7 Ocak 2014 Salı

Hercümerç


Hayat, güzel olduğu kadar nankör de... @ "The Holiday" filmini dün akşam izledim. Kadınlara hitap eden, bilhassa eğitimli, kariyer sahibi ve henüz aradığı eşini bulamamış kadınlara hitap eden bir mesaj aktarıyor: Sıkıntı yapma, eninde sonunda "aşk mümkün". @ Kate Winslet'in ağlak suratı bir tek bana mı çekici geliyor acaba? @ Sabah, saat beşte otogara gitmek için evden çıkarken, kitaplıktan bir kitap seçip yanıma aldığımı tam kapıda ayakkabılarımı giyerken fark ettim. Bir Ankara alışkanlığı bu. En az 45 dakikalık otobüs seferlerinde zamanı boş geçirmemek için kullandığım bir yöntemdi evden çıkarken yanıma kitap almak. @ Demokrasi hepimizin ortak yalanı. Özel hayatımızda ne kadar demokratsak aslında sadece o kadar demokratız. @ Sınavlardan, sınav ortamından sıkıldım. Bahar dönemi başlayana kadar zorunlu işler dışında fakülteye adım atmasam mı? Baharda ilk kez anlatacağım Rekabet ve Medeni derslerinin hazırlığını evde yapamaz mıyım? Ama ben eve iş getirmeyi de hiç sevmem ki! Ne yapmalı? Belki Lenin biliyordur ne yapmak gerektiğini. @ Sınav zamanı twitter, öğrencilerin ağlama duvarına dönüyor. @ Metin Boşnak deist midir? @ Yarın hayatımda ilk kez Rize'ye gidiyorum. 3.5 yıldır Trabzon'da olmama rağmen, şimdiye dek bir kez bile Rize'ye gitmemiş olmak, hayır niye şaşırtıcı olsun ki? @ Küçük kızımı çok özlemişim. Bu sabah kavuştuk nihayet. @ Yazılacak raporlar, okunacak sınav kağıtları, slaytları hazırlanacak dersler... Şükürler olsun, ne çok iş var!

Yediocakikibinondörtsabahındabennehaldeyim?

Hüseyin Cem ÇÖL
   7 Ocak 2014 - Pelitli

6 Ocak 2014 Pazartesi

Tadımlık Niyetine Küçük Notlar...


Sayın ŞAİR hocam hakikaten merak içerisindeyim. Cidden ama cidden soruyorum. Harbi, belediyenin önündeki fışkiyeyi kim kırdı? (Ecem Seymen)
Baklava suratlı, bıyıklı adama söylediğim gibi valla ben kırmadım.

Bu kadar nankör olma Kate. Biraz kıymet bil. (Gözde Muratoğlu)

Hocam, umarım bir gün Kate Winslet ile tanışırsınız. Bu şarkıyı Kate ile olan büyük aşkınıza ithaf ediyorum. Vega: Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı… (Büşra Nur Özdemir)

Cem çok romantikmiş. Bence Kate Winslet kaybetti. (Burcu Sezer)
Duy Kate duy!

Kate Winslet de kimmiş? Sen daha iyilerine layıksın Cem. (Merve Nur Saral)

Belki şurda küçük tatlı sevimli bir 100 vardır. (Gizem Uzun)

Kate ayıp etmiş. (Seyyit Ferhat Gündüz)

Cem’e yazık olmuş. (Aydoğan Emral)
Deme öyle. Aşk karşılık bulacak diye kesin bir kural yok. 
Sertab Erener'in dediği gibi "böyle de güzel". 

2 senedir bu dersi alıyorum. Aldığıma hiç pişman değilim. Seneye yine alırım. (Duygu Moral)
Ciddiysen final notunu 1 yapabilirim. Yapayım mı?

Sevenin bahtı kara, sevmeyenin… (Murat Tanrıverdi)

Borcunu finalde ödemeyenler / Temerrüde bütde düşerler (Muhammed Gürer)

Bir gencin duygularıyla bu kadar kolay oynanılmamalı. Artık daha gerçekçi hayaller kurmalı. Nasılsa sözleşmeyi de iptal edemiyor. Hak eden başkası çıkar elbet…(Asena Sezer Çavuşoğlu)

Hocam 3. defa alıyorum dersi. Vizem de 76’dır. (Adem Okudan)

Sorunlar, sorunlarla dolu hayatlar
Ama yine de devam eder, hayat sanılan o boş anlar
Seversin olmaz, o da ister ama varamaz
Hep bir engel çıkar karşına, hapseder seni
O güneş görmeyen hücre odasına
Çalışırsın ama kazanamazsın, sevgiliye bir gül bile alamazsın ama işten de çıkamazsın
Çünkü evde ekmek bekleyenlere kıyamazsın
Hakkını yerler susarsın, başkaldıramazsın
Sonra gece için için ağlarsın
Nedendir bilmem her şeye inat yine de yaşarsın. (Eser Rende)
İlham hiç olmadık zamanda gelivermiş.

Bakarsınız bir gün kapınız çalar. Gelen Kate Winslet’tir. (İsmail Fatih Öztürk)

Ben niye tanımıyorum bu Kate Winslet’i. (Ünal Aydın)

Hocam bol bol meyve yiyin, kalın giyinin, terli terli dışarı çıkmayın sonra hasta olursunuz. (Ahmet Kılıçcı)

Bu dersi geçemezsem seneye yine sizinle olmak keyif verici olur. (Duygu Taş)

Twitterda Kate Winslet’ten bahsettiğinizde hiç bu denli şeyler yapabileceğiniz aklıma gelmemişti doğrusu (Hacer Handegül Beşer)

Bazen gerçekler gözümüzün içine içine girmesine rağmen görmek istemeyiz fakat Cem’in bunu fark etmesi gerekiyor. Acil şifalar. (Safiye Berber)

Tek derdi reddedilmek olsun. Bizim gibi bütünleme korkusu olmadığına şükretsin. (Betül Ceren Özceyhan)

Bize küçük mutluluklar verin. (Pelin Arıcan)

Gelemedim bu derse
Çok pişmanım sor niye?
İlk sınav 34, final son çare
Acı bana Cem Hocam bırakma BÜTE! (Faruk Emre Tüzün)

Şimdi değilse, ne zaman? Ben değilsem, kim? (Havva Çoban)
Pardon?

Hayallerin altından kalkamayacağın kadar büyük olmamalı (Nursel Demirhan)

Hocam 4 yanlış 1 doğruyu götürme olayını rafa kaldıralım lütfen… Elimizde avucumuzda zaten çok bir şey yok, olan da heba olmasın… (Harun Şimşek)
4 yanlışın 1 doğruyu götürmesi beni de rahatsız ediyor. Bu hususta radikal bir değişiklik yapmayı epeydir düşünüyorum. Fakat tepkilerden ürktüğüm için cesaret edemiyorum. Cesaretimi toplarsam 1 yanlışın 4 doğruyu götüreceği güzel günlere yelken açacağız, hiç endişen olmasın.

Siz Kate Winslet’ten daha iyilerine layıksınız Hocam. (Derya Dağdelen)

Saikte hata vardır. Çünkü Cem pırlantayı alarak onun haklarını da almış olur ve anlaşma yapılmamıştır. Yani ben bu pırlantayı bir iş için alıcam olursa bende kalacak olmazsa sana geri iade edeceğim demediği için iptal edilemez. (Mehmet Yalçın)

Hocam yaşama sevinci olan değişik bir adamsınız. Sizi tebessüm ederek takip ediyorum. (Taner Paslı)

Seviliyosunuz hocam. Hülooğğğ... (Buğurcan Kalır)
Bana işte bunlarla gelin.

Hüseyin Cem ÇÖL
6 Ocak 2014 – Pelitli

3 Ocak 2014 Cuma

Bir Bir


Bir bir eksiliyoruz. "Sıradaki kim?" diye sormuştum o şehre sitem ettiğim yazıda. Sıradaki eşimin dayısıymış.

Hüseyin Cem ÇÖL
3 Ocak 2014 - Cuma 

2 Ocak 2014 Perşembe

Alteum Non Laedere!




Hak edene zarar vermek bazen iyidir.

Hüseyin Cem ÇÖL
2 Ocak 2014 - H 309

29 Aralık 2013 Pazar

Kampüste Koyunlar...


An itibariyle H 309 penceresinden hayatın görünümü...  (Saat : 09.19)

Kampüste koyunları gördüğümde aklıma gelen ilk sorunun "bu yasal mı?" olması, farkındayım, komik değil, trajikomik.

Hüseyin Cem ÇÖL
 29 Aralık 2013 - H 309 

Anladım ki…


"Yalan dünya yârsiz olmaz."
Aşık VEYSEL

Dün akşam eve giderken eczaneye uğradım ve en hafifinden bir uyku ilacı satın aldım. Akşam yemeğinden sonra baktım göz kapaklarım isyanlarda vurdum kafayı yastığa. Uyku ilacından bir tablet bile almamış olmama rağmen, yatakta bir o yana bir bu yana döndolaş yapmadan aniden uykuya daldım. Uyandığımda sabahın dördüydü. Nerdeyse sekiz saat kesiksiz uyumuşum. Anladım ki, tıptan şaşmamak lazım, uyku ilacının uykusuzluğa gerçekten yardımı oluyormuş. Bir de kullansam, düşünün, kimbilir kaç saat uyuyacaktım.

Sabahın dördünde uyanan insan ne yapar? Elbette kahvaltı. İki haşlanmış yumurta, bir demlik dolusu çay. Anladım ki, insan uykusunu alınca en kuru kahvaltı bile başka bir tat veriyor.  

Futbolla çok sıkı bir bağım yok, Galatasaray taraftarı da değilim, buna rağmen kahvaltı sırasında elime kumanda aletini aldığımda ilk önce, TRT’nin teletext’ini açıp, dün akşam Galatasaray’ın oynadığı maçın kaç kaç bittiğini öğrenmek istedim. Oysa şu hengamede kimin kimi yendiğinin ne önemi var? Türkiye’nin ayarı bir kez daha bozulmuşken, futbol neyime? Anladım ki, tek ayarsız Türkiye değil, ben de biraz ayarsızım.

Kanallar arasında gezinip de Türkiye gerçeğine rast gelmemek, Türkiye gerçeğinden bigane kalmak elbette mümkün değil. Sabahın beşi bile olsa, içinde hep beraber boğuştuğumuz bu güzel ülkeyi analiz etmeye çalışanların ateşli konuşmaları sürgit devam etmekte. Türkiye’de kimse masum değil. Herkesin bir açığı var. Herkes, gözünü ötekinin açığına dikmiş durumda, ötekinin açığını ne kadar çok dillendirirse kendi kıçındaki yırtığı kimsenin görmeyeceğini vehmediyor. Bu ülkede herkesin tenceresinin dibi kara. Anladım ki, bu ülkenin her ferdi esaslı bir ahlak eğitiminden geçmedikçe iflah olmamız imkansız. İyi de bu eğitimi kim verecek?

Televizyonu kapattım. Evden çıktım. Pazar sabahı ama yine dükkanda yapılacak iş var, çok şükür. Trabzon’da bu sabah anlatılmaz güzel. O kadar güzel ki, acaba sahile insem mi diye bile aklımdan geçirdim. Şifayı kapmaktan korktuğumdan denize uzaktan bakmakla yetindim. O bile yetti, içimin yaşama sevinciyle dolması için. Anladım ki, hayat sabahları çok güzel.

Herşeye rağmen.

Hüseyin Cem ÇÖL
29 Aralık 2013 – H 309 

28 Aralık 2013 Cumartesi

Dönem Biterken


İktisat ve Çeko Bölümü öğrencileriyle dönemin son Ticaret Hukuku dersi.
(28 Aralık 2013 - Cumartesi, HUK 302)

Öğrenmek pekala mümkündür ama öğretmek mümkün müdür, bilmiyorum. Bildiğim şu ki, öğretmek mümkün olsa da olmasa da, öğreten kendini kandırarak sanki öğretmek mümkünmüş gibi çaba içinde olmalı. Nasılsa öğretmek mümkün değil dememek lazım. Asıl öğrenilen ve öğretilen belki de hayat boyu “çaba” içinde olmanın gereği. Bu çabaya rağmen öğretmek yine de mümkün olmayabilir, sınıfta beyan edilen bilgiler öğrencinin zihninde bir karşılık bulmadan pencereden havaya toza karışabilir. Böyle bile olsa, belki “çaba”nın kendisi, belki “üslup”, belki “yaklaşım” öğrencide karşılık bulmuş olabilir.  

Umarım öyledir.

Hüseyin Cem ÇÖL
28 Aralık 2013 – H 309

26 Aralık 2013 Perşembe

Bu Yazıyı Okumayın ya da Okuyacaksanız Bile Okumamış Gibi Yapın


Yıllar önce bir vadi’ye deneme tadında yazılar göndermekteydim. İlk yazımın başlığı, hala hatırımdadır, “Özgürce Yazabilmek” idi.

Bu önemsiz girizgahı şu lafı edebilmek için yaptım:

Yazı, insanın duygusunu, düşüncesini, hayallerini, hayal kırıklıklarını, kendisini, hayat algısını aktarma aracı. Bu aracın amaca uygunluğu ise, yazanın özgür olmasına bağlı. Yazan özgürse, yazı samimi ve sahici bir hal alıyor. Yazanın özgürlüğünün önündeki birinci engel, “yazdıkları karşılığında para alması”. Para için yazmak elbette ayıp değil. Ama ana amaç para kazanmak olunca, yazanın kaleminden yazmak istedikleri değil, kendisinden yazılması istendikleri dökülüyor, yani nabza göre şerbet veriyor. Bu bir. İkinci engel ise, “okunmak”. Bu nokta ilginç. Her yazan okunmak ister, okunmak için yazar. Oysa okunmak, yazanın özgürlüğünü kısıtlayan en büyük engeldir. Çok okunan değil, az okunan hatta hiç okunmayan yazanlardır asıl “özgür” olan. Okunduğunu bilen yazan, yazarken rahat olamaz zira. Okuru hesaplayarak yazı yazılmaz, yazılsa da içten olunamaz.

Muhayyel nazarlara arz olunur.

Hüseyin Cem ÇÖL
26 Aralık 2013 – H 309 

O Şehre Sitem


O şehirde muhafazakarlık, düşünerek kabullenilmiş, özde sindirilmiş bir hayat algısı değil de; nesilden nesile geçen bir alışkanlık. Başka türlü bir hayat tasavvuru olmadığı, olamadığı için sürgit devam eden gelenekler bütünü. Böyle olduğu içindir ki, kendisini en çok özde değil, şekilde gösteren hamlıklar topağı. O şehirde muhafazakarlık, bir şemsiye kimlik. Altına girmese yok olacağını zanneden insanları vehimlerinden geçici bir süre kurtaran bir sığınak. O şehirde muhafazakarlık, zorunlu bir maske. O şehirde muhafazakarlık, insanların birbirini içine çektikleri, çıkmaya çalışanları zorla aralarına aldıkları kaynayan bir kazan. O şehirde muhafaza edilen, aslında güdük bir ömür; başka bir hayat algısına kapı aralayan her tür düşünce ve duyguyu düşman belleyen dışa kapalı bir toplum. Bu yüzden o şehirde başkaları cehennem. Hele “araf” oluru, idraki imkansız bir hayat sahası.

O şehirde barış ve savaş iç içe. O şehrin düğününde cenaze, cenazesinde düğün havası koklamak mümkün. İnsanların görece sakinliklerin altında, her an kavgaya, laf dalaşına hazır olduklarını gösteren bir potansiyel mevcut. O şehirde ipler aslında kadınların elinde. Bu yüzden, cansız hayata can katmanın en kullanışlı ve en ucuz aleti “laf”. Kapalı bir kutu içinde vakit nasıl geçer? Eğer, dışarı çıkma ümidin yoksa seni manevi açıdan doyuran bir işin, bir meşgalen, bir sanatın, bir merakın, bir hedefin de yoksa kapalı bir kutunun içinde ne yaparsın? El-cevap: Başkalarıyla kavga edersin. Kendi içinde barış olmayan her insan, kavgasını mutlak dışarı taşırır. İçindeki boşluğu söz kavgasıyla, ağız kavgasıyla yani “çekişerek” doldurur; o da yetmezse “vuruşarak”. Malumdur, tabiat boşluk kaldırmaz.

O şehir soğuk. Belki insanlar bu yüzden bu kadar huzursuz. Donmamak için, biraz ısınmak için, kendi kısır hayatlarını az da olsa renklendirmek için anlamsız bir laf savaşının neferi olmaya can atıyorlar. Ancak savaşırken yaşadıklarını var sayıyorlar. İç barış, donmakla ölümle eşdeğer.    

O şehir her geçen gün biraz daha ıssız. O şehirde tanıdıklar ya yaşlanıyor ya da bir bir eksiliyor. Babaannem, eniştem derken dayım. Sıradaki kim?

O şehir orada, ben buradayım. Şimdilik elbette. Er ya da geç ulaşacağımız son durağımız yine o şehirde: Yukarı Tekke Mezarlığında.

Hüseyin Cem ÇÖL
26 Aralık 2013 - H 309

22 Aralık 2013 Pazar