11 Haziran 2013 Salı

Sis


"Hakiki aşk kılıç yarası gibidir, yara kapansa da izi mutlaka kalır."

AHMET ALTAN
Kılıç Yarası Gibi, 
Alkım Yayınevi, İstanbul 2006, s. 239. 

10 Haziran 2013 Pazartesi

Valla Sınav Sorusu


Behzat Ç. – La sana geçen ay bin lira para vermiştim, hatırladın mı?
Ercüment Çözer – Hiç unutmadım ki. 
Behzat Ç. – Ne zaman ödeyecen la borcunu biiiipppp?
Ercüment Çözer – Ödeyesim yok.
Behzat Ç. – Yani, vaziyetin iyi ama canın ödeme yapmak istemiyor öyle mi? O vakit, ............................................

Diyalog aşağıdaki hangi cümleyle tamamlanırsa, Behzat Ç. alacağına hukuk düzeni içinde kavuşabilir?

a) Canın sağ olsun, bin lira senden değerli mi?
b) Seni Allah’a havale ediyorum la kitapsız herif.
c) Bir bardak su ver de sevabına içeyim. Soğuk olsun lütfen. 
d) Seni çok pis döverim, o parayı da sana yâr etmem bilesin.
e) Ben en iyisi ilamsız icra takibi yapayım, hadi see you.       

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Haziran 2013 - Pelitli 

Nokta



"İdeolojinin yaraya merhem olduğu zamanlar olmuştur. Ancak yekpare hayatı anlamaya yetmez! Tüm sermayeni ideolojiye yatırma, eksik kalırsın!"


AHMET MÜMTAZ TAYLAN

9 Haziran 2013 Pazar

Kırmızı Pazar




Kız sen burda yeni misin peki leyla nerde
Hani çekirdek gözlüm örümcekten korkan
Kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor
Elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur

Leyla güzel kızdı ben böyle göz görmedim
Sen de güzelsin bak omuzların mesela
Biz elektrikçi kısmı karanlıkta güreşiriz
Ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz pektir
Saçların kendinden mi sarı boyadın mı
Öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun

Buranın tesisatını biz yaptık cahit'le beraber
Düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık
Cahit askere gitti bak leyla da gitmiş
Geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cigara iç
Yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın
Dilsiz misin nesin bir şey söylesene
İstanbul'dan mı geldin yalnız mısın


ATTİLÂ İLHAN

Hocaya “Bey” Diye Hitap Etmek



Ankara’da “Çek” mevzusu ile ilgili bir sempozyuma katılmıştım bundan üç-beş sene önce. O sempozyumdan aklımda kalan tek sahne şu:

İsim vermekte sanırım mahsur yok ama ben ne olur ne olmaz isim vermeyeceğim. Bir hocamız, hadi ona (A) diyelim, çekle ilgili bir tebliğ sunmuştu da, o konuda yazılan ilk monografilerden birine atıf yapmamıştı. O ilk monografinin yazarlarından biri de salondaydı. Hadi ona da (B) diyelim. Kendi eserine atıf yapılmadığı için pek bir kızmış olmalı ki, (B), söz aldı, kürsüye çıktı ve biraz sert bir edayla “Beyefendi”, dedi, (A)’ya hitaben, “ben sizi pek titiz bir araştırmacı bilirdim, fakat görüyorum ki, tebliğ konunuzla ilgili bu alanda yazılmış eserleri yeterince incelememişsiniz, inceleseydiniz, 1960’larda yazdığımız şu ortak esere de atıf yapardınız” dedi ve yerine oturdu. Salonda kısa bir sessizlik yaşanmıştı. Oturum başkanının, ortamın daha da gerilmemesi için, tebliğ sahibine cevap vermemesini telkin eden bir el hareketinde bulunduğunu da çok iyi hatırlıyorum. Fakat tebliğ sahibi, bir şekilde, (B)’nin çıkışına karşılık vermeye niyetliydi. (B) yerine oturur oturmaz, (A), biraz sitemkâr bir tarzla şunları söylemişti: “Ben, Prof.Dr. …., Kabul ederseniz sizin meslektaşınızım, herhangi bir beyefendi değil”. Anlaşılan, tenkitten çok, “beyefendi” hitabı, tebliğ sahibi hocayı rahatsız etmişti.

“Bey” ya da “beyefendi” hitabı, aslında nazik bir anlamı ihtiva etmekte. “Hocam” hitabı ise, hem muhatabına saygı duyduğunu ifade ediyor, hem de muhatabını yüceltiyor. Hocalık, tanrı mesleğidir sonuçta. Hem “bey”, hem “hoca” hitabı olumlu içeriğe sahip olduğuna göre, “hoca” yerine “bey” diye hitap etmenin bir mahsuru olur mu? Olur. İki hitap arasında uçurum farkı var adeta. “Bey” derken, “ben senin hocalığını tanımıyorum, seni hoca olarak kaale almıyorum” anlamı da gizli alttan altta. Eğer bir kötüniyet yoksa, tek sebebi cahillik olmalı. .

Şimdiye kadar ders verdiğim öğrencilerden yüzüme karşı söyleyen olmadı ama bana mail yazarak bir şey soran öğrencilerden birkaçının “bey" diye hitaplarına maruz kaldım. Bana “bey” diyenler benden ders alan öğrencilerim. Şu ana kadar hiçbirini uyarmadım. Bundan sonra da uyarmayı düşünmüyorum. Bir kasıtları, kötüniyetleri olduğunu da sanmam.

Az önce bir mail aldım. “Cem Bey” diye başlayan. İçimi dökeyim istedim.

Hüseyin Cem ÇÖL
9 Haziran 2013 – Pelitli 

8 Haziran 2013 Cumartesi

Bir Kutlu Haber Beklerken




“Ne bu acele, Eylül’ü bekle birader” demeyin. Üstad, son yıllarda adetini bozdu, Eylül’ü beklemeden, yazın ortasında çıkageldi.  Olur a, belki bu yıl da, erkenden selam sarkıtmıştır da, ben iş güç arasında ıskalamışımdır diye “ümitlenmiştim”.  

Biraz aradım öteyi beriyi. Yeni bir hikaye henüz yok. Geçen seneki pek bir çalakalem yazılmış intibaı vermiş idi, yine de okuduk, yine olsa yine okuruz, lakin bu yıl pek kirlendik, zihnimizi bütün kirimizden sıyıracak şöyle esaslı bir hikaye hem hakkımızdır, hem de acil ihtiyacımız.

Hadi gelsin artık.

Hacca gücümüz yetmiyor, bari Kutlu okuyalım.

Hüseyin Cem ÇÖL
8 Haziran 2013 – Pelitli 

Kral Cübbeli



“Bir oyun oynadık, oynamaktayız. Hepimiz farkındayız değil mi? Mış gibi yapma oyunu.” dedi, Malcolm X’in cebindeki oyuncak haç.

“Oyunbozanlık etmenin sırası mı? Hem de birlik ve beraberliğe böylesine ihtiyaç duyduğumuz bir günde”, dedi Cübbeli Ahmet Efendi. Kızmıştı haça anlaşılan.      

*

“Ama bu kral cübbeli” dedi Tusubasa.

“Tusubasa öyle yazılmaz” dedi annesi “Lütfen kayda doğru geçsin, Tsubasa olmalı”.

“Evvela annelerden öğrendik” dedi Mehpare Hanım, “sahte gerçeği, gerçeğin sahtesiyle ustaca kombinlemeyi.”

*

“Ne yapacaksın o Themis heykelini” dedi Louise Salavin.

“Satacağım”, dedi Cyrano de Bergerac.

“Cyrano sen de bunu yaparsan, Tahir Sami ne yapmaz?” dedi Bay K.

“Ama ekmek parası” diyemedi Cyrano, çünkü gerçeği olduğu gibi söylememeyi öğrenmek için sekiz dönem ders görmüştü slaytlar eşliğinde. İçindekini diyemedi de, bir söylev vermeyi daha uygun gördü. Bir söylev: Büyük insanlık ideali hakkında.

*

Gregor Samsa, kendini devcileyin böcek bulmazdan az önce insan bedenli son hâliyle, “Hukuk, iktidarın fahişesidir diyenin ağzına sağlık” dedi. “Ağzına sağlık” lafını duyan yeni işkadını Mukaddes Kısakes, bunu kuracağı ağız ve diş sağlığı merkezinin kapısına ışıklı panolarla yazmayı aklından geçirdi. Oysa Gregor’un kızkardeşi “fahişe” lafına takılmıştı. Mutfağa gitti, irice bir elmayı aldı, ısırdı, kalanını kardeşinin kafasına fırlattı.

Hukuk ve iktidar arasındaki münasebetsiz münasebet alenen icra edilmekteyken, “kuşa bakın” diye haykırdı Gobbels.

Hazirun kuşa baktı.   

 *

“Korkakların klavyesini başlarında parçalamak lazım” dedi Behzat Ç. “Bu nasıl bir kral çıplak yazısıdır la, her tarafından korkaklık akıyor?” diye de ekledi.

“Amirim, kral çıplak değil zaten, kral cübbeli” dedi, Harun.

“La bi sus la biiiippppp, zevzeklik etme” dedi amiri.

Hayalet, güldü. Akbaba, masalı dinlemeye devam etti; piyonlar ölümüne savaşırken perde gerisinde şahla vezirin ahlaksız yakınlaşmasına tanık olmaktan keyiflendi.

E… Sonra ne oldu?

Ne olacak?

Yandı.

Bitti.

Kül oldu.

Vay dede sakalım.
Hüseyin Cem ÇÖL
8 Haziran 2013 – H 309

7 Haziran 2013 Cuma

"Ben Senin Şıklarla Dalga Geçebilme İhtimalini Sevdim..."


"Yumruğa kafa atan beş kafadar..."


20. Diego lakaplı Rüknettin Amannezahmetettin, Ordu ilindeki oto pazarında alım-satım işi yapan 55 yaşındaki Arda Artizneararlabazarda’ya 6.100 TL borç vermiş, ancak vadesi geldiği halde alacağını alamamıştır. Alacağını istediğinde “Sen Karadeniz çocuğu değil misin? Fındık olmadı mı bu Karadeniz’de para olur mu? Soğuğu yiyen geçip gidiyor evine. Ne tıkırtı var ne sıkırtı var, araba satan yok, satış olmayınca sana para da yok” cevabını almıştır. Bunun üzerine Karadeniz çocuğu Diego mafyaya gitmek varken yanlışlıkla icra takibi başlatmıştır. Ödeme emrini eline alan ve gönül işleri yolunda gitmediği için canı hayli sıkkın olan Arda Amca, itiraz dilekçesine aşağıdakilerden hangisini yazarsa takibi durdurabilir?
a) Diego dur allahını seversen zaten ortalık karışık
b) Your eyes are amazing, too.
c) Çılgın!
d) Benim kimseye borcum yok, bak altını da çiziyorum
e) Her hâl ve şartta neşeyi muhafaza, hayatın idamesi için yegâne çaredir. 


Hüseyin Cem ÇÖL
7 Haziran 2013 - Pelitli 

6 Haziran 2013 Perşembe

O Gün



“… birden çıldırıverdiler…”
Ahmet Altan,
Kılıç Yarası Gibi,
Alkım Yayınevi, İstanbul 2006, s. 28

Sayfa 100’deyim. J Muhtemelen Mehpare Hanım’ın yolu Ragıp Bey’le “de” kesişecek. Muhtemelen değil muhakkak. J Jurnalciler, yazıyla mı yoksa şifahen mi bildiriyorlardı jurnallerini padişaha? Murat Bardakçı’ya sormak lazım. Eğer yazıyla bildiriyorlarsa ve o jurnaller sarayın dehlizlerinde saklı ise, işte ben hakiki ve öz Wikileaks diye ona derim. J Mehpare Hanım bir nemfomanyak mı? J Müritler salaktır. Her mürit salaktır. Mürşitler ise zalimdir. Her mürşit zalimdir. J Anadolu hâlâ bir mezarlık. J O gün sen çok güzeldin. J Ahmet Altan, neden aşkı ve cinselliği iç içe sunuyor? Aşkı cinsellikten soyutlamayı yerli aşk filmlerinden öğrenmiş bizim gibi hayat acemilerine bu bilgi çok ağır değil mi? J O gün güzel olduğunu söylemiş miydim? J Şeyh Efendi’nin dramı, aslında binyıllık sahici bir dram. Bir başka coğrafyada yaşayan Cizvitlerin dramı ile aynı. Beden ve ruh çatışırsa, beden de ruh da azap çeker. Ne bedeni susturmaya çalışmalı, ne ruha sırt dönmeli. İkisini de doyurmalı. J Hasan Efendi, saf, yontulmamış ve ehlileşmemiş yanımız. Ve en korkunç, en zalim yanımız. Uyumakta olan bir çocuğun masumiyetini seyrederek sessizce gözyaşı dökebilir de, eğer inandırılmışsa uyumakta olan bir çocuğu boğazlayabilir de. J Şeyh Efendi, ilerleyen sayfalarda topa girecek mi yoksa tekkede postunun üzerinde bedenine ihanet etmiş canlı cenaze gibi hayatını sürdürmeye mi devam edecek? J Aslında bedeniyle barışık tek kişi Mehpare. Lakin onunda ruhu olduğu şüpheli. Aksak leylek. J Hakiki bal, tüm çiçeklerde bir müddet konaklamayı gerektirir. J Sen çok güzel değilsin ama sen o gün çok güzeldin.

Hüseyin Cem ÇÖL
6 Haziran 2013 – Pelitli 

ANILARA MEKTUPLAR - II



Sayın bayan,

Sizden çok çok özür diliyorum. “Sen kimsin be adam, ne diye durduk yerde benden özür diliyorsun?” dediğinizi duymaktayım. Sabredin anlatacağım.

Aslında beni tanımazsınız. Hoş, ben de sizi tanımıyorum ya. 10 yıl önce aramızda tatsız bir hadise vuku bulmuştu. Beş dakika boyunca size korku dolu anlar yaşatmıştım. Fakat, inanın, iki çocuğumun başı üzerine yemin ediyorum ki, size korku vermek dahası size zarar vermek gibi bir amacım asla yoktu. İnanılmaz bir aksilikler zinciri beş dakika boyunca sizi ve beni kuşatıverdi. Doğrusunu söylemek gerekirse o gece sizden çok ben korkmuştum.

Siz belki bu olayı unuttunuz. Belki de unutmadınız, yakın arkadaşlarınıza yıllarca anlatıp durdunuz. Ben sadece eşime anlatabildim bu tatsız “taciz” olayını. Başkalarının benim masumiyetime inanmayacaklarımdan, haksız ithamlara maruz kalmaktan korktum.

Bir bahar gecesiydi… Hava biraz serindi… Saat 22 sularıydı. Cebeci’den Samanpazarı’na doğru çıkmaktaydım. Tarihi değeri olduğu için, yıkılmasına müsaade edilmeyen yüzlerce eski, harap, harabe evin arasında Samanpazarı’nda kaldığım yurda doğru hızlı adımlarla yürümekteyim. Sokaklar yılan gibi kıvrılıyordu önümde. Birden fark ediyorum ki, sessiz ve hayli ıssız sokakta sadece iki kişi var. Biri ben, diğeri de siz. Yaklaşık on metre önümde yürüyorsunuz. Ben arkanızdayım. Sessiz gecenin karanlığında yankılanan ayak seslerimiz havayı iyice geriyor. On metre önümde yürüyorsunuz ve bu gayrıihtiyari sokak arkadaşlığından ürktüğünüzü hissediyorum. Sizi ürkütmek, korkutmak ya da Allah korusun başka türlü bir zarar vermek gibi asla düşüncem yok. Fakat, önümde yürüyorsunuz ve çok rahat fark ediyorum ki benden acaip ürkmektesiniz. Sanki sizi takip ediyormuşum gibi bir durum var ortada. Arkanızı dönüp bana baktınız, tekin biri miyim, güvenilir biri miyim anlamak için. Başınızı hızla önünüze çevirdiniz. Ürkmeye devam ettiğiniz belli. Demek ki benim tekin biri olmadığıma kanaat getirdiniz. “Hay Allah, ne yapsam” diye düşünmeye başladım. Vicdan azabı duymaya başladım. Ayak seslerimiz, ortamı iyice germeye, ürküntünüzü, korkunuzu iyice çoğaltmaya başladı. İnanın o yılan gibi yolda, bir ara sokak olsaydı, hemen sapacaktım sizi eziyetten kurtarmak için. Tam bu sırada, vaziyetin şaşkınlığından mıdır nedir, hiç sevmediğim ve kesinlikle alışık olmadığım bir hareketi, hiç olmayacak bir anda yaptım ve sağ elimle apışaramı hafifçe düzelttim. Hadi benim yaptığım eşeklik neyse de, ya sizin yaptığınıza ne demeli? Ben, sokak ortasında, üstelik gece vakti, üstelik bir kızın arkasında yürümekte iken bu eşekçe hareketi yaptım ve siz de büyük bir isabet kaydederek tam bu esnada, başınızı çevirip bana baktınız ve ne yaptığımı gördünüz. Görür görmez de, panik içinde adımlarınızı hızlandırdınız. Yerin dibine geçtim. Ne yapacağımı bilemedim. Yol yok ki sağa sola sapayım. Geriye dönüp geldiğim yöne yürüsem belki daha çok korkacak, hatta muhtemelen koşmaya kalkacaksınız. “Bari hızlanayım, şu kızı geçeyim de bu ıstırap, bu işkence bitsin artık” diye düşündüm ve adımlarımı hızlandırdım. Adımlarım hızlandıkça, ayak seslerinin şiddeti yükseldi ve gerilim daha da arttı. Hızlandığımı fark edince, daha da korkunç bir şey oldu, siz de hızlandınız! “Yahu kadın, sen yavaş yürü, benim amacım, hızla yürüyüp seni geçmek, sana bir şey yapacak değilim, sakin ol” diye bağıracağım nerdeyse. İkimizde hızlı adımlarla yürümeye başladık. Dışarıdan biri bizi görse, kesin, benim sizi takip ettiğimi düşünecektir. Çünkü vaziyet aynen öyle görünüyor. Fakat, kime anlatırsın derdini? Allah’tan gideceğiniz ev, o sokakta biraz ötedeymiş. Bir evin önünde durdunuz, hızla zile bastınız. İçimden “oh be, kurtuldum, evi yakınmış” diye düşünerek, yolun karşısından, neredeyse duvara bitişik vaziyette yürüyerek yanınızdan geçtim. Kabus bitmişti nihayet.

Olay, anlattığım gibidir sayın bayan. İçimden zerre miktar kötülük geçmemiştir inanın. Dünya-ahret bacımsınız. Size korku dolu anlar yaşattım ama inanın benim hiçbir suçum yoktu bu işte. Her şey, bir anda, paldır-küldür oluverdi.

Bir kez daha özür diliyorum sizden. Aradan on koca yıl geçti. Evlenmişsinizdir mutlaka. Çocuklarınız falan da olmuştur. Belki de hala, o yıkık-harabe evlerin birinde oturuyorsunuz.

Neyse efendim. Mektubu uzatmanın anlamı yok. Diyeceğimi dedim. Allah’a emanet olun. Size tacizsiz, mutlu, huzur dolu günler dilerim.

İmza : Gecenin bir vakti, ıssız bir sokağı birlikte adımladığınız genç

Nam-ı Diğer Salavin
8 Eylül 2006 - ANKARA