22 Kasım 2013 Cuma

"The Stoning of Soraya M." : Bunu Bir İnsana Nasıl Yaparsınız?



“Bunu bir insana nasıl yaparsınız?” diye sordu Süreyya.

“Allah’ın emri bu” dedi cemaat.

Filmin kalbi burası.

*

Dinle siyasi iktidarın evlilik yaptığı yerlerde, muktedirler kendi caniliklerine, kötülüklerine, menfaatlerine, nefsani arzularına din kılıfı geçiriyorlar ve bu kılıf altında her türlü değeri kolaylıkla ayaklar altına alabiliyorlar.

İktidar herkesi eşit biçimde bozuyor, nefsini terbiye etmemiş dindarı ise bozmuyor, sadece aslını (içindeki sırtlanı) gün yüzüne çıkarıyor.

*

Bir taş daha devrildi. Bu yılın sonunda (burada ya da başka bir mekanda) öyle bir yazı yazmalı ki, devrilen tüm taşların benliğimdeki karşılığı netlik kazanmalı.  

Hüseyin Cem ÇÖL
22 Kasım 2013 – Pelitli 

21 Kasım 2013 Perşembe

İdris :)






















Hukuk fakültesinde okumanın tüm zorluklarına ve mezun olduktan sonra yaşanabilecek tüm sıkıntılara rağmen; isteyelim ya da istemeyelim aramıza İdris'ler katılmaya devam edecek. Hayatın bir "yarış" olduğu düşüncesi beni hep rahatsız etmiştir lakin eğer hayat bir yarışsa "öne geçen" değil, "neşeyi muhafaza ederek gayret eden" gerçek kazanan olacaktır. İdris dostum! Hazıra konmayıp hayallerinin peşinden gittiğin için evvela tebrikler sana. Saniyen, bir ömür boyu neşeyi muhafaza ederek gayret etmeye hazırsan, bu hayatta gerçek kazanan olmak istiyorsan, gel, hem de koşarak gel! 

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Kasım 2013 - H 309

20 Kasım 2013 Çarşamba

"Incendies"e Dair


İnancın bir önemi yok. Önemli olan barış...

Aile kökünü araştırırken öğrenebileceğiniz en kötü şey ne olabilir? Bir düşünün! İşte düşündüğünüz şeyin çok daha kötüsü bu filmde var! <http://seyirci-koltugu.blogspot.com>

Afişteki görüntü, bari bir kız çocuğunu kurtarayım diye kendini öne atan Nawal'ın onu bile kaybetmesine sebep olacak kadar insanlıktan çıkmış adamların karşısındaki çaresiz anı. Küçük bir çocuğun varlığının bile inandıklarına, vahşiliklerine leke süreceğini düşündükleri için onu sırtından vuran adamların karşısındaki çaresizlik. Savaş öyle bir şey galiba. Her şeyi tüketerek yaşayıp giderken ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz. Savaş yaşamadık biz; ben, yaşıtlarım... Hayattaki pek çok gerçeği silip süpürüp götürüyordur sanırım. Ancak sinemada görünce hayal edebiliyor insan; gazetelerde, haberlerde görünce...Hayatın gerçeği olması ise düşünülemeyecek kadar korkunç. Film mi?.. Kesinlikle kaçırılmamalı. <http://benyazarsamolur.blogspot.com>

İnsanı tersköşe yapan, çok çarpıcı  filmlerden biri ''Incendies''..(Bu nedenle, filmi izlemeden önce film hakkında pek fazla bişey okumayın derim etkileyiciliğini kaybetmemesi için.) <http://gulsahelpe.blogspot.com>

Incendies öyle bir film ki en ufak bir spoiler yediğiniz anda ağır s.çarsınız. O yüzden filme dair hiçbir şey okumadan izlemeniz kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik. <http://genc-adam.blogspot.com>

Midemde garip kötü bir hisle kalktım filmin başından. Incendies insanda yaşama sevincini filan alıp götüren, sarsıcı, rahatsız edici filmlerden. Incendies'i tavsiye eder miyim, aman mutlaka izleyin der miyim, emin değilim. En iyi yabancı film Oscar'ına aday olmuş, müziğiyle, kurgusuyla, oyuncularıyla kaliteli bir film var karşımızda, ama bir o kadar da sert ve rahatsız edici. Psikolojinizi bir süreliğine bozacağı kesin. Herkese göre değil kısacası. Çok mutlu olduğunuz bir günde mutsuz olmak için tercih edilebilir. <http://150film.blogspot.com>

Savaşın dini imanı yok! Filmin yarısından sonra kafamda habire yankılanan buydu. <http://elestirelmedyagunlugu.blogspot.com>

Film ben de tokat etkisi yarattı. <http://haleninharesi.blogspot.com>

Yönetmen'in filmi hristiyan, müslüman savaşından öte bir yerlere taşıması ve savaşın çok içindeyken, aslında çok dışında birşey izlemenize sebep olması takdiri hakediyor bence... <http://simoneburada.blogspot.com>

130 dakikalık filmin sinema dili, geçmiş ve o anın birbirine karıştığı nefis kurgusu, yaratılan gizem ve gerilim dolu atmosfer o kadar güçlü ki, tabiri yerindeyse insanı filme çiviliyor. Anlattığı dönem itiberiyle 1975-90 yılları arasında Hristiyan Falanjistlerle, Müslüman kesim arasında yaşanan iç savaş çarpıcı karelerle filmin yan hikayesi olarak dikkat çekiyor. Ve filmin sonuna kadar korunan o gizemli sır bir tokat gibi insanı sarsıyor. Ve elbette Belçika'lı oyuncu Lubna Azabal'ın göz kamaştıran muhteşem oyunculuğu insanın içine işliyor. Filmin en güzel sahnelerinden birinde çalan Radiohead parçası You And Whose Army ise bir şarkı bir filme bu kadar güzel yakışır dedirtiyor insana. İç burkan, yürek yakan bir film Incendies. Aslında hayatın tüm güzellikleri yanında bir o kadarda trajedi barındırdığını anlatan çarpıcı bir hikaye. <http://happybluemondays.blogspot.com>

İlk izleyişte kaçırdığım detaylara hakim olabilmek için şimdi ikinci kez izleme zamanı!

Hüseyin Cem ÇÖL
20 Kasım 2013 - Pelitli 

19 Kasım 2013 Salı

Aklıma Gelmişken


Doksanlı yılların sonunda, bir Ramazan akşamı, Sivas’ta belediyenin tertiplediği bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılar İlahiyat Fakültesinden iki hocaydı. Konferans bitince soru faslına geçildi. Sivas’ın nevi şahsına münhasır, kitaba meraklı hatta kitaba sevdalı halk ozanı Ali Şahin her zamanki telaşlılığıyla el kaldırdı soru sormak için. Şiirlerinde “Canozan” mahlasını kullanan Ali Şahin uzun yıllar Sivas’ın bir yerel televizyonunda kültür-sanat programları yapmıştır, belki de halen yapmaya devam etmektedir. Kendisiyle birkaç kez Çerkezin Kahvesi’nde birlikte çay içmişliğimiz olmuştu. Konuşkan, samimi, sıcak ve biraz da saf bir kişilikte olduğunu gözlemlemiştim. O akşam Ali Şahin aklımda kaldığı kadarıyla konuşmacılara şu soruyu sormuştu: “Batı, hep akla, düşünmeye önem vermiş, maddi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Doğu ise daha çok duyguya önem vermiş, manevi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Neticede Batı maddi yönden zenginleşmiş, Doğu ise fakir kalmış. Batı ve Doğu arasındaki bu farklılığın sebebi nedir? Neden onlar maddiyata, biz ise maneviyata önem verdik?” Konuşmacıların biraz paniklediğini, hiç beklemedikleri bu kontratak sorunun şaşkınlığını tebessümleriyle kamufle ettiklerini, “şimdi ne desek bilmem ki?” dercesine birbirlerine baktıklarını çok iyi hatırlıyorum. Sonra biri söz aldı. “Belki” dedi, “Doğu’nun maneviyata daha çok önem atfetmesinin sebebi, üç büyük peygamberin de bu coğrafyada çıkmasıdır.”

Şimdi düşünüyorum da, aslında ne soru doğru veriler içeriyor, ne de cevap tatmin edici.

Hüseyin Cem ÇÖL
 19 Kasım 2013 – H 309

“Incendies” : Kanla Beslenen Coğrafya



Öğrenci arkadaşım Hüseyin Tokat'ın önerisiyle geceyarısı izlediğim “Incendies”, kanla beslenen bu coğrafyanın acıklı bir resmi adeta. Manevi ilerlemenin hayatın amacı diye sunulduğu bu topraklarda akan kanın bitmemesi ne yaman çelişki değil mi? Oysa, üç büyük peygamber de, nefsi ıslah etmek için, nefsi terbiye etmek için yani koltuklara, topraklara değil gönüllere hakim olmak için gelmiş değiller miydi? Öyle miydi gerçekten? Gel gör ki, kan, dine rağmen değil, din için, dini kendi dünyevi amaçları için kullananların egemenliklerini sürdürebilmeleri için akmakta. Hani bazen üç büyük peygamber başka coğrafyalarda neşet etseydi de, bin yıllardır din uğruna bu kadar kan dökülmeseydi diyesi geliyor insanın. Hayatı değil, ölümü yücelten bu algı; akan kanın yegane sebebi. Bu algıyı ters çevirmedikçe, kan (=ölüm) kutsal olmaktan çıkmadıkça, coğrafyanın kaderi hep böyle süregidecek, analar “hep ağlayacak” ve hep “analar ağlayacak”, gayrısı da yalan ağlayacak. Vesselam.

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Kasım 2013 – H 309 

18 Kasım 2013 Pazartesi

“One Day” : İrtibatı Koparmayalım



Hep böyle kalalım, ne tam kavuşalım, ne de tam ayrılalım, birbirimizden haberimiz olsun yeter. Gerçekle hayal arasında devam edegelsin bağımız, ne gerçeğe dönüşsün, ne de hepten hayal oluversin. Birbirimizin var olduğunu bilelim ama sadece varlığımızı aradığımız anlarda, her zaman değil. Hayatlarımız kendi mecrasında kendi bildiğince akarken, engel olmayalım, set kurmayalım önümüze. Liman aradığımızda aklımıza gelelim kâfi. Sonra yine seyrüsefer.

İnsan ilişkilerinde, hele de birbirlerinin çekim alanına giren bir kadınla erkeğin ilişkisinde “dengeyi kurabilmek” zor hatta imkansız. Hele bu dengeyi yıllara, hatta bir ömre yayabilmek, irtibatı koparmadan dengede kalabilmek hepten imkansız. Çünkü denge hesap-kitap işidir; aşk ise hesap-kitap dinlemez. Kadın ve erkekten bahsediyoruz, A ile B’den değil.  

Yıllar önce tesadüfen tanıdığım birine “irtibatı koparmayalım” demişliğim olmuştu. O da istekliydi benle irtibatı koparmamaya. Dengeyi kurarız zannetmiştik bir ömür boyu. Hiç yakınlaşmadan ama hiç de uzaklaşmadan bir ömür birbirimize liman olacaktık. Gelgelelim, finalimiz çok tuhaf oldu. İrtibatı koparmayalım diye yola çıkmıştık, bir süre sonra denge kurmanın ne menem zor bir iş olduğunu idrak edince irtibatı koparmak istedik ama gel gör ki bunu da pek kolayına beceremedik, elimize yüzümüze bulaştırıp, ruhlarımızı yaralayıp aylara yıllara yaydık irtibatı koparmayı.       

Bu geceyarısı sabaha karşı seyrettiğim “One Day” filmine gelince… Güzeldi. Çok güzeldi. İrtibat kopsa da, birine “irtibatı koparmayalım” demiş olmak kadar güzeldi.

Dağılmadan önceki Sis kadar güzeldi.

Hüseyin Cem ÇÖL
18 Kasım 2013 – Pelitli 

Aynen



Ahmet Turan ALKAN 

"Laikliğin Türkiye için mutlaka uygulanması gerektiğine inananlardanım. Yani ben laiklikten yanayım çünkü Cenabı Hak da öyle isterdi. Dini bir referansla açıkladım ama gerekiyordu. Eğer Allah isteseydi hepimizi tek bir millet tek bir ümmet yapardı. Onun yerine bize muhtelif dinler, kültürler, karakterler verdi. Bu yüzden bir kimseye din dayatmak bana göre zulümdür. Laiklik bizim için bir iç barış aracıdır."

Ahmet Turan ALKAN (18.11.2013-Radikal)

13 Kasım 2013 Çarşamba

Zatıma Bir Alkışı Çok Görenlere Akşam Dersi


Bugün Borçlar Hukuku Genel Hükümler dersinde yüksek sesle okuduğum TEMERRÜT şiirimi alkışlamayanlar, takriben 40 sene sonra, torunları "dedeciğim/nineciğim neden Hukuk Fakültesini bitiremedin?" diye sorduklarında, şöyle geniş bir ahhh... çekecekler, nutukları tutulacak, ağlamaklı olacaklar, elbette bir cevap veremeyecekler, bir kez daha akıllarına geleceğim, "lan keşke o gün çılgınca alkışlayanlardan biri de ben olsaydım da, bir ders yüzünden hayatımın rotası şaşmasaydı, hem şiir de fena değildi valla" diye düşünecekler... Lakin...

Geçti artık.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Kasım 2013 - Pelitli

KTÜ HF ve İİBF Öğrencilerine


Vizelere iyi çalışın.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Kasım 2013 - Pelitli 

10 Kasım 2013 Pazar

"Fanaa" : Ortaya Karışık


Nasıl bir filmdi bu böyle?

Kör ve güzel kız-yakışıklı ve serseri oğlan denkleminde klasik bir aşk filmi sakinliğiyle ve neşesiyle başlayan, içimizi ısıtan diyaloglarla romantik komediye kapı aralayan, araya sokulan kliplerle bizdeki arabesk filmlerine fena halde göz kırpan, kör kızın gözlerinin açılması ve etrafında sevdiği erkeği bulamaması gibi Yeşilçam'dan bildiğimiz klişelerle izleyende müstehzi tebessümler peydah ettiren, hatta oğlanın “ben sana layık değilim, sen daha iyilerine layıksın” tarzındaki kaçış cümlesiyle biraz da Issız Adam’ı akla getiren, ara’dan sonra büyük bir metamorfoz geçirip politik gerilime atlayan, yarım yüzyıldır bitmeyen Kaşmir meselesini tamamen ulus devletçi bir çizgide yorumlayıp, mikro milliyetçi hareketleri “terörizm” ve vatanlarının özgürlüğü için savaşanları “terörist” diye yaftalayan, arada bir yeniden romantizme geri dönüşler yapan, Rambo ile Al Yazmalım Selvi Boylum arasında hangisinde karar kılacağını bilemeden ilerleyen, birbirinden tuhaf danslı şarkılarla izleyene politik gerilimin ortasında nefis aparkatlar sunan, bir yarısı yaz sıcaklığında, bir yarısı kış soğuğunda çekildiğinden Nurim Bilgem Ceylanımın İklimler’ini bile çağrıştıran, küçük çocuktan “size baba diyebilir miyim?” cümlesini duymamızla tamamen Yeşilçam şemsiyesinin altına giren, babanın ölüm sahnesiyle animasyon filmlerine, göldeki ceset görüntüsüyle de korku filmlerine selam göndermeyi ihmal etmeyen ve finalinde “aşk mı, vatan mı?” ikilemine, aşka ve filmin özüne ihanet edip, “vatan” diye yanıt veren tuhaf, neşeli, absürd bir aşk, komedi, gerilim, politik, aksiyon, dram filmi Fanaa…

Kakafonik kurgusuyla, “hayatta her tuhaflığa yer vardır” önermesine bir kez daha hak vermeme yol açan bu filmi beğendim. Hintlilerin hayat enerjisine bir kez daha hayranlık duydum.  

Sıradaki film gelsin.

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Kasım 2013 – Pelitli