Sekiz sene önce Trabzon’a yerleştiğimde hayat beni her
koldan yenmişti ve ben yenilgiyi tüm zerremle kabullenmiştim. Ne tuhaf, tüm
beceriksizliğime ve bilgisizliğime rağmen, yeniden ayağa kalkmak için kendimi had
safhada özgüvenli hissediyordum. Yenilmiştim ama bitmemiştim. Bir umut hayata
sarıldım. Hayallerim yoktu, sadece ayağa kalkmanın tadını almak istiyordum.
Ders anlatacaksın, dediler. Ders anlatmayı bilmiyorum,
demedim. Oysa ders anlatmayı bilmiyordum. Anlatacağım dersin içeriğini de
bilmiyordum. Cahilliğimin farkındaydım ama öğrenmeyi ve öğretmek için
çabalamayı çok seviyordum. Öğreteceklerimi evvela kendim öğrendikçe ve öğrendiklerimi
öğretme gayreti içinde oldukça yavaş yavaş yenilgilerimden arındığımı, ayağa
kalktığımı, hayata daha iyimser ve daha barışçıl gözlerle baktığımı fark ettim.
Çalışmak, çabalamak bana çok iyi gelmişti. Hep anlattım. Her yerde anlattım. Trabzon’da,
Rize’de, Giresun’da, Ordu’da, Ünye’de, Bayburt’ta, Erzincan’da. İİBF’nde
anlattım, HF’nde anlattım. Anlatmaktan kaçmadım. Anlattıkça açıldım,
ferahladım.
Ancak şu da var ki, kime ne öğrettim, öğretebildim mi, aradan
sekiz sene geçti, hiç anlamadım. Ben sadece anlattım, sadece öğretme gayreti
içinde oldum, bu kadar. Tüm bu çabanın hedefinde aslında öğrenciye faydalı olma
idealinden çok, kendimi onarma gayesinin yattığını saklayacak değilim. Yine de,
bir yandan kendimi onarırken, ders anlattığım öğrencilerin hayatına olumlu
katkılar yapabilmeyi de hep istedim. Ve bu katkıyı sadece derste değil, her
yerde, odamda konuşarak, koridorda selamlaşarak, halı sahada maç yaparak,
sahilde gezinerek, çay bahçesinde çay içerek, sosyal medyada yazışarak,
mailleşerek, tweet atarak yaptım ya da yaptığımı sandım.
Bu süreçte işimi kolaylaştıran öğrenciler olduğu gibi,
işimden soğutan öğrenciler de oldu. İşimden soğutanlara, bana haksızlık
yapanlara kızdım, hatta çok kızdım ama kızgınlığımı içimde taşıyarak kendime
kötülük etmedim, onlar bilmeseler de ben onları affettim.
Peki ya işimi kolaylaştıran öğrenciler? Derslerime gelen,
öğrenmek için çabalayan, saygısını ve sevgisini gösteren, farkında olarak ya da
olmayarak işimi daha iyi yapmak için beni motive eden öğrenciler? Onlara ne
kadar teşekkür etsem azdır. Onlar olmasaydı, bu kadar gayretli olabilir miydim,
zor. Onlar, benim “özel” öğrencilerimdir ve sayıları azımsanmayacak kadar
çoktur.
***
Bu yıl mezun olan öğrencim S E D A, işte bu bahsettiğim özel
öğrencilerimin “en özeli” oldu ve hafızamda silinmeyecek bir iz bıraktı. Dört
sene boyunca sorumlusu olduğum pek çok dersi beraber işledik, adeta derslerimde
“asistanlığımı” yaptı. Seda okudu; ben gerektiği ölçüde okunanları açıkladım, şerh
ettim, yorumladım; sınıf dinledi. Bunun için Seda’ya müteşekkirim ama sadece
bunun için değil, pek çok sebepten dolayı kendisine müteşekkirim.
Seda’yı hem öğrencim olarak, hem arkadaşım olarak çok
sevdim. Ancak şimdi daha net görebiliyorum, hayata bakış açımız, hayatı
yorumlayışımız ne kadar da farklı. Belki bu farklılıktan dolayı, onca öğrenci
arasında, nezdimde Seda sivrildi ve bana bu yazıyı yazdırdı.
Evvela, Seda başarı odaklı adeta başarıyı kutsayan biridir.
Ben öyle değilim. Başarıya verdiğimiz anlam hepten farklı çünkü. Benim için bir
öğrencinin sınav sorularına yerleştirdiğim bir muzipliği fark etmesi başarıdır,
Seda içinse sınav denince tek başarı AA almaktır. Ancak şu hususu belirtmeden
geçemeyeceğim: Sınav notunu çok önemsemesine rağmen, bir defa bile, evet dört
yıl boyunca bir defa bile benden hak etmediği bir not talebinde bulunmadı, ima
bile etmedi. Aramızdaki hoca-öğrenci ilişkisini suiistimal edecek en ufak bir
davranışına tanık olmadım.
Saniyen, Seda hırslıdır, çalışkandır, kafasına koyduğunu
yapar, bu uğurda kimseyi dinlemez. Ben öyle değilim, hırs hiç tatmadığım bir
duygudur. Açıkçası hırslı insanlardan hassaten hırslı kadınlardan biraz çekinirim,
korkarım. Ancak Seda’nın hırsı bana hep sevimli geldi, sanki saklambaç
oyunundaki ya da herhangi bir çocuk oyunundaki kazanma hırsı gibi çocuksu bir
hırs onunki. Zararsız, anlık, doğal, tebessüm ettirici.
Salisen, Seda sonuç insanıdır. Ben öyle değilim, sonucu değil,
süreci önemserim. Çokluk, bir işin güzel başlaması, güzel devam etmesi beni
tatmin eder, güzel bitmesini elbette isterim ama güzel bitmemesini pek de önemsemem.
Seda için, işin nasıl başladığı ya da devam ettiği değil, nasıl bittiği
önemlidir. Gemi limana sağ-salim yanaşmadıysa, yolculukta yaşanan güzel anıları
hemen unutur.
Rabian, Seda, her daim heyecanlı, aktif ve çocuksu bir neşe
içindedir. Yaşımdan dolayı ben öyle değilim maalesef. Ne aktifim, ne
heyecanlıyım, ne de neşeliyim. Her yetişkin erkek gibi benim de içimde ergen
bir delikanlı yatmakta ama bu ergen delikanlı neşeli olmaktan çok hüzünlü,
durağan ve kabul etmeliyim ki oldukça tuhaf biri. Seda ip atlayan bir kız gibi şen-şakrak
yürüyor, bense yorgun bir kamyon tekeri gibi yuvarlanıyorum hayatın ortasında.
***
Seda, özellikle mezuniyeti yaklaştıkça, benim sadece bir
öğrencim olarak kalmadı, çok sıkı bir arkadaşım da oldu. Beşirli, Arsin
sahilinde yaptığımız yürüyüşlerde, H309’da, çay bahçelerinde kendisiyle uzun sohbetler
ettik. Evime davet ettiğim, soframı paylaştığım, ailemle tanıştırdığım az
sayıda öğrencimden biri oldu. Hayatımın dönüm noktalarını, önemsiz
ayrıntılarını onunla paylaştım. Beni ilgiyle dinledi, yargılamadı, öğüt vermek
gibi incitici davranışlar içine de girmedi. Sadece dinledi. Tebessümünü, neşesini,
samimiyetini eksik etmeden.
Velhasıl, dört yılın sonunda, baki kalan bu kubbede hoş bir “Seda”
bıraktı.
Hüseyin Cem ÇÖL
9 Temmuz 2018 - SİVAS