Bu blog, sorumlusu olduğum derslerin yürütülmesine katkı sağlamak amacıyla hazırlanmaktadır ve TRÜ HUKUK FAKÜLTESİ, TRÜ İLETİŞİM FAKÜLTESİ, KTÜ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ile KTÜ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ öğrencilerine yöneliktir.
Öğr.Gör.Hüseyin Cem ÇÖL
TRABZON ÜNİVERSİTESİ Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku ABD
"Tangodan hoşlanmaya başlamak için, birkaç yenilgi yaşamış olmak gerekir." JOSE MUJICA
20 Nisan 2015 Pazartesi
26 Mart 2015 Perşembe
Doktora
... aklıma gelince, mideme ağrı giriyor. Zaten hayat kısa, bir de bunu içi dolu mu boş mu belli olmayan bir unvan uğruna daha da heder etmek akıl kârı mıdır? Hayatı; okuyarak, öğrenerek, anlatarak, en azından anlatmaya gayret ederek "hoşça" geçirmek varken, bir etikete sahip olmak için tüketmek delilik değilse nedir?
Bir "unvan" uğruna yarab, ne antidepresanlar göze alınıyor!
Lakin, bir de madalyonun öteki yüzü var. Bir konu hakkında derinlemesine araştırma ve okuma yapmak, üzerinde saatlerce, günlerce, aylarca hatta yıllarca düşünmek, sonra tüm bu emekleri bir metne dökmek, o metnin basıldığını görmek, o metnin okunduğunu, metne değer atfedildiğini görmek az şey midir?
Karar ver ve artık harekete geç Cem'cim! Bir kez olmaması, hep olmayacağı anlamına gelmez.
Hüseyin Cem ÇÖL
26 Mart 2015 - H 309
13 Mart 2015 Cuma
"Beni Yanına Al..."
Bahar geldi. Üç güzel hadiseyi beraberinde sürükleyerek.
Eskisi gibi twitter kullanıcısı olsam, orada bahsedeğmez hayatımdan iz düşürmeye devam eder, ucundan kıyısından belli ederdim başımdan geçen hadiseleri. Twitterdan tamamen koptuğuma göre, geriye kürkçü dükkanım, blogum kalıyor yazmak için. Şimdi ben de Oğuz Atay gibi veryansın edeyim müsadenizle : "Canım insanlar, bana bunu da yaptınız!"
Üç güzel hadise demiştim. Vakit geçirmeden arzedeyim. Daha uyuyacak bu adam.
Birincisi, iki sene önce mezun olan eski bir öğrencimin, incelik gösterip bana bir hediye göndermesiydi. Verilen emeklerin, kürsüde geçen yorgun saatlerin, gösterilen arkadaşça, hesapsız ve samimi ilginin unutulmadığını görmek, anlatılmaz bir saadet! Kendimi bir hoca olmaktan çok "emekçi", hatta "küçük bir emekçi" olarak gördüm hep. Eksik ve yetersiz olduğunu bilsem de, verdiğim emeklerin değerbilir öğrencilerin gözünde karşılık bulduğunu görünce de, yaptığım mesleği hep çok sevdim ve eksikliğimi, yetersizliğimi kapatmak için daha çok çabaladım.Şengül'ün bana gönderdiği hediye, bu sebepten hediye olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor benim için. Lafı eğmeden bükmeden yazayım, ben o ince düşünülmüş hediyeyi, verilen emeklere teşekkür plaketi olarak anlamlandırdım ve bundan çok mutlu oldum.
İkincisi, yine öğrencilerden, eski öğrencilerimden geldi. Güz döneminde benden ders alan üç öğrenci, üç gün önce, ellerinde kahvaltı sepetleriyle odamı şenlendirdiler. Çay, kurabiye, pasta, kek eşliğinde sıcak, samimi bir sohbet. Aslında kahve bahane derler ya, o hesap, yemek içmek bahane, güzel olan dostça, arkadaşça sohbet etmek. Yukarıdaki fotoğraf, hani ne derler, o günden bir enstantane.
Üçüncüsüne gelince. Neyse bu bana kalsın.
Hüseyin Cem ÇÖL
13 Mart 2015 - Pelitli
6 Mart 2015 Cuma
Arınma Vakti : "Bahça Duvarından Aştım"
Muharrem Ertaş : Fazla otantik.
Kardeş Türküler : Fazla protest.
Şevval Sam : Fazla neşeli. Asla şikayetim yok.
Kubat : Fazla çığırtkan.
Turgay Başyayla : Fazla modern.
Eda : Fazla arabesk.
Zara : Fazla prozodi. Hayal kırıklığı.
Feryal Öney : Fazla erkeksi.
Gülşen Kutlu : Fazla ince.
Sevcan Orhan : Fazla dominant.
Parafonia Choir : Fazla abes.
***
Hepsinin diline, yüreğine sağlık. Ancak yiğidin hakkını verelim.
Ve Neşet Ertaş : Budur!
Hüseyin Cem ÇÖL
23 Aralık 2012 - Pelitli
14 Ocak 2015 Çarşamba
Sahibini Arayan Mektup
“İyi insanların dine ihtiyaçları
yoktur.”
John UTAKA
Epeydir yazmıyorum ya, bir
mektuba nasıl başlanır unutmuşum. Merhaba mı demeliydim, yoksa selam mı
vermeliydim? Neyse, geçelim bunları, girizgahla vakit kaybedemem. Çünkü bu
mektubu yazmak için güçbela klavyenin başına oturdum ve içimdekini dökmeden koltuktan
kalkmak istemiyorum.
Geçen sene, hayır geçen sene
değil, geçen seneden önceki sene, mevsim kıştan bahara dönerken, bir kitap
okudum ve bütün hayatım değişti. Osman gibi. Bütün hayatımı değiştiren sebep,
sadece o kitabı okumuş olmam değildi. O kitaba gelene kadar binlerce kitabın
sayfalarında onbinlerce acabalar biriktirmiştim. Acabaların hiç sonu gelmeyecek,
böyle böyle geçip gideceğim bu dünyadan diye düşünürdüm. Binlerce kitabın
ardından o tek kitap, hayata o güne dek verdiğim anlamı tersyüz etti, dünya
gözümde başka bir kalıba oturdu. O günden sonra ben artık başka bir bendim. Oysa
ben tek bir kitap okuyup hayatını değiştirenleri biraz naif, çocukça ve fevri bulurdum.
Kaostan bana düşen tuhaf pay bu olsa gerek.
Ama sana bahsedeceğim asıl mesele
bu değil sevgilim. Çünkü bu meseleyi yazmak, tüm deli cesaretime rağmen
söylüyorum, benim için hiç kolay değil. Çok iyi bilirsin ya, yazarken pek çabuk
şizofrene bağlarım, yazının evreni içinde kaybolurum, kelimelerle sarhoş
olurum, hatta kendimi kaybeder sana bile buradan ilan-ı aşk ederim de, bu
yaşımda gülünç olurum. Çoluk çocuk da okuyacak bu mektubu, elaleme rezil
olmanın gereği yok.
Sana, hayatımdan daha anlaşılır,
daha basit, daha sıradan havadislerden söz edeyim de, mektuba sinen ağır
nihilist hava dağılsın. Her Cuma Rize’ye gidiyorum. Her Cumartesi Ordu’ya,
hatta oradan da Ünye’ye. Ünye’ye her gidişimde mutlaka iskeleye çıkıyor, ta
ucuna kadar yavaş adımlarla yürüyor, bilmediğim bir bilmecenin cevabı oradaymış
gibi ufka salakça bakınıyorum. Bir koşturmaca içinde bile isteye tüketiyorum
ömrümü sevgilim. Bıkmadan ağzımda gevelediğim şirketlerden, çeklerden, tacirlerden,
yardımcılarından, davalardan, zamanaşımından, hacizden, velhasıl bile isteye
kendimi kaybettiğim yalan dünyasından, hayatta kalma adına, hayatıma ışık
düşürmeye uğraşıyorum. İnanır mısın, elbette inanırsın, ben hiç yalan söyler
miyim, daracık mekanlarda birkaç düzine genç insana ipe sapa gelmez lafları
ederken, gençlerin alınlarında içinden fil ordusu geçen bir gökkuşağı görebilmeyi
beceriyorum da. Kaosa yeminle. Hayatın bizim dışımızda bir anlamı olmadığına
iman ettiğim günden beri, hayatımın anlamını işte bu bitmek bilmeyen, ara
sıra söylensem de bitmesini hiç de istemediğim koşturmacanın içinde bulmaya
çabalıyorum. Otobüs yolculuklarında camdan dışarı bakarken dahil.
İşte o koşturmacanın ortasında
eve her döndüğümde, gittikçe babama benzediğimi fark ediyorum. O da,
çocuklarıyla, bilhassa erkek çocuklarıyla ve hassaten benimle iletişim kurmak
için çok çabalardı ve fakat gel gör ki beceriksizin tekiydi bu konuda. Çocuklarım
büyüyor sevgilim. Her geçen gün benden santim santim uzaklaşarak. Ağlayanlar
fav.
Şu epigraf üzerine de bir çift
kelam edeyim de, kırkambara dönen mektup tam olsun. Hiç de iyi bir düşünür
olmayan John Utaka bu kez fena yanılıyor. Dünyada iyi insan yoktur ki, dine sadece
onların ihtiyacı olmasın. Cümleye bak, çay tazele. İnsan, hayatta kalma savaşı
veren basit ama gittikçe kompleksleşen bir canlıdır. İyi ve kötü, biz
insanoğlunun hayatta kalmak adına yaptığımız tüm davranışlarımızın sebebidir ve
ikisi de aynı kökten beslenir, içimizden, yani kendimizden. İyiler, içlerindeki
kötülüğü gizleyen, perdeleyen en azından buna çabalayan insanlardır. Aslında salt
iyilik, saf bencilliktir. Oysa kötüler, perdesizdir. Bu anlamda, aslında daha
delikanlıca, mertçe bir eylemdir kötülük. Fakat, dikkat çekerim, ikisi de, aynı
kökten beslenir ve aynı amaca dönüktür: Hayatta kalma amacına. Vatan, din,
ideoloji gibi değerleri uğruna şehit olanların hayatta kalma arzusu; vatan,
din, ideoloji gibi değerler yüzünden ölmeyi doğru bulmayanların hayatta kalma arzusundan
daha az değil, aksine daha fazladır. Onlar sadece bu dünyadaki süreli hayatta
kalmakla yetinmezler, sonsuza kadar var olmak isterler. İnsanoğlu açgözlüdür. Din
ise, açgözlülüğümüze bulduğumuz bir kılıftır.
Bu mektubun bir yerinde
Japonlardan da bahsetmeyi tasarlamıştım. Gel gör ki, sabah ezanı okunuyor,
uyumalıyım. Beyaz salıncakların muhteşem çocuksu dansı başka bir mektuba
kalsın.
Sahi, sormayı unuttum. Sen
nasılsın?
Hüseyin Cem ÇÖL
14 Ocak 2015 – Pelitli
30 Aralık 2014 Salı
Kar Özlemi
Bir yandan duygularım bir yandan da gözyaşlarım akıp gitti
bugün. Ömrümüzden senelerin gittiği gibi. Kara ve yağışına yıllardır hasret
kaldım. Hep yılın bu mevsiminde belki yağar diye bekler dururum. Bilirim ki
aslında yağmayacak. Ama olsun ya yağarsa ? Karın yağışını bu kadar özlemle
beklemem nedendir ? Belki de karlı bir memlekette büyümüş olmamdır. İnsan
uzakta olunca bir şeyler eksik kalıyor. Her geçen gün özlem büyüyor. "Kar
da özlenir miymiş !" demeyin, hem de çok özleniyor. Yaşadığınız yerde,
sadece hava soğuyor kar yağmıyorsa olmadık bir beklenti içine giriyor insan.
Sanki kar yağarsa her şey tamam olacak gibi hissettiriyor. Çünkü kar demek,
memleket, sıcaklık, huzur, çocukluk, bembeyaz bir sayfa demek. İşte insan, bunlar
olmadan yaşamaya alışıyor. Pencereden bir kez olsun karın yağışını görebilsem
benden daha mutlu çocuk olmazdı herhalde. Bu dünyadan giderken hem memlekete
hem de karın yağışına hasret gidecekmişim gibi geliyor. Kim bilir...
Kar yağmadan geçen bir yıl daha...
Edremit"
25 Aralık 2014 Perşembe
Bir 97 Anısı...
“Radikal” gazetesi yayın hayatına 97
yılında girmişti. İlk reklamları bile hala hafızamda taze: Daktilo tuşlarının
çıkardığı sert ve tok sesler eşliğinde yazılan radikal yazısı, sözlükteki
radikal maddesine tutulan büyüteç… İlk çıkan gazeteleri, hangi görüşten olursa
olsunlar, bir süre alırım. İlk heyecanlar geçmeye, gazete oturmaya başlarken de
bırakırım. Radikal gazetesini de ilk bir yıl hep almıştım. Haftasonları tam
sayfa bulmaca yayınlarlardı mesela. O muazzam bulmacayı hep yapmaya başladığım ama hiç tamamlayamadığım da, hafızamda yer tutmuş tebessüm ettiren başka bir ayrıntı.
Şu üstteki karikatür ise, o yılların
Radikal’inden kalma bir başka anı. 17 yıldır özenle saklıyorum, ömrüm oldukça
da saklayacağım. Her bakışımda, sanki ilk kez bakıyormuş gibi tebessüm
ediyorum. İnsanın içindeki çocuğun kıskançlığını, muzipliğini, basitliğini,
saflığını; dünyanın faniliğini ve aynı zamanda güzelliğini, hayatın
durdurulamaz akışını ve daha pek çok duyguyu harmanlayan bu karikatürü çok ama
çok seviyorum. Aslında karikatürü analiz etmeye kalkınca duyguları bir kalıba
sokmaya çalıştığımı hissettim, yanlış yaptım. Üstteki analizi boş verin. “Bu
karikatür bana ne hissettiriyor?” sorusuna cevap aramak beyhude. Bu karikatürü
seviyorum çünkü bu karikatür hayata tebessümle bakmam sebep oluyor, bana ilaç
gibi geliyor.
Bu kadar kâfi.
Hüseyin
Cem ÇÖL
25 Aralık 2014 - Pelitli
Yine Bir Mektup
Eskiden dönem dersleri bitince sevincin ve hüznün içiçe harmanlandığı tuhaf bir duygu sarmalına girerdim. Sevinirdim, nihayet sabah-öğle-akşam günde üç öğün ders anlatmaktan bir süre uzak kalıp yorgun düşen bedenimi az da olsa dinlendirebileceğim için. Hüzünlenirdim, gerçekten sevdiğim ve (en azından bir kısmı tarafından) sevildiğimi hissettiğim öğrencilerle bir daha karşılıklı zaman geçiremeyeceğim için.
Fakat son dönemde yaşadığım talihsizlik yüzünden, dönem bitince yaşadığım sevinç ve hüzün yerini merak ve endişeye bıraktı. İşte bir dönemi daha günahıyla sevabıyla bitirdik. Sevinç ve hüzünden çok merak ve endişe hakim. Mesele şu : Acaba yine emeğin, hizmetin, terin, diğerkâmlığın hatta karşılıksız sevginin değerini bilmez birinden bir mektup alacak mıyım?
Dönem bitti ve ben yine bir mektup aldım. Fakat, değer bilmez birinden değil. Emeklerimin boşuna gitmediğini bana duyumsattığı için mektubu gönderen eski öğrencim Okan’a ne kadar teşekkür etsem az. Satır aralarında mezun olacaklara, mezun olmuşlara önemli hayat dersleri de saklı olan bu mektubu aynen buraya alıyorum. Hep derim ya, bir kişinin bile gönlüne girse az iş yapmış sayılmayız.
Aşk ile buyrun :
“Hocam merhaba. Beni hatırladınız mı? Ben geçen sene mezunlardanım. Okulu bitirdikten sonra Londra'ya dil eğitimine gittim. Ülkeme geri döndüm, şimdilerde İstanbul’da bir bağımsız denetim firmasında çalışıyorum. Haber vermek istedim sadece. Bugün işyerinde niye bilmiyorum birden aklıma geldiniz, aslında daha önce geldiniz ama mail atmak bugüne nasipmiş diyelim daha doğru olsun … Özledim hocam sizi de derslerinizi de. En önde hiç kaçırmak istemezdim bazen gündüz girdiğim derslerin gecesine de girerdim. Anlamadığım zamanlarda yüzüme yansırdı siz de bunu fark ederdiniz hemen… Aslında hocam anlatmak istediğim birşey var. Büyükşehire ilk zamanlar alışamadım. Çalışma hayatına alışamadım. İş arkadaşlarıma alışamadım, alışamadım da alışamadım.... İnanılmaz tecrübesizce işe başladım hatta şaka yapmıyorum yılacak gibi oldum. İşi bırakacak noktaya geldim. Tam o anda sizden çok güzel bir şey öğrenmiştim: 'insan hak etmediği hiç birşeyin sahibi olamaz'... Sonra çabalamaya başladım... Yaşadığım evi çalıştığım yeri hatta şuan ki hayatı benimsemeye başladım ve sevdim. Bazen ticaret derslerinde olurdu anlamazdım moralim bozulurdu sonra sizi dinlerdim çabalardım en sonunda anlardım.. Kolay olan hiç birşey yokmuş hocam. Varsa da bir işe yaramıyormuş bunu o ticaret derslerinde anladım.. Ailemden bile değil sizden öğrendim bunu.. (Laf arası keşke ticaret sınavları klasik yapsanız da şöyle çalışanla çalışmayan bir ortaya çıksa bunu o dönem çook istemiştim) Hocam ben sosyal medyada çok aktif değilim hatta hiç değilim.. Hatta bunları niye yazdım niye saçmaladım onu bile bilmiyorum… Dikkat edin kendinize... Öpüldünüz.”
Hüseyin Cem ÇÖL
25 Aralık 2014 - Pelitli
2 Aralık 2014 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)