13 Ekim 2014 Pazartesi

Gündeme Dair Laf-ı Güzaf


Korkunç cehaletim ortaya çıkmasın diye, gündemde olup bitenler hakkında ne buraya yazılar yazıyorum, ne de twitter denen öteki mekana.

Gerçi, gündem o kadar nahoş ki, bişey biliyor olsam yine elim klavyeye gitmez. Din adına kafa kesenleri mi yazayım yoksa din adına kafa kesenlere kızıp kütüphane, müze yakanları mı? Al birini, vur ötekine… Nereye baksan “ölüsevici” kaynıyor ortalık. Sonsuz mutlu hayat beklentisi kimi insanları insanlıktan çıkarmış. “Şeb-i arus” peşindekiler, dünyayı dinamitlemek için yorulmaz bir yarış içinde… “Dünya insansız başladı, insansız devam edecek” diyen bilge haklı çıkacak galiba.   

Bilerek haber izlemiyorum, bilerek kaçıyorum gündemden, ruhum daha fazla eziyet çekmesin diye.

Kendimi türkülere verdim epey zamandır. Türkü dinliyorum, evde, arabada, en çok da odamda… Türkü dinledikçe, ne çok şaşırıyor ve ne çok şey öğreniyorum. Türkü sevmekle iyi ahlak sahibi olmak arasında kendiliğinden bir bağ kurulduğuna inanıyorum. Türküler bana yeni bir din aşılıyor. Peygamberi, kitabı, ritüelleri, tapınılası olmayan bir din. Dinlemek, düşlemek, anlamak, sevmek ve şaşırmak üzerine kurulu bir din. Türküleri yakan bu halkı, Rumelisinden Kafkasyasına, Karadenizinden Egesine, Trakyasından Kerküküne kadar bu topraklarda yaşayan farklı kültürlerden, farklı inançlardan, farklı milletlerden bu halkı, anlamaya çalışıyorum, anladıkça seviyor ve anladıkça şaşırıyorum. Acısını, sevincini, hüznünü türkülerin içinde dile getiren bu halkın ince görüsüne hayran oluyorum. Bir yandan da hayrete şayan buluyorum yüzyıllardır türlü iktidarlar, hanedanlar, dinler, inançlar, mezhepler eliyle yoksullaştırılan, beyni iğdiş edilen, ezilen bu halkın dilinden, yüreğinden böylesine ustaca inciler dökülmesine… Hem ezilen, hem kaderine boyun eğen, hem de kendisine ezenle inceden ince dalgasını geçen. Hem korkan, hem de fısıltıyla bile olsa korkusunu yüzyıllar sonrasına ulaştıran. Tuhaf bir bileşim türküler. Dinledikçe çözülüveren bir sarmal.

Fakat beni, gecenin bu vakti klavye başına oturtan türküler değil. Lafı daha fazla dolandırmadan asıl konuya geleyim.

Gündemden kaçmak istiyorum ama internet aleminde dolanan biri için bu ne kadar mümkün!  

Dün HSYK seçimleri yapıldı. Anlam veremediğim tuhaf bir yarışı sessiz sedasız izledim. Hakimler arasındaki üç farklı siyasi yapılanmaya yaslanan bu seçim yarışını, hakimlik mesleğinin yüceliğiyle bağdaştırmakta zorlandım. Elbette hakimlerin de, kendilerine yakın buldukları siyasi partilerinin, siyasi görüşlerinin, hatta cemaatlerinin olması mümkündür. Fakat bir hakim önüne gelen davada karar verirken, siyasi düşüncelerinden, mensup olduğu cemaatin görüşlerinden tamamen ayrılır, mevcut kurallara ve vicdanına göre karar verir. En azından ben böyle olmalıdır diye biliyorum. Siyasi iktidarların ya da muhalefetin rengine bürünen yargının "bağımsız" olduğundan söz edilebilir mi? Şu yaşanan HSYK seçimlerinin, siyasetten olabildiğince uzak kalması gereken “yargı” erkine zarar verdiğini düşünüyorum.

Siyasetçilere kızmıyorum, kızamıyorum, onların nihai amacı iktidarda iseler iktidarlarını sağlamlaştırmak ya da muhalefette iseler iktidara gelmek için uğraş vermek. Bu emellerine ulaşmak için yargıyı gözlerine kestirmeleri elbette doğru değil ama yine de pekala anlaşılabilir bir tutum. Siyasetin fıtratında var yayılmacılık.

Benim asıl anlamadığım, kuvvetini sadece vicdanlarından alması gereken “hakimlerin”, siyasi bir çekişmenin aracı olmaya bu kadar teşne olmaları, vesselam.

Hüseyin Cem ÇÖL
   13 Ekim 2014 – Pelitli