29 Haziran 2013 Cumartesi

Nadas Zamanı


Yeni yayın döneminde yeniden merhaba diyebilmek dileğiyle.

Hüseyin Cem ÇÖL
29 Haziran 2013 - Sivas 

27 Haziran 2013 Perşembe

Deplasmanda Plasebo


Allah'ım kaderimde anarşi ve protesto 
antidepresanlar ve içi boş bir gardırop 
ne de çok yer kaplıyor mesela al pacino 
yardımın gerekiyor kadıköy'deyim stop. 

Allah'ım kaderim bu sentimental ambargo: 
alternatif referans potansiyel salvo yok, 
sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok; 
cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop. 

Allah'ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin 
kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor? 
'deplasmandır bu dünya' diyor albino şeyhim 
plasebo yutturuyor bana depresif doktor. 

Allah'ım kaderimden şikayetçi değilim 
aksine bahtiyarım evrende bana da rol 
verdiğin için şahsen, Allah'ım bizler senin 
falsolu kullarınız, n'olur bizden razı ol. 

MURAT MENTEŞ 

23 Haziran 2013 Pazar

Masal





"İslamiyet de Marksizm de belli bir coğrafyanın, belli bir medeniyetin masalları. Hayat büyük, çılgın, deli dolu, ikisinin de dışında."  

Cemil Meriç
(Jurnal - 1 Nisan 1970)

21 Haziran 2013 Cuma

Günün Sözü : "ADİL OL!"


Kafka'nın "Ceza Sömürgesinde" hikayesini pek çok severim. Kaç defa okudum, şimdi de dinleme vakti. Aşk ile buyrun hep beraber dinleyelim :


"—Subayın, artık hükümlüye pek aldırdığı yoktu. Yolcunun yanına gelip, cebinden küçük deri çantayı çıkardı; kağıtları karıştırarak, içinden aradığını bulup yolcuya gösterdi, "Okuyun!" dedi. "Okuyamam," dedi yolcu, "söyledim size, bu yazılardan bir şey anlamadığımı. "Yakından bakmaya çalışın." dedi subay ve birlikte okuyabilmek için yolcunun yanına sokuldu. Fakat bu da yarar sağlamayınca, yolcunun, yazıyı izleyebilmesi için serçe parmağını kağıdın üzerinde, değdirmeden -sanki kağıdın yüzünü, temasıyla kirletmeye cesaret edemiyormuş gibi- parmağını değdirmeden gezdirerek, yazının ana hatlarını çizdi. Yolcu, hiç olmazsa, bu işte subayı memnun etmek için çaba gösterdi, fakat bir türlü sökemiyordu: "ADİL OL!” diye yazılı orada," dedi. "Artık okuyabilirsiniz tabii." Yolcu, kağıdın üzerine öyle eğilmişti ki, subay, elini sürer diye korkarak, hemen geri çekti; yolcu bir şey söylemedi, ama yazıyı hala sökemediği besbelliydi. "Adil ol! yazılı orada." diye tekrar etti subay. "Be1ki." dedi yolcu, "inanıyorum size." "Peki, öyleyse," dedi subay; hiç olmazsa biraz tatmin o1muştu; merdivene çıktı; kağıdı dikkatle nakkaşın içine yerleştirdi. "


Franz KAFKA - Ceza Sömürgesinde 

14 Haziran 2013 Cuma

İstibdat Bitmez Bu Topraklarda



Bilmez değildim bu gerçeği ya, huyum kurusun işte, illaki bir yazarın gerçeği kurgunun içine bandırıp hayatın içine yedirmesi gerekiyor ki net algılayabileyim.

Bir haftadır ara ara okuduğum ve nihayet bu akşam bitirebildiğim Ahmet Altan’ın “Kılıç Yarası Gibi” romanı, işte hep bildiğim o gerçeği, kâfur tas içinde önüme koyuverdi. Şu paragraf romanın son sayfasından:  

“… İstibdat bitti diye sevinen, şimdi çoktan ölüler diyarına göçmüş bu halkın, bu topraklarda istibdadın hiç bitmeyeceğini, biri bittiğinde yenisinin başlayacağını, bu topraklarda yalnızca istibdadın yetişebildiğini bilmediklerini düşünüyordu.”

Bu toprakların mayasında var otoriterlik. Herkes, en sağından en soluna kadar, birlikte barış içinde yaşamayı değil, sadece herkesin kendisine râm olmasını arzuluyor içten içe. İstibdata karşı çıkanlar, aslında, istibdadın kendisine değil, müstebide karşılar.

Bir özet geçeyim istedim.

Hüseyin Cem ÇÖL
   14 Haziran 2013 – H 309

11 Haziran 2013 Salı

Sis


"Hakiki aşk kılıç yarası gibidir, yara kapansa da izi mutlaka kalır."

AHMET ALTAN
Kılıç Yarası Gibi, 
Alkım Yayınevi, İstanbul 2006, s. 239. 

10 Haziran 2013 Pazartesi

Valla Sınav Sorusu


Behzat Ç. – La sana geçen ay bin lira para vermiştim, hatırladın mı?
Ercüment Çözer – Hiç unutmadım ki. 
Behzat Ç. – Ne zaman ödeyecen la borcunu biiiipppp?
Ercüment Çözer – Ödeyesim yok.
Behzat Ç. – Yani, vaziyetin iyi ama canın ödeme yapmak istemiyor öyle mi? O vakit, ............................................

Diyalog aşağıdaki hangi cümleyle tamamlanırsa, Behzat Ç. alacağına hukuk düzeni içinde kavuşabilir?

a) Canın sağ olsun, bin lira senden değerli mi?
b) Seni Allah’a havale ediyorum la kitapsız herif.
c) Bir bardak su ver de sevabına içeyim. Soğuk olsun lütfen. 
d) Seni çok pis döverim, o parayı da sana yâr etmem bilesin.
e) Ben en iyisi ilamsız icra takibi yapayım, hadi see you.       

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Haziran 2013 - Pelitli 

Nokta



"İdeolojinin yaraya merhem olduğu zamanlar olmuştur. Ancak yekpare hayatı anlamaya yetmez! Tüm sermayeni ideolojiye yatırma, eksik kalırsın!"


AHMET MÜMTAZ TAYLAN

9 Haziran 2013 Pazar

Kırmızı Pazar




Kız sen burda yeni misin peki leyla nerde
Hani çekirdek gözlüm örümcekten korkan
Kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor
Elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur

Leyla güzel kızdı ben böyle göz görmedim
Sen de güzelsin bak omuzların mesela
Biz elektrikçi kısmı karanlıkta güreşiriz
Ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz pektir
Saçların kendinden mi sarı boyadın mı
Öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun

Buranın tesisatını biz yaptık cahit'le beraber
Düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık
Cahit askere gitti bak leyla da gitmiş
Geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cigara iç
Yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın
Dilsiz misin nesin bir şey söylesene
İstanbul'dan mı geldin yalnız mısın


ATTİLÂ İLHAN

Hocaya “Bey” Diye Hitap Etmek



Ankara’da “Çek” mevzusu ile ilgili bir sempozyuma katılmıştım bundan üç-beş sene önce. O sempozyumdan aklımda kalan tek sahne şu:

İsim vermekte sanırım mahsur yok ama ben ne olur ne olmaz isim vermeyeceğim. Bir hocamız, hadi ona (A) diyelim, çekle ilgili bir tebliğ sunmuştu da, o konuda yazılan ilk monografilerden birine atıf yapmamıştı. O ilk monografinin yazarlarından biri de salondaydı. Hadi ona da (B) diyelim. Kendi eserine atıf yapılmadığı için pek bir kızmış olmalı ki, (B), söz aldı, kürsüye çıktı ve biraz sert bir edayla “Beyefendi”, dedi, (A)’ya hitaben, “ben sizi pek titiz bir araştırmacı bilirdim, fakat görüyorum ki, tebliğ konunuzla ilgili bu alanda yazılmış eserleri yeterince incelememişsiniz, inceleseydiniz, 1960’larda yazdığımız şu ortak esere de atıf yapardınız” dedi ve yerine oturdu. Salonda kısa bir sessizlik yaşanmıştı. Oturum başkanının, ortamın daha da gerilmemesi için, tebliğ sahibine cevap vermemesini telkin eden bir el hareketinde bulunduğunu da çok iyi hatırlıyorum. Fakat tebliğ sahibi, bir şekilde, (B)’nin çıkışına karşılık vermeye niyetliydi. (B) yerine oturur oturmaz, (A), biraz sitemkâr bir tarzla şunları söylemişti: “Ben, Prof.Dr. …., Kabul ederseniz sizin meslektaşınızım, herhangi bir beyefendi değil”. Anlaşılan, tenkitten çok, “beyefendi” hitabı, tebliğ sahibi hocayı rahatsız etmişti.

“Bey” ya da “beyefendi” hitabı, aslında nazik bir anlamı ihtiva etmekte. “Hocam” hitabı ise, hem muhatabına saygı duyduğunu ifade ediyor, hem de muhatabını yüceltiyor. Hocalık, tanrı mesleğidir sonuçta. Hem “bey”, hem “hoca” hitabı olumlu içeriğe sahip olduğuna göre, “hoca” yerine “bey” diye hitap etmenin bir mahsuru olur mu? Olur. İki hitap arasında uçurum farkı var adeta. “Bey” derken, “ben senin hocalığını tanımıyorum, seni hoca olarak kaale almıyorum” anlamı da gizli alttan altta. Eğer bir kötüniyet yoksa, tek sebebi cahillik olmalı. .

Şimdiye kadar ders verdiğim öğrencilerden yüzüme karşı söyleyen olmadı ama bana mail yazarak bir şey soran öğrencilerden birkaçının “bey" diye hitaplarına maruz kaldım. Bana “bey” diyenler benden ders alan öğrencilerim. Şu ana kadar hiçbirini uyarmadım. Bundan sonra da uyarmayı düşünmüyorum. Bir kasıtları, kötüniyetleri olduğunu da sanmam.

Az önce bir mail aldım. “Cem Bey” diye başlayan. İçimi dökeyim istedim.

Hüseyin Cem ÇÖL
9 Haziran 2013 – Pelitli