O şehirde muhafazakarlık, düşünerek
kabullenilmiş, özde sindirilmiş bir hayat algısı değil de; nesilden nesile
geçen bir alışkanlık. Başka türlü bir hayat tasavvuru olmadığı, olamadığı için
sürgit devam eden gelenekler bütünü. Böyle olduğu içindir ki, kendisini en çok özde
değil, şekilde gösteren hamlıklar topağı. O şehirde muhafazakarlık, bir şemsiye
kimlik. Altına girmese yok olacağını zanneden insanları vehimlerinden geçici
bir süre kurtaran bir sığınak. O şehirde muhafazakarlık, zorunlu bir maske. O
şehirde muhafazakarlık, insanların birbirini içine çektikleri, çıkmaya
çalışanları zorla aralarına aldıkları kaynayan bir kazan. O şehirde muhafaza
edilen, aslında güdük bir ömür; başka bir hayat algısına kapı aralayan her tür
düşünce ve duyguyu düşman belleyen dışa kapalı bir toplum. Bu yüzden o şehirde
başkaları cehennem. Hele “araf” oluru, idraki imkansız bir hayat sahası.
O şehirde barış ve savaş iç içe. O
şehrin düğününde cenaze, cenazesinde düğün havası koklamak mümkün. İnsanların
görece sakinliklerin altında, her an kavgaya, laf dalaşına hazır olduklarını
gösteren bir potansiyel mevcut. O şehirde ipler aslında kadınların elinde. Bu
yüzden, cansız hayata can katmanın en kullanışlı ve en ucuz aleti “laf”. Kapalı
bir kutu içinde vakit nasıl geçer? Eğer, dışarı çıkma ümidin yoksa seni manevi
açıdan doyuran bir işin, bir meşgalen, bir sanatın, bir merakın, bir hedefin de
yoksa kapalı bir kutunun içinde ne yaparsın? El-cevap: Başkalarıyla kavga edersin.
Kendi içinde barış olmayan her insan, kavgasını mutlak dışarı taşırır. İçindeki
boşluğu söz kavgasıyla, ağız kavgasıyla yani “çekişerek” doldurur; o da
yetmezse “vuruşarak”. Malumdur, tabiat boşluk kaldırmaz.
O şehir soğuk. Belki insanlar bu
yüzden bu kadar huzursuz. Donmamak için, biraz ısınmak için, kendi kısır
hayatlarını az da olsa renklendirmek için anlamsız bir laf savaşının neferi
olmaya can atıyorlar. Ancak savaşırken yaşadıklarını var sayıyorlar. İç barış, donmakla
ölümle eşdeğer.
O şehir her geçen gün biraz daha
ıssız. O şehirde tanıdıklar ya yaşlanıyor ya da bir bir eksiliyor. Babaannem,
eniştem derken dayım. Sıradaki kim?
O şehir orada, ben buradayım. Şimdilik
elbette. Er ya da geç ulaşacağımız son durağımız yine o şehirde: Yukarı Tekke
Mezarlığında.
Hüseyin Cem ÇÖL
26 Aralık 2013 - H 309
26 Aralık 2013 - H 309
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder