28 Şubat 2013 Perşembe

"Bir Gün Bir Kitap Okudum ve Bütün Hayatım Değişti..."


Netten sipariş verdiğim Server Tanilli'nin "İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?" kitabı, 19.2.2013'te adresime geldi. O tarihten bu yana, ders aralarında fırsat buldukça okuyorum. Nerdeyse yarıladım ama roman değil sonuçta bu acelem yok bitirmek için, yedire yedire sindire sindire hatta keyfini çıkara çıkara okuyorum.

Keyif her kitaptan az çok çıkar. Ama asıl konu bu değil ve şu soru çok mühim: Bu kitap, benim düşünce dünyamda bir dönüm noktası mı olmakta? Yani Orhan Pamuk'un meşhur Yeni Hayat romanının kahramanı gibi "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti" mi diyeceğim, son sayfanın altına okunduğunu tescil için tarih attığım zaman?

Yoksa aklımı kullanmaya cür'et edemeyecek miyim, aklımı öteleyecek miyim, hiç değilse bir süre daha?

Hüseyin Cem ÇÖL
28 Şubat 2013 - H 309 

24 Şubat 2013 Pazar

"Meçhul Bir Kadından Mektup”: Bir Erzincan Hatırası



13 Şubat’ta günübirliğine Erzincan’a gitmem gerekmişti. Öğle vakti şehre gelmiştim ve en az bir saatim vardı rahatça dolaşabileceğim. Sıradan bir lokantada öğle yemeği ve akabinde kısa bir şehir turu. Şehre dönük ilk intibam: Yolların genişliği, yönü cetvelle ince ince hesaplanmış, her şey düz ve o ölçüde heyecansız, hadi yazayım o kelimeyi: ruhsuz… Sonra öğrendim, depremden sonra Erzincan’ın yeni şehir planlamasını Almanlar yapmışlar. Hiç şaşmadım buna. Bu kadar ince düzen, ancak hesapçı bir milletin eseri olabilirdi.

Bu şehrin merkezi planlamasının bir benzerini de Kars’ta görmüştüm. Ama hayır… Kars başkaydı. Tamam Kars’ın şehir merkezi de, Almanlar değil de Ruslar tarafından birbirini şaşmaz bir doğrulukla kesen yollarla örülmüştü ama hayır Kars’ın bir ruhu vardı… Belki o eski yapılar, o tarih Kars’a ruh veriyordu. Belki ben o ruhu, Kars caddelerinde gezinirken ve inanılmaz güzellikte kar yağarken, Orhan Pamuk’un Kar romanından kendi ruhuma devşiriyordum. Erzincan’da ise tarih yoktu…  Tarih olmayınca tüm o hastalıklı ve şaşmaz düzen, insanı boğan mükemmellik; yapay, soğuk ve içtenliksiz göründü gözüme. Sevemedim.

Erzincan’a bu ikinci gidişimdi. Yıllar önce, seksenlerde, henüz beyaz yakalıklı, siyah önlüklü bir talebeyken, bu şehre bir kez daha gelmiştim. O zaman nasıl bir yerdi hatırlamıyorum. Geniş bir caddenin -tren istasyonuna yakın bir caddeydi bu-, yakınında bir apartmanda bir gece konuklamıştık. Sebebi, artık geçmişte kalan, unutulmaya yüz tutan tatsız bir anıdır. Geçelim.

Yolda giderken, Ahmet Muhip Dıranas’ın Fahriye Abla şiirinden mısralar hep aklımın kıvrımlarında oynaşıp durdu: “Gönül verdin derlerdi o delikanlıya / En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya / Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın / Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?”. Bir şiire, bir romana, bir öyküye mekan olamamış şehirler kuru bir bina ve insan yığınından başka nedir ki? Sadece bu şiir bile benim Erzincan’a tebessümle bakmam için yeterliydi. Gittim, gördüm evet bu şehrin dağları hep karlı, dağlara bakınca bu şehrin yeryüzünün bir parçası olduğunu idrak edebiliyorsunuz. Dağ, şehrin canına bir nebze can katıyor. Ama başınızı dağdan çekip etrafta gezdirdiğinizde, cansız, kuru ve sıkıcı bir sessizlik.

Erzincan’ı sevemedim çünkü umutla gittiğim yoldan hüsranla döndüm. Kuşkusuz kendi iç dünyamda yaşadığım bu hüsran da şehre bakışımı menfi etkilemiştir.

***  

Benim bir türlü bırakamadığım bir huyum var. Günübirlik gittiğim ya da kısa süreliğine gittiğim bir yerde, mutlaka orada bulunduğumun, orada gezindiğimin anısı ya da delili olsun diye bir “kitap” alırım. Satın aldığım kitabın ilk sayfasına adımı, tarihi ve o yerin ismini yazmak beni çok mutlu eder. Elbette Erzincan’da da birkaç kitap aldım. İki Stefan Zweig ve bir Sadık Yalsızuçanlar.  Hatta yolda giderken on dakika mola verdiğimiz o köyden bozma küçük ilçede bile, adı Köse’ymiş, kısa mola süresinde bir kitapçı buldum ve bir yemek parasına bir düzine biyografi kitabı aldım. Evim, odam kitapla taşsa da, bu huydan vazgeçecek gibi değilim. Kitap almayı, kitapla dolu bir odada zaman geçirmeyi ve kitabın içindeki dünyalara dalıp batmayı seviyorum vesselam.

İşte o gün Ermerkez’in üçüncü katında satın aldığım kitaplardan birini, Stefan Zweig’in “Meçhul Bir Kadından Mektup” isimli uzun öyküsünü, bu Pazar öğleden sonrasında, işte bu soğuk odada, H 309’da bir oturuşta okudum. Her ne kadar kapakta roman yazsa da bu bir uzun öykü ve biliyorum bu tasnifin hiçbir önemi yok, çünkü roman ya da uzun öykü ne fark eder, önemli olan ruha dokunan muhtevasının olması.

Kitap ruha dokunuyor. Bu mutlak. Ama bu bahsi fazla açamam. Böyledir deyip geçeyim.

Stefan Zweig’in eseri, adından da çok açık anlaşılacağı üzere, bir mektuptan ibaret. Elbette aşk mektubu bu. Ölmekte olan bir kadının, tutkuyla sevdiği erkeğe yazdığı ilk ve son mektup. Tek taraflı, platonik ve marazi bir aşk bu.

Kadın, hayatının son demlerinde bu mektubu yazmayabilir, bilinmezliğe son vermeyebilirdi. Ama yazdı. Yazmasa olur muydu? Bu soruya cevabım hayır. Her aşık, aşkına karşılık alamasa bile, aşkının bilinmesini ister. Sadece bilinsin ister, karşılık bulsa da bulmasa da. Aşk dediğimiz, sevilme ya da sevme değil, bilinme ihtiyacıdır. Bu böyle olmasa, ara sıra içimizden seçtiği insanlar vasıtasıyla bize kitaplar (=mektup) gönderip kendi varlığını hatırlatan Tanrı’nın yaptığı başka türlü nasıl izah edilebilir?  Bizden sevgi beklemiyor, çünkü O’nu yaşatan bizim O’na duyduğumuz sevgi değil, bizim sevgimize ihtiyacı yok O’nun ama O bizi seviyor ve sadece bunu bilelim istiyor. Çünkü O bizi yarattı. Biz O’nun eseriyiz. Ve her maşuk, aslında aşık’ın eseridir.

O yüzden aşk kokusu sinmemiş insanlar, şehirler, yollar, binalar ve yapılan her iş; cansız, soğuk, bereketsiz ve ruhsuzdur.

Hüseyin Cem ÇÖL
24 Şubat 2013 – H 309 

17 Şubat 2013 Pazar

Arafe



Epeydir burayı boş bırakmışım. Oysa yazılacak, üzerinde yorum yapılacak ne çok şey vardı. Trabzon Devlet Tiyatrosunda izlenen oyunlar (Trabzon’da tiyatro olmasa bu şehri sever miydim?), satın alınan ve pek azı okunan birkaç kitap (Malcolm X’e dair bilmediğim ne kaldı?), umutla başlayan tatsız biten bir Erzincan yolculuğu (can Erzincan iken hüsran Erzincan), özel hukukun tüm koridorlarında hızla dolaşıyor olmanın yorgunluğu (ve mutluluğu), doktora yapıyor ya da yapamıyor olmanın verdiği hiç’lik duygusu (GG’ye teşekkürlerimle), bahar ve güz arasında (benim gibi) kararsız bir Trabzon, kalabalıklaşan (ve kalabalıklaştıkça sevimliliğini, sıcaklığını kaybeden, mekanikleşen) bir ortam… Hiçbirini yazamadım, çünkü yazmak biraz da “kendini ele vermektir”. Muhatabın olsun ya da olmasın, yazmışsan, yazı senden çıkmışsa, artık anılarının, duygularının, düşüncelerinin, korkularının, mutluluklarının, kızgınlıklarının tek hakimi sen değilsin; başkalarının gözü, kulağı, aklı da artık senin hayatının içinde. Bu kadar “ortada” olmak, evet korkutucu.

Yine de yazmak lazım. Hem de, 140 vuruşun cazibesine kapılmadan, uzun uzun yazmak lazım. Kelimelerin arasında başka bir dünya inşa etmek için ya da ne bileyim içimizdeki saf, bozulmamış öteki benliğimizin nefes alması için. Ortada olmak korkutucu da olsa yazmaya devam.   

Yarın yeni bir gün başlıyor. Haziran’a kadar sürecek tatlı bir yorgunluğun arafesindeyim. Yine haftanın her günü dolu, hatta kısmen hafta sonları bile. Pazartesi BORÇLAR, Salı ROMA, Çarşamba İCRA-İFLAS, Perşembe ve Cuma TİCARET. Haftada 12 defa sahne almak demektir bu.

Burada can alıcı soru şu: Tamam bu kadar derse giriyoruz da öğrencilere ne öğretiyoruz? Suya yazı yazdığımı düşünecek kadar karamsar değilim, elbet o kadar ter, o kadar gayret boşa değildir fakat dersler nasıl geçerse geçsin hep bir eksiklik duygusu bu işi yaptığım sürece hiç yakamdan düşmeyecek.

Ama şundan eminim: Bu kadar derse girmekle öğrenciyi bilmem de ben çok şey öğreniyorum. İlkgençliğimin Sivas’ta yayınlanan edebiyat dergilerinde – hassaten Kızılırmak’ta- şiirlerini okuduğum hatta şiir defterlerime özene bezene şiirlerini yazdığım akademisyen Metin Boşnak, geçenlerde öyle bir tweet attı ki, taşı gediğine koydu:

Her yeni öğrenci nesli kendince bir şeyler öğretir hocaya. İlk nesille son nesil öğrenciler arasında sadece hoca evrilir bazen. :)

Allah bana kolaylık versin vesselam.

Hüseyin Cem ÇÖL
17 Şubat 2013 – Pelitli 

29 Ocak 2013 Salı

"Bir Gece Ansızın Gelebilirim"




Dün gece fark ettim. Şarkısı da ayrı bir güzelliktir de, saf şiir hâlinin lezzeti bambaşka imiş. Durduk yere anıları tetikledi.

Aşk ile buyrun :


bu kadar yürekten çağırma beni
bir gece ansızın gelebilirim
beni bekliyorsan, uyumamışsan
sevinçten kapında ölebilirim

belki de hayata yeni başlarım
içimde küllenen kor alevlenir
bakarsın hiç gitmem kölen olurum
belki de seversin beni kimbilir

kal dersen, dağlarca severim seni
bir deniz olurum ayaklarında
aşk bu özleyiş bu, hiç belli olmaz
kalbim duruverir dudaklarında.

ya da unuturum kim olduğumu
hatırlamam belki adımı bile
belki de çıldırır, deli olurum
sana kavuşmanın heyecanıyle

aşk bu, bilinir mi nereye varır
ne durdurur özlemini, seveni
bakarsın ansızın gelebilirim
bu kadar yürekten çağırma beni.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

21 Ocak 2013 Pazartesi

Üç T



Yıldızların şifresini çözen Hande Kazanova, benim için evet ne sandınız sırf benim için şunları yazmış bugün Habertürk’te:

“Bu hafta kendi isteklerinizin ve arzularınızın peşinden gidebilirsiniz. Canınız sabah saatlerinde önemli işlerde uğraşmak istemeyebilir. Öğleden sonraysa parasal konularda tahminlerden kaçının.”

Bu yıldızlar hep böyle yanar döner, nereye çekersen oraya gider, Demiralvari sözler fısıldıyor galiba Kazanova’nın kulağına. Hiç de öyle çözülmüş bir şifre yok ortada. Aksine kapalı, muğlak ve feci halde açılıma ihtiyacı var.

En iyisi ben ne anladığımı ya da ne anlamadığımı yazayım da laf ortada kalmasın.

Teşvik : “Bu hafta kendi isteklerinizin ve arzularınızın peşinden gidebilirsiniz.” Sınav kağıtlarını da okuduğuma göre, bu hafta o pavyondan bu gazinoya, alemlere akacağım, hakkımdır. Takviyeli fantayı fazla kaçırır da taşkınlık yaparsam, faturayı Hande Kazanova’ya gönderin. Sebebimdir. 

Tembih : “Canınız sabah saatlerinde önemli işlerde uğraşmak istemeyebilir”. Sabah saatlerinde ben uyuyorum zaten, sol yandan sağ yana dönmek dışında önemli bir işim yok. Burada politik espri yapmadım.  

Tavsiye : “Öğleden sonraysa parasal konularda tahminlerden kaçının.” Borsa hiç oynama diyorsun yani. Sabah önemli karar alma, öğleden sonra da parasal tahmin yapmaktan kaçın dediğine göre. E bunun gece seansı var da ben mi bilmiyorum?

***


Hande Kazanova hoş bir hatun. Fakat her gün tonla akla ziyan cümleyi hangi akılla düşünüp yazıyor merak etmiyor değilim.

Ne alakası mı var?

Alakası olmadığı aşikar.

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Ocak 2013 – H 309 

19 Ocak 2013 Cumartesi

Gece Notları



Bir : Test yapmak dururken ısrarla klasik yapan, üstelik iki saatlik sınavda her bir ayrıntıyı isteyen ve karşılığında destansı metinlerle uğraşmak zorunda kalan aklımı çok seveyim. Hele bazı sınav kağıtları var ki, Orhun Abidesi gibi. Bir ömür yetmez çözmeye. E bana müstehaktır!

İki : İki gecedir ya da şöyle diyeyim sabaha karşı iki gündür, işte bu saatlerde, Star TV’de “Bir Demet Tiyatro”nun en eski bölümlerine tesadüf ediyorum.  Neşesi eksik olmayan eski bir dostla yeniden karşılaşmış gibiyim. Mükremin Çıtır adını bütünleme sınav kağıtlarında anmak farz oldu.

Üç : Forum’da Cem Yılmaz’ın gösterisini seyrettim önceki akşam. Yine kırdı geçirdi gülmekten. Hatta politik espri bile yaptı ilk kez: 

“Amerikana yaslanacaksın!”

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Ocak 2013 - Pelitli 

16 Ocak 2013 Çarşamba

İlk Retweet



Yaklaşık üç aydır twitter alemindeyim ve bugün ilk defa bir tweetim retweet’lendi. Özgün-parlak-lafı gediğine koyan-afallatan-şapa oturtan-kahkaha attıran-işte budur dedirten bir laf etmiş de değilim üstelik. Altı üstü sevdiğim bir filmin linkini vermiştim. Hepsi bu.

Bir yerde yazmıştım. Twitter bana göre değil. Ben, kısa konuşmayı ama uzun yazmayı severim. Fakat, bu ilk retweetin verdiği gazla kısa kısa da olsa twitteri lafa boğasım var. İyi de ne yazayım? Linkini verdiğim her filmi takdir edecek, anla’yacak takipçilerim var mı ki?

Ben en iyisi paracıklarıma kıyıp bir AFORİZMALAR ANSİKLOPEDİSİ satın alayım da, hiç değilse her gün bir aforizma savurayım.  

Yakında ekşi sözlükte “hızla takipçisi azalan twitter” başlığını görürseniz, “kim ki la bu” demeyiniz. O ben olabilirim.

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Ocak 2013 – Pelitli

14 Ocak 2013 Pazartesi

Üç Mesele


“Üç Mesele”, şair İsmet Özel’in 1978 yılında yayınladığı ve “teknik”, “medeniyet” , “yabancılaşma” kavramlarını incelediği bir deneme kitabı. Talebeliğimin ilk yıllarında okumuştum (93 olsa gerek) ve elbette hiç bir şey anlamamıştım. Şimdi okumaya kalksam, kavramakta pek zorluk yaşamam gibime geliyor; fakat zihnimde o meseleler yerini başka meselelere bıraktığı için yeniden Üç Mesele’ye gömülmeye hiç niyetim yok.

Meseleleri üç’leştirmek üç açıdan insanı rahatlatıyor sanki. Birincisi, yığınla mesele arasından üçünü seçmekle, pek çok ufak meseleyi zihinden kovalamış oluyoruz. İkincisi, meseleleri üç’lemekle, ana ve önemli meselelere daha bir dikkatle eğilme ve çözüm arama imkanı buluyoruz. Üçüncüsü de, üç güzel bir rakam.

Şimdi ben yığınla üç mesele (“iyi bir eş-iyi bir araba-iyi bir ev”, “medeni hukuk-borçlar hukuku-ticaret hukuku”, “ev kredisi-araba kredisi-Ahmet’e elden borç”, “Ayşe-Erdem-Dilara”, “vize-final-bütünleme”, “Diane Lane-Kate Winslet-Naomi Watts”) arasında kendi üç meselemi kendimce didikleyeyim. Madem bu blogu “öğrenciye katkı” olsun diye hazırlıyorum. Siz de buyrun o zaman :

Birinci Mesele : Limited Şirket Genel Kurul’unda Toplantı ve Karar Yetersayıları
Toplantı yetersayısı :  Kanun bu konuda bir düzenleme getirmemiş. Toplantıya 1 kişi bile katılsa hem genel yetrsayı hem özel yetersayı aranan durumlarda, toplantı yetersayıya ulaşılmış sayılıyor, yani toplanılabliyor.
Karar yetersayısı : Bu konuda Kanun iki farklı yetersayı hükmü getirmiş. Olağan diyebileceğimiz işler için genel yetersayı ve olağanüstü işler için diyebileceğimiz özel  yetersayı.
Genel Karar Yetersayısı : Kanun veya şirket sözleşmesinde aksi öngörülmediği takdirde, seçim kararları dâhil, tüm genel kurul kararları, toplantıda temsil edilen oyların salt çoğunluğu ile alınır (md. 620, f. 1).
Örnek : 20.000 TL esas sermayeli bir limited şirkette A’nın sermayesi 10.000 TL, B’nin 3.000 TL, C’nin 1.000 TL, D’nin 6.000 TL olsun. Gündemdeki konu şirkete ticari temsilci atamak.
  1. İhtimal : Toplantıya sadece A katıldı ve A (+) oy verdi. Karar alınabilir.
  2. İhtimal : Toplantıya A, B, C ve D katıldı. A (+) oy verdi, B,C ve D (-) oy verdi. Karar alınamaz.
  3. İhtimal : Toplantıya B,C ve D katıldı. B ve C (+) oy verdi, D (-) oy verdi. Karar alınamaz.
  4. İhtimal : Toplantıya sadece C katıldı ve (+) oy verdi. Karar alınabilir.
 Özel Karar Yetersayısı : Olağanüstü işlere ilişkin diyebileceğimiz genel kurul kararları,-toplantıda- temsil edilen oyların en az üçte ikisinin ve oy hakkı bulunan esas sermayenin tamamının salt çoğunluğunun bir arada bulunması halinde alınabilir (md. 621, f. 1). Yani iki koşul gerekli burada:
1.       Koşul : -Toplantıda- temsil edilen oyların en az üçte ikisi
2.       Koşul : Oy hakkı bulunan esas sermayenin tamamının salt çoğunluğu
  Örnek : 20.000 TL esas sermayeli bir limited şirkette A’nın sermayesi 10.000 TL, B’nin 3.000 TL, C’nin 1.000 TL, D’nin 6.000 TL olsun. Gündemdeki konu şirket merkezini değiştirmek.
  1. İhtimal : Toplantıya sadece A katıldı ve A (+) oy verdi. Karar alınamaz. (1.Koşul sağlanmış ancak 2. Koşul sağlanmamış).
  2. İhtimal : Toplantıya A, B, C ve D katıldı. A (+) oy verdi, B, C ve D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (1 ve 2. Koşul sağlanmamış).
  3. İhtimal : Toplantıya B,C ve D katıldı. B ve C (+) oy verdi, D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (1 ve 2. Koşul sağlanmamış).
  4. İhtimal : Toplantıya sadece C katıldı ve (+) oy verdi. Karar alınamaz. (1 ve 2. Koşul sağlanmamış).
  5. İhtimal : Toplantıya A, B, C ve D katıldı. A ve B (+) oy verdi, C ve D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (1 ve 2. Koşul sağlanmamış).
  6. İhtimal : Toplantıya A, B, C ve D katıldı. A ve D (+) oy verdi, B ve C (-) oy verdi. Karar alınabilir. (1 ve 2. Koşul sağlanmış).
  7. İhtimal : Toplantıya A, B, C ve D katıldı. A ve C (+) oy verdi, B ve D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (1 ve 2. Koşul sağlanmamış).
  8. İhtimal : Toplantıya A, B, C ve D katıldı. A, B ve C (+) oy verdi, D (-) oy verdi. Karar alınabilir. (1 ve 2. Koşul sağlanmış).
Not :     Limited şirkette ortakların oy hakkı esas sermaye paylarının itibarî değerine göre hesap­lanır. Şirket sözleşmesinde daha yüksek bir tutar öngörülmemişse her 25 Türk Lirası bir oy hakkı verir.

İkinci Mesele : Anonim Şirket Genel Kurul’unda Toplantı ve Karar Yetersayıları
Anonim şirketlerde “genel yetersayı” ve “özel yetersayı” aranan durumlara göre, toplantı ve karar yetersayıları farklı. Yine konuyu olağan işler için genel yetersayı, olağanüstü işler için özel yetersayı aranması gerekir diye klişeleştirmek mümkün.    
  Genel Yetersayı :
  Toplantı yetersayısı : Kanunda veya esas sözleşmede daha ağır bir yetersayı öngörülmemiş ise, genel kurul şirket sermayesinin en az dörtte birini (% 25) karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin katılımı ile toplanacaktır. Toplantıda bahsedilen toplantı yetersayısı sağlanamazsa pay sahipleri yeniden genel kurul toplantısına çağrılırlar. Yapılacak olan bu ikinci toplantı için nisap aranmaz (md. 418, f. 1).
  Karar yetersayısı : Her iki durumda da, toplanan genel kurullarda, kararlar toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile alınır (md. 418, f. 2).
  Örnek : 100.000 TL esas sermayeli bir anonim şirkette A’nın sermayesi 50.000 TL, B’nin 15.000 TL, C’nin 30.000 TL, D’nin 5.000 TL olsun. Gündemdeki konu şirkete ticari temsilci atamak.
  1. İhtimal : I. toplantıya sadece A katıldı ve A (+) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
  2. İhtimal : I. toplantıya A, B, C ve D katıldı. A (+) oy verdi, B,C ve D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
  3. İhtimal : I. toplantıya B,C ve D katıldı. B ve C (+) oy verdi, D (-) oy verdi. Karar alınabilir. (TYS ve KYS var)
  4. İhtimal : I. toplantıya sadece C katıldı ve (+) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
  Özel Yetersayılar
  Toplantı yetersayısı : Genel nitelik gösteren esas sözleşme hükümlerinin değiştirilmesi için şirket sermayesinin en az yarısını (% 50’sini) temsil eden pay sahiplerinin veya temsilcilerinin genel kurul toplantısına katılması gerekecektir (md. 421, f. 1). İlk toplantıda öngörülen bu toplantı yetersayısı elde edilemediği takdirde, en geç bir ay içinde ikinci bir toplantı yapılabilir. Kanun ikinci toplantı için gerekli olan toplantı yetersayısını ise, şirket sermayesinin en az üçte birinin (1/3) toplantıda temsili olarak belirlemiştir.
  Karar yetersayısı : Alınacak kararın niteliğine göre iki farklı karar yetersayısı düzenlemesi bulunmakta:
  1. OYBİRLİĞİ : Şirket esas sözleşmesinde,  Bilanço zararlarının kapatılması için yükümlülük ve ikincil yükümlü­lük konulması, Şirket merkezinin yurt dışına taşınması yönünde değişiklik yapılabilmesi için sermayenin tümünü oluşturan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin genel kurul toplantısına katılması ve bu yön­deki kararları oy birliği ile almaları gerekmektedir.
  Örnek : 100.000 TL esas sermayeli bir anonim şirkette A’nın sermayesi 50.000 TL, B’nin 15.000 TL, C’nin 30.000 TL, D’nin 5.000 TL olsun. Gündemdeki konu şirket merkezinin yurt dışına taşınması  
  Tüm ortaklar toplantıya katılıp (+) yönünde oy vermelidir, aksi ihtimallerde karar alınamaz.
  2. YÜZDEYETMİŞ BEŞ : Anonim şirket esas sözleşmesinde, Şirketin işletme konusunun tamamen değiştirilmesi, İmtiyazlı pay oluşturulması, Nama yazılı payların devrinin sınırlandırılması yönünde değişiklik yapılabilmesi için, şirket sermayesinin en az yüzde yetmişbeşini oluşturan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin olumlu oyu gerekmektedir (md. 421, f. 3).
  Örnek : 100.000 TL esas sermayeli bir anonim şirkette A’nın sermayesi 50.000 TL, B’nin 15.000 TL, C’nin 30.000 TL, D’nin 5.000 TL olsun. Gündemdeki konu şirketin işletme konusunun tamamen değiştirilmesi.  
  1. İhtimal : I. toplantıya sadece A katıldı ve A (+) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
  2. İhtimal : I. toplantıya A, B, C ve D katıldı. A (+) oy verdi, B,C ve D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
  3. İhtimal : I.toplantıya B,C ve D katıldı. B ve C (+) oy verdi, D (-) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
  4. İhtimal : I. toplantıya A, B, C ve D katıldı. A ve C (+) oy verdi, B ve D (-) oy verdi. Karar alınabilir. (TYS ve KYS var)
  5. İhtimal : I. toplantıya A, B, C ve D katıldı. A, B ve D (+) oy verdi, C (-) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS yok)
Not : Bunlardan başka özel yetersayı aranan durumlar da var, fakat sınav için bu kadar kâfi.

Üçüncü Mesele : Anonim Şirket Yönetim Kurulu’nda Toplantı ve Karar Yetersayıları  
  Eğer şirket sözleşmesinde aksine ağırlaştırıcı bir hüküm yok ise, yönetim kurulu üye tam sayısının çoğunluğu ile toplanır ve kararlarını toplantıda hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alır (TTK m.390/I).  Oylar eşit olduğu takdirde o konu gelecek toplantıya bırakılır. İkinci toplantıda da eşitlik olursa söz konusu öneri reddedilmiş sayılır (m.390/III). Kararlar yazılıp imza edilmiş olmadıkça geçerli olmaz.
  Örnek : “Bahça Duvarından Aştım Sarmaşık Güle Dolaştım Taşımacılık Turizm Gıda Anonim Şirketi”nin Yönetim Kurulu 9 kişi olsun.
  1. İhtimal : Toplantıya 5 kişi katıldı, 3 kişi (+) oy verdi. Karar alınabilir. (TYS ve KYS var)
  2. İhtimal : Toplantıya 8 kişi katıldı, 4 kişi (+) oy verdi, 4 kişi çekimser kaldı. İkinci toplantı yapılır. Yine aynı durum çıkarsa karar reddedilmiş sayılır. (TYS var, KYS yok).
  3. İhtimal : Toplantıya 4 kişi katıldı ve 4 kişi de (+) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS yok)
  4. İhtimal : Toplantıya 9 kişi katıldı ve hepsi (-) oy verdi. Karar alınamaz. (TYS var, KYS ortalarda yok).

***

Lafı İsmet Özel’le açtık, bari onunla kapatalım. 

"Hayal, ipleri elden kaçırmaktır. Oysa öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, o ipin ucu sizin elinizden bir kaçtı mı, hemen bir başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor." (Üç Mesele'den) 

Hüseyin Cem ÇÖL
14 Ocak 2013 - Pelitli

12 Ocak 2013 Cumartesi

“Tehlike Kolu” : Durumdan Vazife Çıkarmak



Kısa romanları seviyorum. Bir çırpıda, araya kesinti girmeden okunabiliyorlar çünkü.

Yunan yazar Andonis Samarakis’in Tehlike Kolu romanını bugün öğleden sonra –H 309’da- bir oturuşta okudum. Romanın konusuna dair bir ipucu vereyim. 1959 yılında, Yunanistan’ın Farsala adındaki küçük bir kentinde yaşamakta olan ve insanlığın gidişatından hiç de memnun olmayan Doktor Vasiliyadis, ıztırabını hissettiği derdin ağırlığıyla, bir anda kendini pastane camlarını taşlarken bulur. Ve olaylar gelişir.

Doktor’un yaptığı düpedüz aydın saçmalığı. Ha bir de içinde –sağdan soldan her aydında olduğu gibi- bu halk cahil ve bu halkı uyandırmak lazım kibri de gizli.

Bence Doktor Vasiliyadis’in yanılgısı şurada: Kaygısız olmak ya da kaygısız davranmak; her zaman duyarsız olmak anlamına gelmez. Aksine hayata tutunabilmek, acılarla savaşabilmek ve hayatta kalabilmek için iyi bir savunma aracı olabilir. 1959’daki şartlar, daha önceden vardı, şimdi de var. İnsanoğlu var oldukça, savaş ve açlık korkusu hep var olacak. O halde, yıl ne olursa olsun bu anlamda hep 1959’dayız aslında. Her an tehlike altında olduğumuz için de tehlike kolunu çekmeye gerek yok. Zaten bir işe de yaramaz. Önce bir sakin olmak lazım.

Bizim Doktor Vasiliyadis’ler, durumdan vazife çıkarmaya kalkan aklıevveller, sakin olmayı beceremediler, tren istasyona yanaşmadan tehlike kolunu çekiverdiler. Şimdi hepsi içerde “suçum ne” diye ağlaşıyorlar.

Güzel Tesalya Pastanesi'nin vitrinine taşı atarken düşünecektin sen onu. Şimdi ağlaşmanın yok faydası.  

Hüseyin Cem ÇÖL
12 Ocak 2013 – H 309

5 Ocak 2013 Cumartesi

Muhatabımız Mafya


Çekin arkasında matbu harflerle şunlar yazıyor : "... hamil, bankamızın ödemekle yükümlü olduğu tutar da dahil olmak üzere kısmi ödemeyi kabul etmediğinden..."

Aklı başında basiretli biri neden, hiç değilse bankanın ödemekle yükümlü olduğu tutarı kabul etmez ki? Yoksa bu da güzide bankalarımızın bir oyunu mu? Kabul etmiyorum diye imzala yoksa karşılıksızdır kaşesi basmam mı deniyor hamile? Fakat bunun önemi yok ki! Karşılıksızdır kaşesi vurmazsa banka, protesto çekme imkanı var. Var bu işte bir bit yeniği. Birinin çeki karşılıksız çıktığında yanı başında olmayı gerçekten çok isterdim.

İpoteğin fekki meselesini öğrendikten sonra bankalara daha bir ihtiyatlı ve kuşkucu yaklaşır oldum.

Yiğit Bulut, "mafya" yakıştırmasını yapmakta sanırım haksız değil.

Hüseyin Cem ÇÖL
5 Ocak 2013 - Pelitli