16 Mart 2014 Pazar

Hep Böyle Kalsın


Kayda geçsin diye yazıyorum. Bitmekte olan şu Pazar, Nazım Hikmet’e dört duvar arasında yaşama sevinci veren Pazar’ın ikiz kardeşi olmalı.  

Dingin, barış dolu ve iç ferahlatıcı.

Sanki “hücrelerin yenilensin” diye yaratılmış bir Pazar.

Taammüden mutluluk.

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Mart 2014 – Pelitli

13 Mart 2014 Perşembe

8 Mart 2014 Cumartesi

Atlar Hazır


Epeydir yeni bir yazısına ya da kitabına rastlamıyorum. Şimdi nerdedir, ne yapıyordur bilemem. İlk gençliğimde sıklıkla ve beğeniyle okuduğum, daha da önemlisi içtenlikle sevdiğim bir köşe yazarı vardı: Gürbüz AZAK… Lafı uzatmadan, okuru sıkmadan diyeceğini deyiveren temiz bir üslup sahibiydi. Hatırladığım kadarıyla aynı zamanda ressamdı da. Zaten köşe yazıları da, özene bezene uğraşılmış tablolar gibi zarif ve sıcacıktı. Köşe yazılarından başka birkaç kitabını da okumuştum. O birkaç kitap şimdi kitaplığımın kimbilir hangi köşesinde gamsız sıralanmışlardır? İşte onlardan biri “Atlar Hazır mı?” idi. Seçme köşe yazılarının derlenmesiyle teşekkül eden bir kitaptı bu. Kitaba adını veren yazı, muhafazakar dünya görüşünün hayata ve topluma hakim olması için gerekli şartları mı izah ediyordu? Öyleydi sanırım. Hafızamda nasılsa bir diyalog yer etmiş. Bu diyalog, o yazıda mı geçiyordu yoksa başka yerde mi okudum bilmiyorum. Diyalog şu: Gürbüz Azak, “Atlar hazır mı?” kitabını imzalarken, bir genç yanına yaklaşıyor ve “Atlar hazır mı ağabey?” diye soruyor. Gürbüz Azak, başını kaldırıp gence bakıyor: “Yiğitler hazır mı?” diye soruyor. Ne anlıyorum bu hafızamda yer etmiş hayali diyalogdan? Şunu: Büyük hedeflere ulaşmak için harekete geçmek lazım. Harekete geçmek için ise “binilecek at” ve “ata binecek yiğit” lazım. Hangisi daha öncelikli? İnsan faktörü mü, yoksa maddi şartlar mı? İşin yoksa tartış dur.

Bu kadar lafı şunu demek için yazmaktayım. 16 Mart 2014 Pazar günü saat 10:00’da yapmayı tasarladığımız “Adli Yargı Hakimlik ve Savcılık Deneme Sınavı” soruları hazır. Sizin anlayacağınız atlar hazır.

Acaba yiğitler hazır mı?

Hüseyin Cem ÇÖL
8 Mart 2014 – H 309

21 Şubat 2014 Cuma

Trabzon'da Kitap Şöleni




Kitap okumak kesemize, sağlımıza ve zihnimize zarar verir.

Kitap okumak kesemize zarar verir, çünkü; kitaplar bedava dağıtılmaz. İlgi duyduğunuz ya da bilgilenmek istediğiniz alandaki bütün kitapları edinmeye kalktığınızda, ciddi bir maddi bedel ödemek zorunda kalırsınız. Evinizde küçük bir kütüphane kurmak yerine, ikinci el bile olsa bir otomobil alsanız, daha aklı başında bir iş yapmış olursunuz.

Kitap okumak sağlımıza zarar verir, çünkü; çok okuyan kişilerin gözleri bozulur. Çok okumaktan ve çok okumaktan kaynaklanan hafif bir kamburluk ve hantal bir vücut sahibi olunur. Beslenmeye ayrılacak para kitaba yatacağı için, kötü beslenilir ve bu da hastalıklara davetiye çıkarır.

Kitap okumak zihnimize zarar verir, çünkü; pek çok alanda yazılmış, pek çok farklı görüşteki kitabı okumak insanın zihnini karıştırır. Farklı görüşlerin öğrenilmesi inançlara ve ideolojilere bağlılığı sarsar. Tek bir fikir ve inanç etrafında dönen bir kaç kitabı okumak yeterlidir; farklı kitaplar bizi yoldan çıkarır.

Demedi demeyin.
Hüseyin Cem ÇÖL
21 Şubat 2014 - H 309

16 Şubat 2014 Pazar

15 Şubat 2014 Cumartesi

"Erken Kaybedenler" : Kaybediş (!) Ergenlikte Başlar

















Bazı kitaplar insanı en derin, en sahici, en sıcak yerinden kavrar, sımsıkı tutar. Öyle ki, kitabın içindeyken, başka bir aleme geçiş yaptığınızı hissedersiniz. O alem size hüzün de verebilir, sizi mutlu da edebilir; hüzün de verse, mutlu da etse yüzünüze yerleşen tatlı tebessüm kitap bitene kadar size eşlik eder. Yazar başarmıştır; sizi yaşadığınız dünyadan çekip almış, kendi anlattığı hikayenin içine katmıştır.

Emrah Serbes’in “Ergen Kaybedenler” kitabını bu ayın başında-akşamüzeri-yorgun bir ders çıkışında-Rize’de satın almıştım. Rastgele bir satın alıştı, hatta alıyordum ama okumak isteyeceğimden bile emin değildim. Yolda gelirken kitaba bakamadım. Akşam yemeğinden sonra bir daha elime aldım ve geceyarısı bitirene kadar da elimden bırakamadım.

Bir kitaba dair izlenimleri, hemen sıcağı sıcağına yazmak lazım. Neden bilmem, okuduğum bu kitaba dair izlenimlerimi yazmak istemedim. Bittikten sonra “ilk anlarda” bu yazıyı yazacak olsaydım, hem uzun, hem daha doyurucu bir aktarım olabilirdi. EP’nin dediği gibi az vakte rağmen çok iyi kitaplar okudum. ama gelip size anlatmayınca sanki hep biraz eksik okumaydı. kitap hakkında düşüncelerim zihnimde kendi etrafında dönüp dönüp, bir girdaptan kaybolup gittiler. EP ?

***

Kitap önermek hiç sevmediğim bir iştir, lakin şimdi yeridir: Biz erkeklerin neden bu kadar şapşal olduklarını anlamak istiyorsanız, Emrah Serbes’in “Erken Kaybedenler” kitabını okuyun derim. Ben okudum, hatta arka arkaya iki kez okudum, şapşallığımı daha çok sevdim, iç barışımı tamamlayacak eksik parçayı bulduğumu hissettim, içimde uyuyan geçmişimin tortusu üzerindeki örtüyü kaldırdım, kendi gerçeğimle korkmadan hatta ne korkması tebessüm ederek yüzleştim. 

Şimdi ben biraz daha “insan” oldum.

Hüseyin Cem ÇÖL
15 Şubat 2014 – H 309

13 Şubat 2014 Perşembe

Maziye Bir Bakıver


Hukuk fakültesinde öğrenciyken, hakimlerin tüm mevzuata vâkıf olduklarını, bu vukufiyetin sonucu olarak hukuki bir uyuşmazlığı bir çırpıda çözüverdiklerini zanneder ve ne yapsam ne etsem bu birikime asla ulaşamayacak olduğuma kanaat getirip kendimi müthiş ezik hissederdim.

Şimdi sadece gülüp geçiyorum.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Şubat 2014 - H 309

11 Şubat 2014 Salı

Mukadderat


Kitabının önsözünde "Akademik hayatımda iyi, güzel, yararlı ne varsa hepsinde hocamın izleri vardır" cümlesini kuran akademisyenin yerinde olmak için nelerimi feda etmezdim. Benim bütün talihsizliğim; ne lisansta, ne sonrasında böyle bir cümleyi yazdıracak hocanın rahle-i tedrisinden geçememiş olmamdır.  

"Mukadderat" diyelim.  

Hüseyin Cem ÇÖL
11 Şubat 2014 - H 309

10 Şubat 2014 Pazartesi

İşbaşı


Ders anlatırken bazen (maalesef her zaman değil) keyif alırım. Çok sıkıntılı ve karışık bir konuyu, basit ve anlaşılır bir örnekle izah etmeyi becermişsem ve sadece izah etmekle kalmayıp, öğrencinin gözlerindeki ışıltıdan konunun anlaşıldığını sezmişsem, keyfime diyecek yoktur. Aslında çoğu derse bu keyfi tatmak için girmeye can atarım. Ders sırasında da öğrenciyi mutlaka yoklarım. Anlattıklarım en azından sınıfın genelinde karşılık buluyor mu diye bakarım. Karşılık buluyorsa, tamam derim, ders verimli geçti. Karşılık bulmuyorsa, o ders bir an önce bitsin isterim. Başka bir sınıfa ders anlatıncaya kadar o sıkıntı içimde yerleşir kalır. Ne zamanki, başka bir sınıfta gönlümce bir ders yaparım, ancak o zaman verimsiz geçen derste içime çöreklenmiş sıkıntıya yol veririm.

Artık şunu çok iyi biliyorum ki, bir ders sorumlusu, anlattığı veya anlatmaya gayret ettiği dersten keyif alıyorsa, öğrenci de mutlaka keyif alır. Öğrenme denilen süreç, alınan keyfin bir sonucudur. Velhasıl, keyifsiz öğrenme olmaz!

Yeni bir dönem başlıyor. Dilerim ki, bu dönemde ders veren, ders alan herkesin keyfi yerinde olsun. En çok da benim keyfim yerinde olsun. Çünkü ben keyifliysem, her şey yolunda demektir.

Allah utandırmasın!

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Şubat 2014 - Pelitli

1 Şubat 2014 Cumartesi

Şiir



Yorucu iki günün gecesinde deliksiz uyumak, hak edilmiş bir hafta sonu tatiline dinlenmiş bir bedenle öğleye doğru gözlerini açmak, şöyle esaslı geniş zamanlı telaşsız bir kahvaltı yapmak, kahvaltı sonrası televizyon karşısına kurulup demlikteki çayı tadını çıkara çıkara tüketmek, hiç alışık olmamana rağmen bu keyfi bir sigarayla bütünlemek istemek, yağmura aldırmaksızın dışarı çıkmak, arabanın buğulu camından süzülen yağmur damlaları eşliğinde şarkı dinlemek, şarkıların çağrışımında silinmez anıların izini sürmek, sahilde park edip sigaranın, yağmurun ve şarkıların refakatinde hırçın denize baygın nazarlar aşketmek…

Bu nedir?

Bu “şiir”dir.  

Hüseyin Cem ÇÖL
1 Şubat 2014 – H 309