Karadeniz Teknik Üniversitesi Önlisans Ve Lisans Eğitim-Öğretim Sınav Değerlendirme Ve Öğrenci İşleri Yönetmeliğine göre “Bir dersin yarıyıl sonu sınavına girebilmek için, o derse kayıtlı olmak ve ilk defa alınan derslerin en az % 70’ine, uygulama ve/veya laboratuvarların en az % 80’ine katılmak zorunludur. Bu şartları yerine getiremeyen öğrenci yarıyıl sonu sınavına alınmaz. Bu öğrenciye (D) devamsız harf notu verilir (m.14/2)”.
Lisans (ve önlisans) öğrencilerine derslere devam zorunluluğu getirilmeli midir? Bu hususta, lehte veya aleyhte görüşler ileri sürülebilir. Her görüş, mantıklı bir temele oturduğu, daha adil olanı bulma çabasında bulunduğu sürece elbette değerlidir.
Bu noktada evvela iki hususu vurgulamak gerekir:
Birincisi, derse devam zorunluluğuna ilişkin aleyhteki görüşlerin haklılık payının fazla olması, kuralın uygulanmamasını gerektirmez. İçimize sinmese de, rahatımızı bozsa da, çıkarlarımıza aykırı olsa da, kurallara uymak ve kuralları uygulamak zorundayız.
İkincisi, derse devam zorunluluğuna ilişkin kuralın bulunması ve kuralın uygulanması gerektiği, kuralı eleştiriden muaf kılmaz. Kurallar, insan ve toplum ihtiyaçlarını karşılamak içindir. İhtiyaçlara denk düşmeyen kurallar değiştirilir ve yerine “daha adil, daha yararlı, daha uygulanabilir” olanı konulur. Pozitif hukuka uymak zorunda kalmak, ideal hukuku aramaktan alıkoymaz, alıkoymamalıdır.
Bu yazıda amacım, devam zorunluluğuna ilişkin Yönetmeliğin 14/2 hükmünün eleştirisini yapmak, devam zorunluluğu uygulamasının yararlarını ve sakıncalarını ortaya dökmek ve şahsi kanaatimi ortaya koymak DEĞİLDİR. Bu konuda, sosyal medyada ve kapalı kapılar ardında görüş ileri sürenleri, kuralın değiştirilmesi için çaba gösterenleri önemsiyorum ama benim bu yazıda çözüm aradığım, devam zorunluluğu olsun mu olmasın mı sorunu değil.
Devam zorunluluğu Yönetmelik maddesi gereği elbette uygulanacak, kurallar saksı değildir, kurallar uygulanmak içindir. Buraya kadar tamam. Asıl mesele şu: Peki nasıl uygulanacak?
İlgili Yönetmelik maddesi teorik derslerde yarı yıl sınavına girebilmek için %70 devam zorunluluğu getirmiş ama öğrencinin “devam zorunluluğunu” sağlayıp sağlamadığının nasıl belirleneceğini, diğer ifadeyle “yoklamanın nasıl alınacağını” belirsiz bırakmış. Bu yönüyle madde pek çok soruya ve soruna gebe.
Bu hususta aklıma gelenleri sıralıyorum:
Madde metninde yoklamanın “imza” almak suretiyle alınmasına ilişkin bir ifade yok. Dolayısıyla “devam” alınacak ama yöntemin “öğrenciden imza alınması” olması zorunlu değil. Doğrusu, “imza” alınması hususunda alt düzenleyici işlemler (senato kararı, dekanlık kararı vs.) var mı bilmiyorum. Fakat, salt Yönetmelik maddesi nazara alındığında, “imza”nın sözünün edilmediğini, dolayısıyla “devam” zorunluluğunun imza almak dışında başka yöntemlerle de sağlanabileceğini akla geliyor.
Ne gibi yöntemler?
İlkokulda öğretmenlerimiz yoklama alırken isimlerimizi okurdu ve ismi okunan öğrenci “burda” derdi. En hızlı ve sorun çıkarmayan “tespit” bu olsa gerek. Bir ders sorumlusu, üniversitede bu yöntemi kullanabilir mi? Alt düzenleyici işlemlerde başka bir yöntem kullanılması emredilmediği sürece, Yönetmelik maddesinin “isim okunarak devamın tespitini” mümkün kıldığını, en azından bunu yasaklamadığını söylemek mümkün.
Bir an için, “devam zorunluluğunun” sadece “imza” alınarak tespit edileceğini varsayalım. Ki, uygulama şu an bu yönde. Yani derse gelen öğrencilerden “imza” alıyoruz, devamın tespitini imzaları toplayarak yapıyoruz. Fakat, “imza” alınması uygulaması da çeşitli sorunlara gebe.
Birincisi, öğrenciden “kaç imza” alacağız?
İkincisi, imzaların “denetimini nasıl” yapacağız?
Üçüncüsü, imzaları “nasıl” alacağız?
Birincisi, öğrenciden “kaç imza” alacağız? Çarşamba günleri saat 14-17 arasında Ticaret Hukuku-II dersim var. Bu derste “1” imza mı almalıyım, yoksa “3” imza mı almalıyım? “3” imza alacaksam, her ders ayrı ayrı mı imza almalıyım yoksa “3 imzayı toptan” alabilir miyim? “1” imza alacaksam, bu imzayı dersin başında (saat 14’te) mı, dersin ortasında mı (saat 15:30’da) yoksa dersin sonunda mı (saat 17’de) almalıyım?
“Kaç imza alınacak?” sorusu kadar, hatta bu sorudan daha önemli başka bir soru var: “İmzaların denetimi nasıl yapılacak? Başkasının yerine imza atanlar nasıl tespit edilecek?” Bu sorunun cevabı kolay denebilir. İmzaları sayarsın, sonra öğrencileri sayarsın. İmza ve öğrenci sayısı eşitse, sorun yok demektir. İmza sayısı az, öğrenci sayısı fazla ise “imza atmayan kim?” diye sınıfa/amfiye seslenirsin, imza atmayan gelir, imzasını atar ve sorun hallolur. Peki ya imza sayısı öğrenci sayısından fazla çıkarsa? Şüphesiz asker uyumaz, öğrenci de başkasının yerine imza atmaz. Ben de, “öğrencilerden bazıları, derse gelemeyen başkalarının ricasını kırmayarak onların yerine imza atar” demiyorum zaten. Belki melekler atıyordur o fazladan imzaları, kimbilir? Ne yapacağız, nasıl tespit edeceğiz başkasının yerine imza atanları? Ders sorumluları grafoloji bilmek zorundalar mı? Ortalama 250 kişilik sınıflarda imza denetimi yapmanın zorluğundan geçtim, imkanı var mıdır? İmza denetimi yapmak imkanı yoksa, yapılan “imza alıyormuş gibi yapmaktır” ve aslında olan biten de budur.
Üçüncü soru ise “imzaları nasıl alacağız?” Uygulamada, imza listesi sınıfta gezdirilerek imza toplanmaktadır. İmza listesinin sınıfta gezdirilmesi dersi ifsat etmektedir, deyim yerindeyse haylaz bir öğrenci gibi dersi kaynatmaktadır. Çünkü, hem öğrenci, hem ders sorumlusu derse değil imza listesine odaklanmaktadır. Zaten teknoloji bağımlılığı nedeniyle pek çoğumuz odaklanma sorunu yaşıyoruz. Ders işlenmesinin amacı dersin öğrenilmesi ve öğretilmesidir. İmza zorunluluğu, amacı devre dışı bırakmakta, aracı amacın önüne geçirmektedir. Zoraki sınıfta oturan öğrenci, ders sorumlusunun ve istekle derse gelen diğer öğrencilerin de motivasyonunu düşürmektedir. İmza listesi sınıfta elden ele dolanırken, cilveli bir kadın gibi ilgi çekmekte, öğrencilerin (ve maalesef ders sorumlusunun) zihinlerini meşgul etmektedir. Sınıfta dolaşan imza listesi, dersin amacını saptırmaktadır. Bu noktada şu çözüm düşünülebilir: İmza listesi sınıfta dolanmasın, kürsüde dursun, her öğrenci kürsüye gelip imzasını atsın, sınıfta 250 kişilik uzun kuyruklar oluşsun ve bu uygulama her ders bıkmadan usanmadan yapılsın. Bu uygulama yararlı olabilir. Böylece öğrenciler, annelerimizin babalarımızın yetmişli yıllarda tüp kuyruklarında, gaz kuyruklarında neler çektiklerini anlayıp, empati kurabilirler, sahip olduklarının değerini daha iyi anlarlar ve daha hayırlı bir evlat olmak için çabalayabilirler. Öğrencilere hiçbir şey öğretemezsek, hiç değilse sabırlı olmayı öğretebiliriz böylece. Fakat benim şekerim var. Beni mazur görün.
Yukarıda şahsi kanaatimi söylemeyeceğim dedim ama dayanamayıp söyleyeceğim. Öğrenci sayısının 40’ı geçmediği sınıflarda devam zorunluluğu getirilmesinin hem yararlı ve hem uygulanabilir olduğunu düşünüyorum. Mevcut azsa, öğrenci-ders sorumlusu diyalogu daha sıkı olacağından, yoklama almak daha az zaman alır ve denetim kolay olacağından devam zorunluluğunun tespiti gerçekten hakkıyla yapılabilir. Ancak asıl husus talebenin öğrenmeyi istemesi, ders sorumlusunun da becerikli, birikimli ve en çok da hevesli olmasıdır. Zoraki derse gelen öğrenciye dersi sevdirmek ve öğretmek ise, ders sorumlusunun sorumluluğundadır (Bana 40 kişilik sınıf verin, ben o sınıfı uçururum).
Hülasa, devam zorunluluğu uygulaması ancak az sayıda öğrencinin eğitim aldığı sınıflarda yararlı sonuçlar doğurabilir. 250-300 kişilik sınıflarda ise, devam zorunluluğu uygulamasının hakkıyla yapılabilmesi ve amaçlanan olumlu sonuçları doğurabilmesi muhaldir.
Hüseyin Cem ÇÖL
1 Mart 2017 – Pelitli