21 Şubat 2014 Cuma

Trabzon'da Kitap Şöleni




Kitap okumak kesemize, sağlımıza ve zihnimize zarar verir.

Kitap okumak kesemize zarar verir, çünkü; kitaplar bedava dağıtılmaz. İlgi duyduğunuz ya da bilgilenmek istediğiniz alandaki bütün kitapları edinmeye kalktığınızda, ciddi bir maddi bedel ödemek zorunda kalırsınız. Evinizde küçük bir kütüphane kurmak yerine, ikinci el bile olsa bir otomobil alsanız, daha aklı başında bir iş yapmış olursunuz.

Kitap okumak sağlımıza zarar verir, çünkü; çok okuyan kişilerin gözleri bozulur. Çok okumaktan ve çok okumaktan kaynaklanan hafif bir kamburluk ve hantal bir vücut sahibi olunur. Beslenmeye ayrılacak para kitaba yatacağı için, kötü beslenilir ve bu da hastalıklara davetiye çıkarır.

Kitap okumak zihnimize zarar verir, çünkü; pek çok alanda yazılmış, pek çok farklı görüşteki kitabı okumak insanın zihnini karıştırır. Farklı görüşlerin öğrenilmesi inançlara ve ideolojilere bağlılığı sarsar. Tek bir fikir ve inanç etrafında dönen bir kaç kitabı okumak yeterlidir; farklı kitaplar bizi yoldan çıkarır.

Demedi demeyin.
Hüseyin Cem ÇÖL
21 Şubat 2014 - H 309

16 Şubat 2014 Pazar

15 Şubat 2014 Cumartesi

"Erken Kaybedenler" : Kaybediş (!) Ergenlikte Başlar

















Bazı kitaplar insanı en derin, en sahici, en sıcak yerinden kavrar, sımsıkı tutar. Öyle ki, kitabın içindeyken, başka bir aleme geçiş yaptığınızı hissedersiniz. O alem size hüzün de verebilir, sizi mutlu da edebilir; hüzün de verse, mutlu da etse yüzünüze yerleşen tatlı tebessüm kitap bitene kadar size eşlik eder. Yazar başarmıştır; sizi yaşadığınız dünyadan çekip almış, kendi anlattığı hikayenin içine katmıştır.

Emrah Serbes’in “Ergen Kaybedenler” kitabını bu ayın başında-akşamüzeri-yorgun bir ders çıkışında-Rize’de satın almıştım. Rastgele bir satın alıştı, hatta alıyordum ama okumak isteyeceğimden bile emin değildim. Yolda gelirken kitaba bakamadım. Akşam yemeğinden sonra bir daha elime aldım ve geceyarısı bitirene kadar da elimden bırakamadım.

Bir kitaba dair izlenimleri, hemen sıcağı sıcağına yazmak lazım. Neden bilmem, okuduğum bu kitaba dair izlenimlerimi yazmak istemedim. Bittikten sonra “ilk anlarda” bu yazıyı yazacak olsaydım, hem uzun, hem daha doyurucu bir aktarım olabilirdi. EP’nin dediği gibi az vakte rağmen çok iyi kitaplar okudum. ama gelip size anlatmayınca sanki hep biraz eksik okumaydı. kitap hakkında düşüncelerim zihnimde kendi etrafında dönüp dönüp, bir girdaptan kaybolup gittiler. EP ?

***

Kitap önermek hiç sevmediğim bir iştir, lakin şimdi yeridir: Biz erkeklerin neden bu kadar şapşal olduklarını anlamak istiyorsanız, Emrah Serbes’in “Erken Kaybedenler” kitabını okuyun derim. Ben okudum, hatta arka arkaya iki kez okudum, şapşallığımı daha çok sevdim, iç barışımı tamamlayacak eksik parçayı bulduğumu hissettim, içimde uyuyan geçmişimin tortusu üzerindeki örtüyü kaldırdım, kendi gerçeğimle korkmadan hatta ne korkması tebessüm ederek yüzleştim. 

Şimdi ben biraz daha “insan” oldum.

Hüseyin Cem ÇÖL
15 Şubat 2014 – H 309

13 Şubat 2014 Perşembe

Maziye Bir Bakıver


Hukuk fakültesinde öğrenciyken, hakimlerin tüm mevzuata vâkıf olduklarını, bu vukufiyetin sonucu olarak hukuki bir uyuşmazlığı bir çırpıda çözüverdiklerini zanneder ve ne yapsam ne etsem bu birikime asla ulaşamayacak olduğuma kanaat getirip kendimi müthiş ezik hissederdim.

Şimdi sadece gülüp geçiyorum.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Şubat 2014 - H 309

11 Şubat 2014 Salı

Mukadderat


Kitabının önsözünde "Akademik hayatımda iyi, güzel, yararlı ne varsa hepsinde hocamın izleri vardır" cümlesini kuran akademisyenin yerinde olmak için nelerimi feda etmezdim. Benim bütün talihsizliğim; ne lisansta, ne sonrasında böyle bir cümleyi yazdıracak hocanın rahle-i tedrisinden geçememiş olmamdır.  

"Mukadderat" diyelim.  

Hüseyin Cem ÇÖL
11 Şubat 2014 - H 309

10 Şubat 2014 Pazartesi

İşbaşı


Ders anlatırken bazen (maalesef her zaman değil) keyif alırım. Çok sıkıntılı ve karışık bir konuyu, basit ve anlaşılır bir örnekle izah etmeyi becermişsem ve sadece izah etmekle kalmayıp, öğrencinin gözlerindeki ışıltıdan konunun anlaşıldığını sezmişsem, keyfime diyecek yoktur. Aslında çoğu derse bu keyfi tatmak için girmeye can atarım. Ders sırasında da öğrenciyi mutlaka yoklarım. Anlattıklarım en azından sınıfın genelinde karşılık buluyor mu diye bakarım. Karşılık buluyorsa, tamam derim, ders verimli geçti. Karşılık bulmuyorsa, o ders bir an önce bitsin isterim. Başka bir sınıfa ders anlatıncaya kadar o sıkıntı içimde yerleşir kalır. Ne zamanki, başka bir sınıfta gönlümce bir ders yaparım, ancak o zaman verimsiz geçen derste içime çöreklenmiş sıkıntıya yol veririm.

Artık şunu çok iyi biliyorum ki, bir ders sorumlusu, anlattığı veya anlatmaya gayret ettiği dersten keyif alıyorsa, öğrenci de mutlaka keyif alır. Öğrenme denilen süreç, alınan keyfin bir sonucudur. Velhasıl, keyifsiz öğrenme olmaz!

Yeni bir dönem başlıyor. Dilerim ki, bu dönemde ders veren, ders alan herkesin keyfi yerinde olsun. En çok da benim keyfim yerinde olsun. Çünkü ben keyifliysem, her şey yolunda demektir.

Allah utandırmasın!

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Şubat 2014 - Pelitli

1 Şubat 2014 Cumartesi

Şiir



Yorucu iki günün gecesinde deliksiz uyumak, hak edilmiş bir hafta sonu tatiline dinlenmiş bir bedenle öğleye doğru gözlerini açmak, şöyle esaslı geniş zamanlı telaşsız bir kahvaltı yapmak, kahvaltı sonrası televizyon karşısına kurulup demlikteki çayı tadını çıkara çıkara tüketmek, hiç alışık olmamana rağmen bu keyfi bir sigarayla bütünlemek istemek, yağmura aldırmaksızın dışarı çıkmak, arabanın buğulu camından süzülen yağmur damlaları eşliğinde şarkı dinlemek, şarkıların çağrışımında silinmez anıların izini sürmek, sahilde park edip sigaranın, yağmurun ve şarkıların refakatinde hırçın denize baygın nazarlar aşketmek…

Bu nedir?

Bu “şiir”dir.  

Hüseyin Cem ÇÖL
1 Şubat 2014 – H 309 

29 Ocak 2014 Çarşamba

İşbu Bab, Trabzon Ustalarının İş Ahlakını Ayan Beyan Eder


Yaptığınız iş, geçiminizi sağladığınız meslek; ister istemez hayatınızın tüm yönlerine tesir eder. İş dışındaki hayatınız, ailenizle, arkadaşlarınızla birlikte olduğunuz anlar, hatta kendi başınıza kaldığınız anlar "iş" hayatınızın gölgesi altındadır. O yüzden aslında tek ahlak vardır, o da iş yapma ahlakıdır. İş ahlakı yerinde birinin, iş dışındaki özel hayatında ahlaksız olması imkansızdır. Çünkü ahlak, insanın kendisini toplum yaşamında uymakla zorunlu hissettiği erdemli davranışlar topluluğudur. Bu yüzden, bir insanın ahlaklı olup olmadığı, hayatın içinde, geçim derdindeyken belli olur; iş hayatında ahlaklı olmayanın özel hayatında ahlaklı olduğunu söylemek mümkün değildir.

El becerim olmadığı için; elektrik, su, banyo, mutfak işleri için eve sık sık "usta" çağırmak icap eder. Değişik vilayetlerde hayatım geçti; değişik hayatları, değişik insanları, dolayısıyla değişik "ustaları" tanıma imkanı elde ettim. Trabzon'a taşınmazdan önce, esefle söylüyorum ki, tanıma şerefine ulaştığım ustalara ilişkin kanaatim pek müsbet değildi. Trabzon'daki ustaları tanıyınca, kanaatim iki katı hızla ve 360 derece değişti. Bir fark olacağını beklemiyor değildim ama bu kadar fark olacağını hiç ummuyordum. Bu farkı anlatmak kolay değil, fakat hiç değilse bir deneyeyim, arif olan benim becerip diyemediğimi de elbet anlayacaktır.

Trabzon'da işimi gördürmek için telefon açtığım ya da dükkanına gittiğim her ustanın öncelikle müşteriyle nazikçe konuştuğuna tanık oldum. Bu benim için büyük sürprizdi gerçekten. Daha başka yerlerde usta-müşteri ilişkisi böyle değildir. Ustalar, Allah günah yazmasın, yarı tanrı gibidirler. Senin beceremediğin o "işi" sadece onlar biliyor ya, senin o işteki bilgisizliğini ya da tecrübesizliğini o ilk görüşmede ve işi yaparken acımasızca kullanırlar. Onlar senin parana muhtaç değil, sen onların ustalığına muhtaçsındır. Bu algı yüzünden, ustalar müşterilerle konuşurken kabalaşırlar hatta edepsizleşirler. Yukarıda Allah var, yalan olmasın, ben Trabzon'da hiçbir ustanın müşteriye böyle KABA davrandığına tanık olmadım. Üzerine basa çıka söyleyebilirim ki; telefonda müşteriyle nasıl konuşulması gerektiği konusunda Trabzon ustaları, Türkiye'deki, hatta Ortadoğu ve Balkanlardaki tüm ustalara ders verecek birikime ve yeterliliğe sahiptir.

Ustanın ahlakı işini yaparken ortaya çıkar. İşini tam yapanın ahlakı tam, eksik yapanın ahlakı eksiktir; bu kadar basit. Trabzonlu ustalar, işini tam yapar. İşini tam yapmak öncelikle söz verilen günde işini yapmakla başlar. Trabzonlu ustalar, söz verdikleri günde, söz verdikleri saatte işlerinin başındadırlar. Eğer bir aksilik olmuş da, söz verdikleri saatte işlerinin başında değillerse, size telefon açarlar, neden gelemediklerini söylerler ve içtenlikle özür dilerler. Başka yerlerde asla böyle olmaz. Evde ağaç olursunuz beklemekten. Sizin beklemeniz adamların umurunda olmaz. Geç geldiklerinde ya da hiç gelmediklerinde ne özür dilerler, ne de gecikmelerinin sebebini söyleme zahmetine katlanırlar. Yarı tanrılar özür dilemez, af beklemez. İnsanlardır af bekleyen.

Trabzon ustaları işlerini öylesine tam yaparlar ki, eserleri evladiyeliktir. Çünkü sağlam iş yaparlar. İş sağlam olunca; bozulma, akma, kokma pek olmaz. Oldu diyelim, sebebi elbette müşterinin hatalı kullanımıdır. Siz, ezile büzüle telefon açıp, ustadan yaptığı işte bazı sorunlar çıktığını söylediğinizde, büyük bir erdemlilik göstererek hatayı sizde değil kendilerinde ararlar, hatta özür bile dilerler ve hiç geciktirmeden evinize gelip bozulan, akan, kokan yeri tamir ederler. Böylesine erdemli davranışlar karşısında mahçup olursunuz, emeğin yüceliğine ve insanlığın ölmediğine tanık olursunuz, geleceğe daha umutlu bakarsınız. Başka yerlerde inanın böyle olmaz. Diyelim ki, banyoya duşakabin yaptırdınız. Diyelim ki, bir süre sonra duşakabinin altından zemine su sızdığını fark ettiniz. Hemen telefon açarsınız işi yaptırdığınız adama. Durumu nezaketle anlatırsınız. Karşınızdaki insan kılığındaki yontulmamış ayı, kendi hatasını kabul etmez, üstüne sizle ters ters konuşur, bozuk yaptığı işi tamir etmek istemez, sizi oyalar, en sonunda ucu açık bir tarih vererek tamir edeceklerini söyler ve sizi başından savar. Bir süre beklersiniz, ayının sözünde duracağına ve gerçekten tamir için eve geleceğine içtenlikle ve safiyetle inanırsınız. İnsanlıktan ümidini kesmeyen her insan saf'tır ve verilen sözün tutulacağını düşünür çünkü. Elbette gelen giden, arayan soran olmaz. Artık dayanamayıp bir daha ararsınız, yine aynı teraneler... Her telefon konuşmasından sonra, boş odanın duvarlarına dönüp yakası açılmadık küfürler edersiniz, ustanın gelmişi ve geçmişi hakkında. Küfür etmek iyidir, insanı ferahlatır fakat bunun banyoya faydası olmaz, zira duşakabin su sızdırmaya devam etmektedir.

İşini tam ve doğru yapan, bu arada iş yaptığı kişilerle medeni bir iletişim kurabilen her "usta", aslında geleceğe güvenle ve umutla bakmamıza yol açar. Trabzon ustaları, işte tam da böyledir. AHLAKSIZ değildirler. "Müşteri memnuniyeti" gibi modern, "kul hakkı" gibi geleneksel değerlere azami önem verirler. Onlar iş yaparken, alınterinin güzelliğine ve emeğin kutsallığına bir kez daha tanık olursunuz. Hülasa, Trabzon ustaları, işlerinin ehli olmalarıyla, iş ahlaklarıyla, bilhassa müşterilerle kurdukları yapıcı ve olağanüstü iletişimle, tüm Türkiye'nin örnek alması gereken nadide şahsiyetlerdir.

***

Ne içtim lan bu gece ben!

Hüseyin Cem ÇÖL
29 Ocak 2014 - Pelitli

26 Ocak 2014 Pazar

Güz Dönemi Anketine Katılanlar Hakkında Değerlendirmeler



Yukarıdaki grafik, GÜZ döneminde derslerine girdiğim toplam 1091 öğrencinin “ders sorumlusu” hakkındaki görüşlerinin dağılımını göstermektedir. İşbu yazıda, ankete katılanlar hakkında “bayıra karşı yatır beni, tırmala beni, kaşı beni” tadında objektif, bilimsel ve işe yaramaz değerlendirmeler yapılacaktır. Kasmadan okuyunuz.

Çok İyi (635) : Allah ne muradınız varsa versin! Allah tuttuğunuzu altın etsin! Allah sizi sevdiğinize kavuştursun! Mezun olduğunuzda bol kazançlı işler, anlayışlı ve fedakâr eşler, gürbüz ve sağlıklı çocuklar nasip etsin! Yüzünüzden tebessüm, cebinizden nakit eksik olmasın! Allah çokluğunuzu artırsın! Çok iyi olduğum ya da olacağım yok da, Allah, bana da hiç değilse çok iyi olmak için çabalamaktan geri kalmamayı nasip etsin!

İyi (253) : Ben de sizinle aynı kanaatteyim ve kendimi “iyi” biri diye biliyorum. Şu beş grup içinde en çok sizin niceliğinize önem ve değer verdiğim doğrudur.  

Orta (142) : Çok sıkıcısınız. Ne duama layıksınız, ne de bedduama. Size bu kadar hakaret yeter!

Kötü (27) : Asıl siz kötüsünüz. Ayrıca tembelsiniz, çok da cahilsiniz. Bana kötü diyerek, muhtemelen dersimde gösterdiğiniz başarısızlığı kamufle etmeye, böylece beceriksizliğinizi örtbas etmeye çalışıyorsunuz. Bir daha yazayım, kötü olan ben değil sizsiniz. Leş gibi koktuğunuzdan hiç bahsetmeyişim, nezaketimdendir.

Çok Kötü (34) : Kötü diyenleri bile bir yerde anlarım da çok kötü ne ayak uşaklar! Ben istesem bile çok kötü olamam. Banyoda yıkanırken sularınız, tuvaletteyken elektrikleriniz, facede biri sizi beğenmişken internetiniz kesilir, inşallah. Mışlı Melek Abla kıvamında hiç susmayan bir eş sahibi olun ve bol bol yırmıhlaşın! İş görüşmesine girerken heyecandan fermuarınızı açık unutun!  Mülakat sırasında sümüğünüz aksın! Kız arkadaşınızla buluşacağınız gün alnınızın tam ortasında kocaman bir sivilce çıksın! Allah, sizi bildiği gibi yapsın!

İşbu makale, “anket sonuçlarının değerlendirildiğine inanmıyorum” diyen öğrencilere kapak olsun!

NOT: Bu makale kısmen veya tamamen, kaynağı gösterilmek şartıyla tekrar yayınlanabilir, çoğaltılabilir, dağıtılabilir. Makalenin kaynağı şu şekilde gösterilmelidir: Hüseyin Cem ÇÖL, “Güz Dönemi Anketine Katılanlar Hakkında Değerlendirmeler”, http://hukukderslerim.blogspot.com (Konuluş Tarihi: 26 Ocak 2014, puslu bir Trabzon akşamüzeri).

Hüseyin Cem ÇÖL
26 Ocak 2014 - Pelitli

25 Ocak 2014 Cumartesi

“Nur” : Hadi Arayalım, Belki Buluruz…
















Hayat; içimizdeki iyiyi ortaya çıkarma, içimizdeki iyinin içinde kaybolma ve böylece içimizdeki kötüye hakim olma çabası. Bu çabanın içinde evvela iyi’nin (ve kötü’nün) ne olduğunun arayışı gizli. Çünkü iyi ve kötü içiçedir ve aslında bütün uğraş iyiyi kötüden ayırdetmekten ibarettir. O yüzden hayatın ana rengi gridir.

Mustafa Kutlu işte bu çabanın ve arayışın en sade, en yalın, en süssüz ve en samimi tanıklarından. Biz de onun tanıklığına tanıklık ediyoruz her çıkan eserini bir oturuşta hatmederek. Karda temiz izler bırakanları takip etmekten başka bir iş gelmiyor elimizden.

Daha çok güz başında, bazen de yaz ortasında görmeye alıştığımız Mustafa Kutlu, bu kez sevenlerini şaşırtarak kışın ortasında çıkageldi “Nur”la. Nur, evvela saf bir karakter ve dolayısıyla arayışında samimi. Etraf, bu arayışı kendi iktidarlarına ve menfaatlerine alet etmek isteyen sırtlanlarla çevrili: Siyasi partiler, cemaatler, yayınevleri, şirketler, önderler, şeyhler, tarikatlar, kitaplar, en çok da kitaplar… Onlara dokunmadan yolda yürümek mümkün değil. Her dokunuş menzile ulaşmaya çabalarken ruhta bir yara açıyor. Ve bu yolculukta en çok yara alanlar, en saf ve samimi olanlar. Fakat elden ne gelir, yaralanmak da, yolun ve yolculuğun olmazsa olmaz bir parçası.

“Nur”u okurken, kendimi fazlasıyla Yeşilçam kokan bir havayı koklarken bulduğumu da inkar edemem. İnsanların iyi ve kötü diye ikiye ayrıldığı, naif bir zaman diliminde geçiyor hikaye. 2014 olmadığı kesin. Belki seksenler, muhtemelen yetmişler… Henüz tüketim çılgınlığının insanları esir almadığı ve en önemlisi iktidarda değil muhalefette olunan dönemler… Galiba iktidara gelmek, arayış çabasını da baltaladı bu kesimde. İktidar hep ana hedef olarak sunulunca, aranılan bulundu sanıldı ve çaba da bitti.

Bu bahsi uzatmak mümkün. Fakat ben, aklıma gelen her şeyi yazacak kadar cesur biri değilim.

Hüseyin Cem ÇÖL
25 Ocak 2014 – H 309