Az önce balkona çıktım. Dün geceden beri neredeyse hiç dinmeyen kar, hala ağır ağır hiç telaş etmeden yağmaya devam ediyor. Kara ve yağışına yabancı biri değilim. Hayatımda pek çok
defa gökyüzünün beyaz dansına şahitlik ettim, hayatımda kaç defa ağır ağır
salınan kar taneleri altında derin, niyeyse hep kar yağarken derin düşüncelere
dalarak sükunetin ve hazzın doruğunda gezindim. Çocukluğum Sivas’ta, yetişkinliğim Ankara’da,
askerliğim Sarıkamış’ta geçti. Belki bu yüzden sadece kışı değil, kışın türevlerini
zemheriyi, karakışı, ayazı, tipiyi de hamdolsun bilirim. Birkaç yılı saymazsak
hep sobalı evlerde ömür tükettim. Soba kurmak, soba temizlemek, soba yakmak,
sobada kestane pişirmek, eve girer girmez sobanın etrafına tüneyip ısınmak gibi
“fakir hayatı”nın küçük sıkıntılarına, zevklerine ve cilvelerine de şükürler
olsun vakıfım. Çocukluğuma dair hatırladığım en güzel hatıralardan biri de,
yastığa baş koyduğumda yanan soba ateşinin tavanda oynaşan kızıl ışığını
seyretmekti. Ha bir de sokak lambasının huzmesi altında sakin sakin yağan karın
gamsız yağışına tanıklık etmek. Bu zenginlikler hala içimi ısıttığına, yüzümü
tebessüm ettirdiğine, gönlüme ferahlık verdiğine göre, pek de fakir büyümüş
sayılmam değil mi?
…
- Cem’cim her şeyi anladım da bu yazıda kardan,
yağışından bahsetmişsin ama “ben”den bahsetmemişsin.
- “Sen” öyle san!
Hüseyin Cem ÇÖL
12 Aralık 2013 - Pelitli