Hastaneleri sevmem. Ne kadar temiz olursa olsun, bütün
hastaneler aynı kokar ve ben o kokudan nefret ederim. Günde üç öğün tüm odalar,
tüm koridorlar özenle temizlense bile, hastanelere özgü o kokuyu silip atmak
mümkün değildir. Hastaneler hasta kokar, şifa hastane dışındadır.
Hastaneleri sevmem, bu yüzden çok gerekmedikçe hastanelere ayak
atmam. Hastalanırsam, “çok yoruldum ondandır, az dinleneyim, çorba içip, meyve
yersem, nasılsa geçer” diye salak bir iyimserlik havuzuna dalış yaparım, eşimin
tüm ısrarlarına kulak tıkar inatla hastaneye gitmeyi ertelerim. Mesele sadece
koku da değil. Hastalanınca müthiş alıngan olurum, hastanedeki görevlilerin “olağan”
soğuk ve duyarsız davranışları, beni hasta olmamdan daha çok rahatsız eder, o
muameleye maruz kalmamak için, sakın ola inanmayınız, ölmeyi tercih ederim.
Üç sene önce, kardeşim trafik kazası yapmıştı ve Kayseri’de
bir hastanede bir hafta kadar yoğum bakımda yatıyorken, yanında refakatçi
olarak kalmıştım. Hastanenin, insanın en duyarlı ve en duyarsız halinin
toplandığı tuhaf bir mekan olduğunu gözlemlemiştim. Hastalar, duyarlıklarının
doruğundaydılar; çünkü hayatla ölüm arasında ölüme yakın bir noktadaydılar. Üstelik
başkalarına muhtaçtılar ve o başkaları asla onların acısını idrak edemezdi.
Hastayı ancak hasta anlar zira. Görevliler ise, yani doktorlar, hemşireler ve
hastabakıcıları, “insan” denilen varlığın tüm acı hallerine tanık olduklarından
duyarlıklarını tamamen aldırmışlar, adeta mekanikleşmişlerdi. İnsanın bu en
duyarlı ve en duyarsız hallerine aynı mekanda eşzamanlı olarak tanık olmak, beni hastaneden bir
kez daha soğutmuştu. Mahkemeler de öyle olmalı ki, halkın sağduyusu, hastaneler
ve mahkemeler için “Allah varlığını aratmasın, yokluğunu da göstermesin”
demiştir.
Hastalık zor. Allah tüm hastalara şifa versin. Şu an Farabi
Hastanesinde yatmakta olan kızım Dilara başta olmak üzere.
Hüseyin Cem ÇÖL
2 Aralık 2013 - Pelitli