7 Ekim 2014 Salı

Önemine Binaen



Giant Buddha, Leshan, China



Hüseyin Cem : Çinlilerin Tanrıları Çinlilere ne çok benziyor. Büyük boyda bir Çinli gibi. Tuhaf mı? Elbette değil.

Orhan Zencefil : Kendilerinden yola çıkarak aramışlarsa buldukları şey yine kendileri oluyor sanırım.

Hüseyin Cem : Yeğen, farkında mısın bilmem ama, ki bana farkında değilsin gibi geldi, çok büyük ve çok doğru bir laf ettin.

Orhan Zencefil : Büyük konuşmak istemezdim dayi :) Tivitir değişik bir alem.

Hüseyin Cem ÇÖL
7 Ekim 2014 - Pelitli 

5 Ekim 2014 Pazar

Her An Telefon Çalabilir…


Her an telefon çalabilir. Bu yazı yarım kalabilir. Kardeşim telefonda “….i kaybettik” diyebilir. Apar-topar otogara gidebilirim. Bayramın son günlerini Yukarı Tekke Mezarlığında geçirebilirim.

***

Bir insan hayatının değeri var mıdır? Bu soruya ilkgençliğimde verdiğim cevapla, şimdilerde yolun yarısını tüketmiş ve kısmen tükenmiş bir vaziyette verdiğim cevap, ne garip, hem çok farklı, hem de temelde aynı. Diğer deyişle, hem çok değiştim, hem de hiç değişmedim, hep aynı yerdeyim.

İlkgençliğimde, hayatı, hayatötesi uzantısıyla yorumlardım. Bu yorum, herkes benim gibi miydi bilmem ama, beni yaşadığım hayata yabancılaştırırdı. Uyumsuz ve içekapanık bir kişiliğe bürünmem de, hayatı işbu hayatötesi uzantısıyla anlamlaştırma çabasının payı büyüktü.

Bu çabanın hem hayatı değersizleştiren, hem de hayata ayrı bir hayat katan yönü vardı: Hayatı değersizleştiriyordu, çünkü gerçek değildi burası, yalandı, hayaldi, gerçeğin öncesiydi. Hayata böyle bakınca tüm maddi ve manevi kazanımlar, sevinçler, küçük başarılar, kaçamak ve utangaç aşklar bana hiç tad vermiyor; hayat anlamsız olduğu için hayata tutunmak da anlamsız görünüyordu. Bile isteye mezara girmek gibiydi içinde yuvarlandığım düşünce sarmalı. Mutluluk hayatın hiçbir anında yoktu çünkü mutluluk yoktu, mutluluk hayaldi, mutluluk yalandı, bu dünya gibi.

Bu çabanın hayata ayrı bir hayat katan, hayatı kanatlandıran, hayat içre hayat sunan bir yönü de vardı. Gerçek hayatı yalan diye belleyince, gerçek olmayan ama gerçeğinden daha canlı ve sonsuz çağrışımlı bir hayat düşlüyordum. Bana ait bir hayal-dünya. Hayır, kuru bir “cennet” beklentisinden söz etmiyorum. Ta ilkgençliğimde bile, cennetin bir yer değil ancak bir “hâl” olduğunu tüm cahilliğimle seziyordum. Ölünce kavuşulan bir cennet değil, bu dünyada kendini ara sıra gösteren, kapısını hafifçe aralayan ama ardına kadar da açmayan, ışığını (Tanrı’nın ışığını) ancak benim görebildiğim, herkese kapalı bana özel bir hayal-dünyam vardı. En çok, kitap okurken, satır aralarında aniden tanık olurdum gizli cennetime. Hazdan titrerdim. O ışığı benden başka kimseye göstermediği için, bağlılığım daha çok artardı hayatın hayat-ötesi yorumlarına.

Bir yandan gerçek dünyayı gerçek saymayarak, diğer yandan gerçek dünyanın (ötesinde değil) içinde başka-güzel-çarpıcı-cazibeli bir dünya vehmederek tükettim gençliğimi. Ben de İffet gibi, ne tuhaf, “hayatımı bir vehme kurban ettim”. Orta yaşın “anlam arama” saldırısından yara bere içinde kurtulduktan ve sis’ler içinde (Ankara’da) bir müddet kendimi iyice kaybedip nihayet sığ bir limana (Trabzon’a) demir attıktan sonra, sakin bir kafayla yeniden düşündüm “insan hayatının ne kadar değerli olduğu” sorusunu. Bulduğum cevap, bu kez, hayatötesi uzantılardan hepten arınıktı. Daha kısa, daha net ama daha pürüzsüz değil. Hayatın anlamı, insanın da değeri –ilkgençliğimdeki gibi- esasen yine yoktu; fakat –ilkgençliğimden farklı olarak- hayat başkalarının değil bizim ona verdiğimiz anlamdan ibaretti, insan da öyle, o kadar. Hayatı da, insanı da, anlamı da, değeri de, hatta hayat-ötesini de içimizde biz kuruyorduk, biz büyütüyor, biz küçültüyorduk. Bizdik, bizi var eden. O yüzden, biz yitip gittiğimizde, hayata ve insana verdiğimiz o değer de, bizle beraber yitip gidecekti.

Masum olmadığımız kesin, daha acısı şu ki, yitip gittikten sonra önemli de değiliz hiçbirimiz.      

***

Her an telefon çalabilir…

Hüseyin Cem ÇÖL
5 Ekim 2014 – Pelitli 

11 Haziran 2014 Çarşamba

Tarih-i Kadim


(...)

İnanasım gelmiyor bunların hiçbirine.
"Ne bileyim? " diyor kime sorsam.
Hepsi bir kuruntu mu bunların yoksa?
Belki aldanmak yaşamanın bir gereği.
Belki de hepsi de doğrudur, kim bilir,
belki ben hiç bir şeyin farkında değilim,
karıştırmaktayım "yok" la "var" ı.
Kusurum ne? Kuşkuda olmak mı?
Kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
İnsan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
Belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
Kimbilir, öbür dünya belki de var.
Madem bu beden o ölümsüzün işi,
ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
Hadi diyelim aslımız toprak bizim,
sen gel onu kederden bir çamur yap.
- her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -
insaf be, bu kadarı da olur mu?
Sen gel hem yoktan var et,
sonra da ettiğini boz, kötüle.
Hiç bir yaradandan ummam bunu:
Yaradan yok eder, ama perişan etmez!

(...)

TEVFİK FİKRET

9 Haziran 2014 Pazartesi

Aç Beynini


"... karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek
ama yine de bu tasarrufunu takdir ederek..."

Yılmaz ERDOĞAN

Şair burada "edepsizlik yapma, nimete nankörlük olmaz, beğenmesen de bir tadımlık al" diyor. Yok "ben yemem bunu, nesini yiyeceğim, olmamış bu" diyeceksen, hiç değilse senin için verilen EMEĞE saygısızlık etme! 

Ders sadece derslikte işlenmez. Eğer sen öğrenciysen işbu yazıda yazdıklarım bir dönemlik derse bedel! 

Hüseyin Cem ÇÖL
9 Haziran 2014 - Pelitli

Neden?


Kendime sorup duruyorum. Neden birbirimizi acımasızca yaralamaya devam ediyoruz? İçten bir özür, yaraları sarmaya kâfi iken, kırılan kalbi onarmaya bir çift tatlı söz yetecekken, neden kavga kapısını hep açık tutuyoruz?

Sevgiye açız da ondan. Hep bunlar sevgisizlikten.

Hüseyin Cem ÇÖL
9 Haziran 2014 - Pelitli

5 Haziran 2014 Perşembe

30 Mayıs 1996/Ankara


"... Öğle vakti Cebeci Kütüphanesine gittim bugün, ders çalışmak için (1). Cemal Gürsel Caddesinden geçerken Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Geleneksel İnek Bayramı'nın yapıldığını gördüm. Fakülte bahçesindeki kızlı erkekli kalabalık bir öğrenci topluluğu müzik eşliğinde dans ediyorlar, mangalda et pişiriyorlar, yağmurda ıslanıyorlar, güya yoğun çalışma temposu içinde geçen bir yılın sonunda mezuniyeti kutluyorlar. Öğrencilerin çoğunun elinde bira şişeleri var. Aslında, Mülkiyelilerin hiç de inek olmadıkları halde "İnek Bayramı" tertiplemelerini anlamıyorum. Asıl inekliği biz hukukçular yapıyoruz ama bayramı onlar kutluyorlar (2). Kütüphanede karşıma ikisi kız, biri erkek, üç kişi oturdu. Kızlar sürekli konuşuyor, erkek ise elindeki kalemi durmadan sallıyordu. Kendimi zorlaya zorlaya Deniz Ticaret Hukuku çalıştım ve tüm güçlüklere rağmen bu dersi bitirmeyi başardım. Saat üç gibi çıktım kütüphaneden. Yağmur yağıyordu Ankara'ya... Islana ıslana eve geldim (3). Oturma odasında günün gazetesine (4) göz atarken, bir kadın kapıyı çaldı, bugün Aşure Günü olmalı ki, bir tabak aşure çorbasını kapıdan içeri uzattı. Evde dört arkadaş (5), bu tatlıyı kaşıklaya kaşıklaya bitirdik."

***

[1] Cebeci Kütüphanesi, Hacettepe’ye inen cadde üzerinde sol taraftaydı. Bir ucunda ise Cebeci Pazarı kurulurdu.  Asla ders çalışılacak bir mekan değildi. Ergenlerin fink atma meydanıydı. Oraya niye giderdim/giderdik peki? Bir defa öyle pek sık gitmezdik. Gidersek de yokluktan. Diğer tüm mekanlar (AÜHF Kütüphanesi, Hacettepe, Kocatepe Cami Kütüphanesi, SBF Kütüphanesi vs.) dolu olduğunda, el mecbur oraya yönlenirdik.

[2] Hukukçular, Siyasalcıları hep kıskanmıştır. Çünkü bizim böyle şatafatlı bir bayramımız yoktur. Nokta.

[3] Cebeci Kütüphanesi ile Topraklık’taki Kazan Sokak arası nerden baksan yürüme yarım saat sürer. Esaslı ıslanmış olmalıyım demek ki. Muhtemelen kütüphaneden çıkışta, Pazar girişindeki alt geçitten geçip Cemal Gürsel’e çıkmışımdır. Oraya kadar ıslanmış olamam, çünkü gökyüzü pazarın demir çatısıyla kapalı. Sonra Cemal Gürsel’den hızlı adımlarla Kıbrıs Caddesine yürümüş olmalıyım. Kıbrıs Caddesi az yokuştur ama çok değil. Yokuş yürümeyi de hiç sevmem.

[4] O gazete Yeni Şafak mıydı acaba? Çok yüksek ihtimalle öyle. Yeni Şafak’ın o ilk haline aklı başında, ne dediğini bilen, ağır başlı bir muhalefet kokusu hakimdi. İktidar, hepimizi doymak bilmez kurtlara tebdil etti.

[5] Biz o mekanda dörtten daha çok kişiydik. Ali vardı muhasebeci. Metin vardı, şimdi hakim, İlhami abi vardı, o da hakim. Ahmet vardı, Trabzon Vakfıkebirli. Savcıyken, bir trafik kazası sonucu vefat etti. Sonra ben vardım. Beş oldu. Ara ara bu sayı artardı. O gün aşureye kaşık sallayan hangi dördümüzdük acaba?

Hüseyin Cem ÇÖL
5 Haziran 2014 - H 309

4 Haziran 2014 Çarşamba

Kimim Ben?



“ (…) Ben isterdim ki her gece dua ettiğim özel öğretmenlerimin içinde siz de olun. Sizin de özel bir yeriniz olsun bende isterdim. Sizi hayırla yad etmek isterdim. Öğretmenim, hocam diyebilmek isterdim. Ama bana yolda gördüğüm hiç tanımadığım bir yabancı kadar uzaksınız. Çünkü ben yaptığı işin hakkını verme derdinde olmayanları, akşam eve gittiğinde vicdanı rahatsız olmadan uyuyabilenleri, çocuklarına yedirdiği lokmanın helal olup olmadığı kaygısını çekmeyenleri (hakkını vermeden kazanılan para haramdır), muhatap olduğu kitlenin hakkını gözetmeyenleri, aktarması gerekenleri aktarmayanları, onların beyinlerini boş bırakanları; sevemiyorum bu konuda hoşgörülü olamıyorum. (…) ”

Yukarıdaki satırlar bir öğrencim tarafından bugün bana hitaben yazıldı.

Böylece askerden geldiğim 9 Mart 2012’den bu yana, onca uğraşın, yıpranmaların, didinmelerin, gayretlerin, çırpınmaların mükafatını pek güzel almış oldum.  

Kendimle ne kadar gurur duysam azdır.

Peki bir kez daha beni tanımayanlara kendimi takdim edeyim. Kim mişim ben?

1. Yaptığı işin hakkını verme derdinde olmayan biriyim.
2. Akşam eve gittiğinde vicdanı rahatsız olmadan uyuyabilen biriyim.
3. Çocuklarına yedirdiği lokmanın helal olup olmadığı kaygısını çekmeyen biriyim.
4. Hakkını vermeden para kazanan biriyim.
5. Muhatap olduğu kitlenin hakkını gözetmeyen biriyim.
6. Aktarması gerekenleri aktarmayan biriyim.
7. Onların beyinlerini boş bırakan biriyim.

Peki, tamam ben buyum. Kabul. Şu an Haziran ayındayız. Dönem bitti, dersler bitti, finaller de bugün yarın bitmek üzere. Herkes tatil planları peşinde. Peki benim tatil planlarım nedir? Ola ki merak eden olur. Bu yaz ki planlarımı yazayım da, ne olduğum daha iyi anlaşılsın.

1. Bu yaz, Deniz Ticareti Hukuku ve Sigorta Hukuku derslerinin slaytlarını hazırlayacağım. Aslında seneye bu dersleri verme ihtimalim çok az. Ama olur ya, beklenmedik bir durum (mücbir sebep J) zuhur eder, bu dersleri verecek olan öğretim üyesi ders sorumluluğunu bana devredebilir. Dönem başında böyle kötü bir sürprizle karşılaşmamak için bu yaz tedbirimi almam lazım. Çünkü bu iki dersi daha önce hiç anlatmadım, aniden kucağımda bulursam, zorlanabilirim.

2. İİBF’lere iki yıldır İcra ve İflas Hukuku dersi anlatıyorum. Bu ders benim alanım değil ama anlata anlata epey malumat sahibi oldum, deyim yerindeyse dersin şifresini çözdüm. Hazırladığım slaytlar da fena değil, işe yarar. Bu slaytları biraz genişletirsem, pratik çalışmalarla zenginleştirirsem, hatta Hakimlik sınav sorularını da içine katabilirsem pekala HF öğrencileri için de kullanışlı olabilir. Kuru/Arslan/Yılmaz üçlüsünün o devasa YEŞİL kitabını bu yaz yeniden hatmetmem şart. Hatta KIRMIZI Medeni Usul’ü de okursam, okuyabilirsem ne iyi olur.

3. Ticaret Hukuku ders slaytlarım epey olgunlaştı. Ama yine de bir kez daha baştan sona gözden geçirmekte fayda var. Özellikle HF öğrencileri için hazırladığım Ticaret Hukuku slaytlarına pratik çalışma eklemem şart. İİBF için hazırladığım Ticaret Hukuku slaytlarının kapsamını ise biraz daraltmalıyım. Ders saatleri düşürülünce her konuya değinmek imkanı kalmadı. Zaten İİBF’liler de az ama öz bilgi peşinde. Daha dar bir slayt onların KPSS’de de, lisans sınavlarında da işini görür. 

4. Hem HF, hem de İİBF için hazırladığım Borçlar Hukuku slaytlarını yeni baştan düzenlemem şart. İİBF için hazırladığım slaytın kapsamını daraltmalıyım. HF için hazırladığım Borçlar Hukuku slaytlarını ise özellikle pratik çalışmalarla genişletmeliyim. Aslında Borçlar Hukuku en sevdiğim ders ama gel gör ki şimdiye dek bu dersi HF’nde gönlümden geçtiği gibi işleyemedim. Çünkü, ben yaptığı işin hakkını verme derdinde olmayan biriyim. Bu sene, geçen seneye nazaran biraz daha iyiydi ama yine de eksik kaldığım pek çok nokta var. Önümüzdeki yıl ise Allah gönlümdekini biliyor ya, bu dersi hiç vermek istemiyorum. Ama bütün iş benim istememle ya da istemememle olmuyor. Keşke bir sürpriz olsa da, HF öğrencilerine “yaptığı işin hakkını verme derdinde olan” başka biri bu dersin sorumluluğunu benden alsa. Ah keşke.

5. Roma hukuku slaytlarını bu yılın Ocak tatilinde, bahar dönemi derslerinin başlamasından önce baştan sona yenilemiştim. İşte ben böyle bir enayiyim. Oturup baştan sona slayt yeniledim. Roma hukuku, çağdaş hukukun temeli olduğundan, bu dersin olabildiğince çağdaş hukukla kıyaslamalı işlenmesi gerektiği düşüncesindeydim. Bu nedenle hazırladığım slaytın tamamında Roma hukuku-Türk hukuku karşılaştırması yapmıştım. Öğrencilerin hem özel hukukun temelini kavramaları, hem temel hukuk bilgilerini pekiştirmeleri, hem de özel hukuk derslerine yönelik sağlam bir altyapı kazanmaları için “araştırma ödevi” hazırlamalarını sağlamıştım. Odama gelen istisnasız her öğrenciye de kitaplığımdaki kitapları ödünç vererek ödevlerini en iyi şekilde yapmalarına yardım ettim. Nerdeyse sınıfın yarısı ödevlerini benden aldıkları kitaplarla hazırladılar. Yukarıdaki mektupta benim “hakkını vermeden para kazanan” biri olduğumu ima eden öğrenci dahil. Ve iki gün boyunca sabah sekizden akşam beşe kadar öğrencilerin sunumlarını dinledim. Boşuna uğraşmışım, salaklık yapmışım. Enayiliğime doymayayım. Bu yaz, Roma slaytlarımı yakmak istiyorum. Seneye, bu ders bana kalırsa, dayarım öğrencinin önüne Ziya Umur’u, ne halleri varsa görsünler. Zaten ben “akşam eve gittiğinde vicdanı rahatsız olmadan uyuyabilen biriyim.”

6. Bu sene, hem Borçlar Hukuku Genel Hükümler dersinde, hem de Ticaret Hukuku dersinde öğrencilere pratik çalışma ödevi vermiştim. Maalesef bazen zaman yokluğundan, bazen de tembelliğimden (!) verdiğim bu ödevlerdeki olayları kendim uğraşıp da çözümünü yapamadım. Yine de bu ödevleri en az sınavlar kadar önemsedim. Belki ödevlerin çözümünde öğrenciye yeterince yol gösterici olamadım ama pratik çalışmanın yöntemi ve önemi konusunda öğrenciye bilinç vermeye gayret ettim. Bu yaz, masa başına oturacağım ve öğrenciye verdiğim toplam 120 olayın çözümünü kendim yapmaya çalışacağım. Güz dönemi başladığında ise, 2. Sınıf öğrencilerine Borçlar Hukuku, 3. Sınıf öğrencilerine de Ticaret Hukuku çözümlü pratik çalışmalarını dağıtacağım. Bunu yapmak yerine “dinlenmek” belki en akıllıca hareket. Fakat benim bu dünyadaki tek hobim “çocuklarıma haram lokma yedirmek”. Bu zevkten kendimi mahrum edemem.  

2014 yaz planlarım böyle.

2013 yazı da, 2012 yazı da işte hep buna benzer beyhude gayretlerle, boşa kürek çekmelerle geçti. Son iki yaz, yok Ticaret’ti, yok İcra-İflas’tı, yok Roma’ydı, yok Borçlar’dı diyerek çabaladım durdum. Ha bu arada, ben ne çok derse giriyormuşum böyle. Derdim neyse benim? Oysa benim yarım bıraktığım bir doktoram var. Vaktimi, enerjimi “derslere” vermektense, “doktora tezime” verseydim, şimdi çoktan “yar.doç.dr.” olmuştum. Ayrıca benim bir de “ailem” var. İyice yorgunluk safhasına giren tamire muhtaç yıllanmış bir evliliğim, benden habersiz büyümekte olan üç güzel çocuğum var. Dersler bir şekilde yürürdü. Aileme, eşime, çocuklarıma daha çok vakit ayırmak varken, küçük kızımın gözlerine daha çok bakmak varken, nedir bendeki bitmek bilmez bu enayilik nöbeti? Cem'cim neye yaradı sendeki bu delilik? Yıllar, inancını da sildi süpürdü; şimdi kimden "hak" talep edeceksin?

***

Şu an çok üzgünüm. Çok da mutsuzum. Hayatımda hiç bu kadar haksız ithama maruz kalmadım.

Ben bunları ASLA hak etmedim.

Hüseyin Cem ÇÖL
   4 Haziran 2014 – H 309 

Kimim Ben?



“ (…) Ben isterdim ki her gece dua ettiğim özel öğretmenlerimin içinde siz de olun. Sizin de özel bir yeriniz olsun bende isterdim. Sizi hayırla yad etmek isterdim. Öğretmenim, hocam diyebilmek isterdim. Ama bana yolda gördüğüm hiç tanımadığım bir yabancı kadar uzaksınız. Çünkü ben yaptığı işin hakkını verme derdinde olmayanları, akşam eve gittiğinde vicdanı rahatsız olmadan uyuyabilenleri, çocuklarına yedirdiği lokmanın helal olup olmadığı kaygısını çekmeyenleri (hakkını vermeden kazanılan para haramdır), muhatap olduğu kitlenin hakkını gözetmeyenleri, aktarması gerekenleri aktarmayanları, onların beyinlerini boş bırakanları; sevemiyorum bu konuda hoşgörülü olamıyorum. (…) ”

Yukarıdaki satırlar bir öğrencim tarafından bugün bana hitaben yazıldı.

Böylece askerden geldiğim 9 Mart 2012’den bu yana, onca uğraşın, yıpranmaların, didinmelerin, gayretlerin, çırpınmaların mükafatını pek güzel almış oldum.  

Kendimle ne kadar gurur duysam azdır.

Peki bir kez daha beni tanımayanlara kendimi takdim edeyim. Kim mişim ben?

1. Yaptığı işin hakkını verme derdinde olmayan biriyim.
2. Akşam eve gittiğinde vicdanı rahatsız olmadan uyuyabilen biriyim.
3. Çocuklarına yedirdiği lokmanın helal olup olmadığı kaygısını çekmeyen biriyim.
4. Hakkını vermeden para kazanan biriyim.
5. Muhatap olduğu kitlenin hakkını gözetmeyen biriyim.
6. Aktarması gerekenleri aktarmayan biriyim.
7. Onların beyinlerini boş bırakan biriyim.

Peki, tamam ben buyum. Kabul. Şu an Haziran ayındayız. Dönem bitti, dersler bitti, finaller de bugün yarın bitmek üzere. Herkes tatil planları peşinde. Peki benim tatil planlarım nedir? Ola ki merak eden olur. Bu yaz ki planlarımı yazayım da, ne olduğum daha iyi anlaşılsın.

1. Bu yaz, Deniz Ticareti Hukuku ve Sigorta Hukuku derslerinin slaytlarını hazırlayacağım. Aslında seneye bu dersleri verme ihtimalim çok az. Ama olur ya, beklenmedik bir durum (mücbir sebep J) zuhur eder, bu dersleri verecek olan öğretim üyesi ders sorumluluğunu bana devredebilir. Dönem başında böyle kötü bir sürprizle karşılaşmamak için bu yaz tedbirimi almam lazım. Çünkü bu iki dersi daha önce hiç anlatmadım, aniden kucağımda bulursam, zorlanabilirim.

2. İİBF’lere iki yıldır İcra ve İflas Hukuku dersi anlatıyorum. Bu ders benim alanım değil ama anlata anlata epey malumat sahibi oldum, deyim yerindeyse dersin şifresini çözdüm. Hazırladığım slaytlar da fena değil, işe yarar. Bu slaytları biraz genişletirsem, pratik çalışmalarla zenginleştirirsem, hatta Hakimlik sınav sorularını da içine katabilirsem pekala HF öğrencileri için de kullanışlı olabilir. Kuru/Arslan/Yılmaz üçlüsünün o devasa YEŞİL kitabını bu yaz yeniden hatmetmem şart. Hatta KIRMIZI Medeni Usul’ü de okursam, okuyabilirsem ne iyi olur.

3. Ticaret Hukuku ders slaytlarım epey olgunlaştı. Ama yine de bir kez daha baştan sona gözden geçirmekte fayda var. Özellikle HF öğrencileri için hazırladığım Ticaret Hukuku slaytlarına pratik çalışma eklemem şart. İİBF için hazırladığım Ticaret Hukuku slaytlarının kapsamını ise biraz daraltmalıyım. Ders saatleri düşürülünce her konuya değinmek imkanı kalmadı. Zaten İİBF’liler de az ama öz bilgi peşinde. Daha dar bir slayt onların KPSS’de de, lisans sınavlarında da işini görür. 

4. Hem HF, hem de İİBF için hazırladığım Borçlar Hukuku slaytlarını yeni baştan düzenlemem şart. İİBF için hazırladığım slaytın kapsamını daraltmalıyım. HF için hazırladığım Borçlar Hukuku slaytlarını ise özellikle pratik çalışmalarla genişletmeliyim. Aslında Borçlar Hukuku en sevdiğim ders ama gel gör ki şimdiye dek bu dersi HF’nde gönlümden geçtiği gibi işleyemedim. Çünkü, ben yaptığı işin hakkını verme derdinde olmayan biriyim. Bu sene, geçen seneye nazaran biraz daha iyiydi ama yine de eksik kaldığım pek çok nokta var. Önümüzdeki yıl ise Allah gönlümdekini biliyor ya, bu dersi hiç vermek istemiyorum. Ama bütün iş benim istememle ya da istemememle olmuyor. Keşke bir sürpriz olsa da, HF öğrencilerine “yaptığı işin hakkını verme derdinde olan” başka biri bu dersin sorumluluğunu benden alsa. Ah keşke.

5. Roma hukuku slaytlarını bu yılın Ocak tatilinde, bahar dönemi derslerinin başlamasından önce baştan sona yenilemiştim. İşte ben böyle bir enayiyim. Oturup baştan sona slayt yeniledim. Roma hukuku, çağdaş hukukun temeli olduğundan, bu dersin olabildiğince çağdaş hukukla kıyaslamalı işlenmesi gerektiği düşüncesindeydim. Bu nedenle hazırladığım slaytın tamamında Roma hukuku-Türk hukuku karşılaştırması yapmıştım. Öğrencilerin hem özel hukukun temelini kavramaları, hem temel hukuk bilgilerini pekiştirmeleri, hem de özel hukuk derslerine yönelik sağlam bir altyapı kazanmaları için “araştırma ödevi” hazırlamalarını sağlamıştım. Odama gelen istisnasız her öğrenciye de kitaplığımdaki kitapları ödünç vererek ödevlerini en iyi şekilde yapmalarına yardım ettim. Nerdeyse sınıfın yarısı ödevlerini benden aldıkları kitaplarla hazırladılar. Yukarıdaki mektupta benim “hakkını vermeden para kazanan” biri olduğumu ima eden öğrenci dahil. Ve iki gün boyunca sabah sekizden akşam beşe kadar öğrencilerin sunumlarını dinledim. Boşuna uğraşmışım, salaklık yapmışım. Enayiliğime doymayayım. Bu yaz, Roma slaytlarımı yakmak istiyorum. Seneye, bu ders bana kalırsa, dayarım öğrencinin önüne Ziya Umur’u, ne halleri varsa görsünler. Zaten ben “akşam eve gittiğinde vicdanı rahatsız olmadan uyuyabilen biriyim.”

6. Bu sene, hem Borçlar Hukuku Genel Hükümler dersinde, hem de Ticaret Hukuku dersinde öğrencilere pratik çalışma ödevi vermiştim. Maalesef bazen zaman yokluğundan, bazen de tembelliğimden (!) verdiğim bu ödevlerdeki olayları kendim uğraşıp da çözümünü yapamadım. Yine de bu ödevleri en az sınavlar kadar önemsedim. Belki ödevlerin çözümünde öğrenciye yeterince yol gösterici olamadım ama pratik çalışmanın yöntemi ve önemi konusunda öğrenciye bilinç vermeye gayret ettim. Bu yaz, masa başına oturacağım ve öğrenciye verdiğim toplam 120 olayın çözümünü kendim yapmaya çalışacağım. Güz dönemi başladığında ise, 2. Sınıf öğrencilerine Borçlar Hukuku, 3. Sınıf öğrencilerine de Ticaret Hukuku çözümlü pratik çalışmalarını dağıtacağım. Bunu yapmak yerine “dinlenmek” belki en akıllıca hareket. Fakat benim bu dünyadaki tek hobim “çocuklarıma haram lokma yedirmek”. Bu zevkten kendimi mahrum edemem.  

2014 yaz planlarım böyle.

2013 yazı da, 2012 yazı da işte hep buna benzer beyhude gayretlerle, boşa kürek çekmelerle geçti. Son iki yaz, yok Ticaret’ti, yok İcra-İflas’tı, yok Roma’ydı, yok Borçlar’dı diyerek çabaladım durdum. Ha bu arada, ben ne çok derse giriyormuşum böyle. Derdim neyse benim? Oysa benim yarım bıraktığım bir doktoram var. Vaktimi, enerjimi “derslere” vermektense, “doktora tezime” verseydim, şimdi çoktan “yar.doç.dr.” olmuştum. Ayrıca benim bir de “ailem” var. İyice yorgunluk safhasına giren tamire muhtaç yıllanmış bir evliliğim, benden habersiz büyümekte olan üç güzel çocuğum var. Dersler bir şekilde yürürdü. Aileme, eşime, çocuklarıma daha çok vakit ayırmak varken, küçük kızımın gözlerine daha çok bakmak varken, nedir bendeki bitmek bilmez bu enayilik nöbeti? Cem'cim neye yaradı sendeki bu delilik? Yıllar, inancını da sildi süpürdü; şimdi kimden "hak" talep edeceksin?

***

Şu an çok üzgünüm. Çok da mutsuzum. Hayatımda hiç bu kadar haksız ithama maruz kalmadım.

Ben bunları ASLA hak etmedim.

Hüseyin Cem ÇÖL
   4 Haziran 2014 – H 309 

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hayat Sınavı'm Hakkında Gereksiz Bir Açıklama


Cem, hayatında hiç bu kadar yalnız olmamıştı. En büyük yalnızlık, düşündüğünü özgürce çekinmeden uluorta söyleyememek olmalı. Cem, hayatında hiç bu kadar korkak olmamıştı. En büyük korkaklık, içinde olup biten depremleri başkasına sezdirmekten çekinmek olmalı. Cem, hayatında hiç bu kadar hayattan kaçmamıştı. Hep kaçtı da, hiç bu kadar değil. En büyük kaçak, söylenmesi gerekenleri söylemeyi hep erteleyenler olmalı.

Sus bakalım, nereye kadar!

Hüseyin Cem ÇÖL
   17 Mayıs 2014 – H 309