30 Ekim 2013 Çarşamba

Lüzumsuz Adam ve Hoca


Lüzumsuz Adam - Hocam şu kız başını örtmüyor/mini etek giyiyor/başını örtüyor/başını örtüyor ama kot pantolon giyiyor/başını örtüyor ama makyaj yapıyor/başını açıyor/başını örtüyor ama saçı görünüyor/tesettüre tam uymuyor/tesettüre hiç uymuyor/başını örtüyor ama dinin emri diye değil kendine yakıştırdığı için/başını örtüyor ama dinin emri diye değil siyasi simge olsun diye/başını örtüyor ama dinin emri diye değil iktidara yaranmak için...

Hoca - Bana ne!

Lüzumsuz Adam - Ama hocam, o kız senin kızın?

Hoca - O zaman sana ne!

Hüseyin Cem ÇÖL
30 Ekim 2013 - Pelitli

28 Ekim 2013 Pazartesi

Küçük Prensesim




İkibinsekizin son ayı... Yaşamanın ağır geldiği, hayatın üzerime fena abandığı bir dönem. Depresyon otağ kurmuş bedenimde, gitmek bilmiyor... Kendime gelmem için ya dünya bana esaslı bir yumruk atacak ya da ben dünyaya esaslı bir yumruk atacağım. İkincisine gücüm yok, fersizim, ikinciden vazgeçmişim birincisine bile çoktan razıyım. Yeter ki, köklü bir değişiklik olsun hayatımda. Tek dostum Lustral olmuş, el atan, omuz çıkan da yok etrafımda. Hep sallantıda kalmaktansa, yere iki seksen yığılmak yeğdir diye düşünüyorum. Sallanan adamın kendini toparlaması zor, yere yığılmış adamın ise artık kaybedecek birşeyi yok, ayağa kalkmaya çabalamak dışında bir seçeneği kalmamıştır çünkü.

Allah da bana hak vermiş olacak ki, gönlümden geçeni aynen kaderime yazdı, sağolsun beni iki seksen yere uzattı, ikibinonun yirmisekiz Haziranında.

Oraya gelmeden, döneyim ikibinsekizin son ayına.

Elvankent'te bir Pazar sabahı... Geç yatıp, geç kalkmayı alışkanlık edindiğim bir günlerden bir gün... Sabahla öğle arası bir vakit yatakta gözümü açtığımda, henüz gördüğüm rüyanın tesiriyle yüzümde tarifsiz bir tebessüm. Eşim, elbise dolabının yanına diz çökmüş, yıkanmış çamaşırları katlayıp dolaba yerleştiriyor. Beni yatakta tebessüm eder vaziyette uyanmış görünce "hayırdır" dedi. Bir rüyanın ortasında uyandığımı söyledim. Bir kız çocuğu, küçük, 3-4 yaşlarında, türlü şirinlikler yaparak kendisini bana sevdirmeye çalışıyor rüyamda. O benim doğmamış kızım. Onu sevmiyor muyum ki, kendini bana sevdirmek için çabalıyor? İnsan olan, kızını sevmez mi? Hem de böylesi bir güzel cimcimeyi.

Elbise katlamayı bırakan eşim yanıma uzandı. "Bir çocuğumuz daha olsun ister miydin?" dedi biraz hüzünlü. Vereceğim cevabı çok iyi biliyor oysa. Bir çocuk sahibi olmak, o günlerde isteyebileceğim en son şey. Zaten bir kızım, bir oğlum var, bir yenisinin gereği yok. Hem türlü dertlerin ortasında cebelleşirken ve hiçbirini alt edemiyorken, yeni bir bebek neyimize? "Ben iki aylık hamileyim", dedi. Şaka sandım. Hamile kaldığını bir ay önce öğrenmiş ama bana söylememiş, ters bir tepki vereceğimden çekindiğinden. Sonra ağladı. Çok ağladı. Ne diyeceğimi bilemedim.

Yeniden baba olacağım için sevindim mi? O an, kısa bir an, rüyanın üzerine o haberi duyunca, şaşkınlığın verdiği bir sevinç hasıl oldu, olmadı değil. Ama sonraki birkaç gün... Daha doğmadan rüyama bile giren bu bebekten bir an önce kurtulmak isteği hiç aklımdan çıkmadı. İnançsız biri sayılmam, fakat, hiç olmadık bir vakit kapıyı çalan bu veledi içeri buyur etmemek için, günahı çoktan göze almıştım, geriye hastaneden randevu almak için eşimi ikna etmek kalmıştı. Elbette razı olmadı, hangi anne razı olur ki... Baskılarıma dayanamayınca razı olur gibi yapıp beni günlerce oyaladı, hastaneye gitme işini hep erteledi, sonrasında aile efradı hamilelik haberini alınca iş benim kontrolümden çıktı, veletten kurtulma ümidim tamamen suya düştü. İçindekini saklayabilen biri değilimdir. Sıkıntımı, mutsuzluğumu pek kolay yansıtırım. Maalesef, eşime hamilelik döneminde, doğacak çocuğu istemediğimi hep belli ettim. Bu da benim gerçekleşmeyen ama gerçekleşmesini istediğim birinci günahımdan sonraki ikinci günahımdır.

Ertesi yılın Ağustos ayında dünyaya geldi rüyamdaki kız çocuğu. Annemin adını verdik: Ayşe. Bir de yanına Naz'ı ekledik.

Sonra zaman aktı... O büyüdükçe, ben de onunla birlikte düştüğüm yerden ayağa kalkmak için çabaladım durdum. Hâlâ da çabalamaktayım. Bu kadar çaba niye? Prensesin gözlerindeki canlılık sönmesin diye, hayata hep böyle tutkulu bakabilsin diye.

Çabalarımı takdir edecek, günahlarımı bağışlayacak af makamı, Tanrı, belki de kızımın gözleridir.

Hüseyin Cem ÇÖL
28 Ekim 2013 - Pelitli 

27 Ekim 2013 Pazar

Rabia'nın İzinde


Başlangıcını ve sonunu bildiğim uçsuz bucaksız bir yolun başında gibiyim. Başlangıç belli ve çok yalın: Sadece Tanrı var. Yolun sonu da belli: O’na döneceğiz, O’na yürümekteyiz. Arada kalan her ne varsa boşlukları doldurmak biz insanların elinde. Bir yönüyle heyecan verici bir süreç bu. Tanıdıkça, öğrendikçe, merak ettikçe, çoğaldıkça yakınlaşacağız O’na. Öğrenmeyi öğrenciye bırakan bir süreç bu. Öğretici sadece bunun için gerekli bir araç bahşetmiş öğrencisine: Akıl. Bu işin sonunda bir mükafat ya da ödül var mı belli değil. Fakat bu önemli de değil. Çünkü öğrenmenin kendisi mükafat, yolda yürümek mükafat, keşfetmek mükafat. Ve tüm bu sürecin temelinde korku ve çıkar yok. Bir çıkar umarak yolda yürümüyorum, tökezlersem cezalandırılacağım diye bir korkum da yok. Ceza varsa eğer aklımı kullanmayı bırakıp, hayatın, yaşamanın güzelliğini keşfedememek olsa gerek. Yolun sonunda beni neyin beklediğini de bilmiyorum. Ama umuyorum ki, yolun sonu da, yol kadar güzel olacak. Çünkü yolun sonunda da O var, yolda da O olduğu gibi.

Hüseyin Cem ÇÖL
6 Nisan 2013 - Pelitli

24 Ekim 2013 Perşembe

İhvan


Thomas Paine de benim kardeşimdir.
Hüseyin Cem ÇÖL
  24 Ekim 2013 - H 309

23 Ekim 2013 Çarşamba

Tuhaf Yaza Gecikmiş Bir Requiem


"Sen emeğin fotoğrafını çekebilir misin Abidin?" 

Lafı uzatmayacağım.

“İnsan, sevdiği işi yapıyorsa, çalışıyor sayılmaz” demiş adamın biri. Bu sözün doğruluğunun yaşayan kanıtı işte şu üstteki fotoğraf. Koskoca bir yaz mevsimini; farklı, doyurucu, içeriği zengin, okuması kolay ve meslek sınavlarında da işe yarayacak ders dokümanları hazırlamakla geçirdim. Benim açımdan çalışkanlıkla tembelliğin, mutlulukla mutsuzluğun, sıradanlıkla sıradışılığın içiçe geçtiği tuhaf bir yazdı gerçekten. Zıt duyguların içinde, gelgitlerle günlerimi geçirsem de, öyle ya da böyle, gayreti hiç elden düşürmedim ve ortaya işe yarar ürünler çıkarabildim. Şimdi geriye dönüp baktığımda çalıştım sayabilir miyim kendimi? Bütün bir yazı günde en az sekiz saat ekran başında geçirdiğime göre evet çalıştım denebilir. Avare avare kitap okuduğum anlarda kendimi niyeyse mutsuz, derslerle uğraştığımda ise kendimi mutlu hissettiğime göre, hayır ben çalışmadım, sadece sevdiğim işi yaptığım için hoşça vakit geçirdim.  

Tuhaf yaz bitti. Güz bereketiyle geldi. Haftada 12 defa er meydanına çıkmama rağmen, ben yine çalışıyor sayılmam. Çalışmadan para kazanmak, böyle bir şey olsa gerek.

Anladın sen onu.

Hüseyin Cem ÇÖL
23 Ekim 2013 – H 309

21 Ekim 2013 Pazartesi

Her İnsanın Hayatında "Gitme Kal" Diyen Biri Mutlaka Olmalı


"Her insan kendi içinde bir oda taşır."
F. KAFKA 

-         Yoruldum.
-          Farkındayım.
-          Eve gidesim yok.
-          Bu gece bende kal. Hem işe geç kalma derdin de olmaz. Dükkan alt katta ne de olsa.
-          Yakışık alır mı sende sabahlamak?
-          Neden olmasın? Çok darlanırsan, bekçi edasıyla koridorları turlarsın.
-          Hah, oldu. Bütün kuşları öptük, bir leylek kaldıydı. Ne işim var gecenin kör karanlığında koridorlarda? Zaten uçtu uçacak bir aklım var, onu da karanlıklarda hortlak avlayarak ziyan edemem.
-          O vakit sen de yatarsın şuracıkta. Hava aydınlanana kadar da odadan dışarı çıkmazsın.
-          Kesiksiz uyuyan biri değilim ki. İllaki uyanacağım bir vakit. Açarım ışığı, seni de rahatsız ederim.  
-          Yok ben rahatsız olmam. Sen keyfine bak.
-          Ben gitsem iyi olacak.
-          Kal lütfen.
-          Kalamam. İki dakikalık yol zaten. Yolda göz kapaklarım kapanmazsa, bir sıkıntı yok. 93.6’yı da açarım, Coşkun Sabah’ımı, olmadı Sibel Can’ımı dinlerim, “unutma beni” derim, “rüyalarda buluşuruz” derim, bir bakmışım evdeyim. Hem insanın yeri, evidir.
-          İyi o halde. Yarın sabah görüşürüz.
-          Allahaısmarladık.

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Ekim 2013 – H 309

"Yaşamak" : Kılıç Yarası Gibi İz Bırakan Bir Gençlik Hatırası


YAŞAMAK
Cahit Zarifoğlu

Beyan Yayınevi, İstanbul, 1990, 216 s. 

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Ekim 2013 - H 309

20 Ekim 2013 Pazar

Turgenyev'e Selam Olsun!


İvan Sergeyeviç Turgenyev
(1818-1883)
Baba, 40 yaşlarında, yorgun, hayat telaşesinin göbeğinde.
Oğul, ilkokul talebesi, sakin, hayat telaşesinin epey uzağında.

Baba, oturma odasındaki kanepeye çökmüş, bir ayağını ötekinin altına almış, düşünceli.
Oğul, babasının dizi dibinde, halının üzerinde, elinde bir metrelik boruyla oyun oynamakta, neşeli.

Baba, düşünüyor, oğlum ilkokulu bitirse, sonra ortaokulu, liseye başlasa, iyi bir dersaneye versek, iyi bir üniversitede çabuk meslek sahibi olacağı bir bölümü kazansa, üniversiteyi bitirir bitirmez askere gitse, dönüşte işe girse, sonra da mürüvvetini görsek, evlendirsek...
Oğul, elindeki boruyu babasına çeviriyor, bir gözünü borunun deliğine dayıyor, "babacığım" diyor, "biliyor musun, borunun bir ucundan bakınca seni görebiliyorum!"

Hüseyin Cem ÇÖL
20 Ekim 2013 - Pelitli

17 Ekim 2013 Perşembe

Kuyuya Bir Taş da Benden


Sabri F. Ülgener  (1911-1983)
Kitaplığımda, Orhan Çakmak’ın hazırladığı Sabri F. Ülgener’i anlatan bir biyografi kitabı bulunmakta. Fırsat buldukça elime alıyor, Ülgener Hocanın düşüncelerini anlamaya ve bir zihniyeti çözmeye çabalıyorum. Çok başarılı olduğum söylenemez. Çünkü iktisat bilmem, ayrıca tarih bilgim de kişilerle ve vakalarla sınırlıdır. Bir iktisat tarihi okuyarak bu alandaki açığımı kapatmayı çok istiyorum. Ders verdiğim iktisat öğrencilerinin elinde İktisadi Düşünceler Tarihi kitabını gördükçe içim gidiyor fakat önceliğimi kendi alanımdaki eksiklerimi gidermeye verdiğim için, henüz bu tasavvurumu gerçeğe dönüştürmüş değilim. Ama inanıyorum, bir gün, İktisadi Düşünceler Tarihi kitabını tadını çıkara çıkara okuyacağım. Elbet bir gün…

Anladığım kadarıyla Ülgener, Weber’i iyi analiz etmiş. Weber’den yola çıkarak, temel sorunu anlamaya ve çözmeye vakfetmiş ömrünü. Temel sorun şu: Çalışmayı en üstün ibadet sayan Lutherci Hıristiyan ahlakının Batı dünyasının iktisadi gelişiminde oynadığı rolü, neden İslam dünyasında İslam ve özellikle tasavvufi İslam üstlenemedi? Özetle, onlar ileri giderken biz neden geride kaldık?

Bu soru ve elbette bu sorunun cevabı benim için ayrıca önemli. Çünkü, makro planda son üç asırdır İslam dünyasının yaşadığı ve halen yaşamakta olduğu acıklı vaziyet, mikro planda benim kırk yıllık küçük ömrüme hayal kırıklıkları, beceriksizlikler ve iç çatışmaları şeklinde yansıdı. Benimle beraber her müslüman da bu acıdan kendi çapında payını aldı. Batı karşısında hepimiz az çok özgüven zedelenmesine maruz kaldık. Hepimiz, tüm Müslümanlar, aynı derdin sarmalında yuvarlandık, yuvarlanmaktayız.

Sorun varsa, ki var, bir yerde hata yapmış olmalıyız ya da hayatı yanlış kavramış olmalıyız. Hatamız nedir, nerededir ve nasıl düzeltilebilir? Bu akışı tersine çevirmek mümkün mü?

Elbette mümkün. Ancak biraz zaman lazım. Üç-beş asır kadar.

Şimdiye dek, bu konulara akıl yoran her kişi, kendi çapında sorunu kavramak ve çözüm yolları sunmak için çabalamış, literatür tüm bu gayretlerin neticesinde ulaşılan mahsüllerle dolmuş taşmış. Kuyuya bir taş da benim gibi bir cahil atsa kıyamet kopmaz ya! Affınıza sığınarak, buyurun, hem sorunun kaynağını, nerde hata yaptığımızı, hem de çözümü gösteren benim naçizane düşüncem şu:

“Ahiret odaklı dünya anlayışı değil, dünya odaklı ahiret anlayışı…”

Hüseyin Cem ÇÖL
17 Ekim 2013 - H 309

15 Ekim 2013 Salı

Kurban ve Bayram


İmamın, bayram namazı hutbesinde “çokça kurban kesilen yerlere bela, musibet uğramaz” sözünü sarkastik bir tebessümle geçiştirdim.

Bu kadar çabuk haklı çıkmak istemezdim.

09.17 itibariyle ajanslara düşen haber: “Afganistan’da bir camide bayram namazı sırasında patlama meydana geldi. Irak'ın Kerkük kentinde de bayram namazı çıkışında patlama oldu. Her iki olayda ilk belirlemelere göre, 6 kişi hayatını kaybetti.”

Allah kabul etsin!

Hüseyin Cem ÇÖL
15 Ekim 2013 - Pelitli