konuşalım, YAPTIĞINIZ DÜPEDÜZ EŞŞEKLİKTİR.
Bunca lafa rağmen, yüzlerindeki ıslaklığı rahmet zannedip yarabbi şükür diyecek olanlara duam şudur: Finallerde yine aynı haltı yerseniz, Allah’tan dilerim ki, dudağınız uçuklasın, kaşlarınızın tam orasında irice bir sivilce peydahlasın, sırtınızın elinizin değmeyeceği en ücra noktası kaşınsın da kaşınsın ve dahi sizin yerinize kaşıyacak bir Allahın kulu etrafınızda olmasın. Amin.
Çıkmadan iki itirafım olacak : Evvela, epigrafa aldığım atasözünü Tibetlilerin falan söylediği yok, adamların günahını almayalım boş yere. “Az votka vardır”dan mülhem, ben uydurdum. Zihnimde oynaşan en yakın millet son günlerde Tibetliler olduğundan sözü onlara yamadım. Neden Tibetliler? Sebebi malum. J
Saniyen, Ord.Prof.Dr. Haki Hakkı Haksever, sadece sınav kağıtlarında yaşayan hayali bir karakterdir. Yok böyle bir adam. Haliyle “Adam Olmaya Giriş” diye bir kitap da yok, google amcayı rahatsız etmeyin.
Kabul edin, ikisini de yuttunuz.
Hüseyin Cem ÇÖL
19 Nisan 2013 – Pelitli
4 yorum:
ikisinide yemedim. neden mi? -çünkü 1 haftadır tibet öküzünden bahsettik... ayrıca isim yakıştırmalarınızıda iyi bildiğimden (örneğin : şansal toroğlu, erman büyük"A", hülya ergen, gülben avşar...) haki hakkı hakyemez isminden şüphe duydum.
Son zamanlarda bir çok söz ünlü düşünürünmüş gibi paylaşılıyor zaten sosyal medya da bu yüzden tibetli kısmını yemedim ki güldürdü sadece. :) Ama kitap konusunda bilmediğim için bön bön bakmaktan öteye geçemedim. :) Güzel bir yazı daha..
İşte bu siteyi bu yüzden seviyorum...Yine zevk alarak ve ara ara gülerek okuduğum bir paylaşım..:) Yutma kısmına gelince hocam; tibet kısmını yutmadım tabi ki ama ne yalan söleyim şu sınavlarda karşılaşıp da ''Haki Hakkı Hakkısever''' diye uydurma sandığım ismin gerçek olduğuna inanmaya başlıyordum...hatta ne güzel kitap yazmış ismi falan diye bile düşündüm :D Kaleminize sağlık hocam :)
Benim kafamda çoktan aksaçlı, sarı ceketli ve aynı fantastik tabloya uygun bir kravatlı muhterem oluşmuştu bile. İtiraf ediyorum, yedim. Yukarıdaki yazının müellifinden yeni yazılar, daha çok yazılar bekliyorum. Arayı açmayalım. Uykusu gelirse derste ara veririz, ilamlı, ilamsız; hayat derslerinden daha mı önemli yani? -Tamam bunu sonra tartışalım.-
Yorum Gönder