İlhan Arsel 2010’da öldü; Server Tanilli ise 2011’de… İkisi
de -en azından bir kesimce- değeri tartışılmaz bilim adamları idiler. Özellikle “İslam dini”
üzerine yazdıkları kitaplar çok ses getirdi, çok okundu, çok tartışıldı.
Ben ikisini de sadece ismen bilirdim; isimleri ve eserleri
üzerine kopan tartışmaları ikinci elden takip ederdim fakat hayattalarken her
ikisinin de eserlerini de okumuş değildim.
İlhan Arsel’in “Biz Profesörler” isimli kitabına, 2011’in
son aylarında, Kars’ta, kelepir kitap zaten küçük bir dükkanda, hani bir
taraftaki raflarda kitaplar dizili olan, diğer tarafta ise müzik aletleri
satan, hafiften müzik stüdyosunu da andıran o küçücük dükkanda rastlamış ve
hemen satın almıştım. Sarıkamış’ın soğuk ve karlı akşamlarında, Orduevi’nde,
misafirhanede, Mahkeme’de, fırsat bulduğum her yerde, azar azar okuyarak
hatmetmiştim.
Edindiğim intiba iki yönlü idi : Birincisi, Arsel’in bir
bilim adamına yakışmayacak agresif, polemikçi, hatta yer yer militan bir dili,
üslubu, tavrı hakimdi eserine. Bu gergin tavır; savunulan görüşlerin sanki bir
anlık kızgınlıkla, akademik titizliğe aykırı olarak yani pek de ince elenip sık
dokunmadan kitaba aktarıldığını akla getiriyordu. Aynı görüşleri sık sık ve sayfalar
dolusu tekrarlaması da, savunduklarına kendisini bile tam ikna edememiş bir
yazar portresini ele veriyordu. Arsel’i “öfkeli” ve bu nedenle “sağlıksız” bir
yazar olarak algıladım.
İkincisi ise işin başka bir yönü. Türkiye’de hep eğitimin
daha kötüye gittiğine dönük bir eğitim klişesi hakimdir. Acaba öyle midir?
Eğitim kalitesi önceleri, yani bizler eğitim almadan önceki o muhayyel dönemde
iyiydi de, sonra mı bozuldu? Biz mi, her şeyin kötüye evrildiği o talihsiz
döneme rast geldik? Ben hiçbir zaman bu kanaatte olmadım. Türkiye’de hiçbir
zaman ve hiçbir alanda iyi bir eğitim dönemi olmadı ki, her şey kötüye
gidebilsin? Hatta tam aksini savunmak daha doğru. Her şey kötüye gitmiyor,
belki çok yavaş ama, karınca adımlarıyla da olsa, her şey iyiye gidiyor. Arsel’in
kitabı, o her şeyin çok iyi olduğu düşünülen dönemlerde de, Türkiye’nin en
köklü hukuk eğitiminin verildiği düşünülen mekanında, AÜHF’de, aslında profesörler
arasında çapsızlığın, intihalin, cesaretsizliğin, öğrenciyi müşteri gören
zihniyetin hakim olduğunu; hülasa, eğitimde ve hassaten hukuk eğitiminde hiçbir
vakit bir asrı saadet dönemi yaşanmadığını apaçık ortaya koyuyordu.
Server Tanilli’ye gelelim.
Hep okumak istedim Tanilli’yi. Bilhassa Uygarlık Tarihi’ni. Nihayet,
kendimi Tanilli okumaya hazır hissedince, geçen ay üç kitabını sipariş verdim
netten: “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?”, “Uygarlık Tarihi” ve “Din ve
Politika”.
İsmi çekti galiba. İlk elime aldığım “Uygarlık Tarihi”
değil, “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?” oldu. Kaç gün oldu başlayalı yarılamış
değilim henüz. Her gün azar azar sindire sindire okuyorum, okumaktayım. Bir
şeyler, üstelik esaslı bir şeyler değişmekte farkındayım. Hatta bir vakit, dikkat
edin, bu, okuduğum kitabı ne kadar önemsediğimi gösterir, kendime “dur be
birader, bir es ver, başka ve zıt kitaplarla zihnine doluşanları ölç bakalım”
diyecek noktaya geldim. Es de verdim. Tanilli’yi bir kenara bırakıp, araya iki
kitap sokuşturdum. Biri, bir ilahiyat
profesörünün yazdığı siyer kitabı: “Alemlere Rahmet Hz.Muhammed”
(Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları). İkincisi, daha çok
avama yönelik bir eser. Ciddiyeti yok ama benim açımdan çok zengin ayrıntılar
içeriyor, halkın bildiği, algıladığı ve yaşadığı İslam’ın en saf özü burada
çünkü. Fevkalade ciddiyetsiz bu eseri, sırf bu nedenle çok ciddiyetle okuyorum:
“Saadet Devri 6 : Kavuşma” (Ahmet Lütfü Kazancı, Tuğra Neşriyat). Bu iki kitabı da yarılamış durumdayım. Yer yer
Nasrettin Hoca gibi “bunların hepsi kendince, kendi bakış açılarından haklı”
dediğim oluyor ama daha çok kendimi Tanilli’nin az bile yazmış olduğunu
tasdiklerken buluyorum. Bilhassa kendimi, Kazancı’nın kitabındaki pek çok ayrıntıyı
Tanillivari yorumlarken yakaladığımda, geri dönülmez bir noktaya ulaştığımı
hissediyorum.
***
Cem’cim, bu gidiş nereyedir?
El-cevap: Aklımın götürdüğü yere.
Cem’cim, aklının götürdüğü yer, sana aklını verenin istediği
yer midir?
El-cevap: Aklımı bana veren, aklımın götürdüğü yere gitmem
için bana baştan müsaade etmiş demektir. Ben, sadece aklımı kullanmakla
mükellefim. Gittiğim yol, benim icadımdır. Vardığım menzil de, daha önce
kimsenin varmadığıdır, bana özgüdür, benim içindir. Öğretmen yol açar, o yolda
yürümek için imkan hazırlar; ama yürüyecek olan, yürürken engellerle mücadele
edecek olan ve hedefe varacak olan benim. Menzilin “belirli”, “herkes için aynı”
ve “ulaşılması zorunlu” olduğunu kabul etmek; öğretmeni de öğrenciyi de
robotlaştırır; ders de heyecansız, sıkıcı, hep bilinenleri tekrarlayıcı, ufuksuz,
yeniye, farklıya ve değişime kapalı olur; sınav ise irade ve akıl rafa
kalkacağı için anlamsızlaşır; anlamsız bir sınavın sonunda verilecek ödül de
ceza da gülünçtür.
***
Fark demiştim başlığa, onu yazacaktım, araya iç diyaloglar
girdi. Evet Arsel agresif, polemikçi, hatta magazinel bir yazar. Başka
görüşlere ve görüş sahiplerine yer yer hakaretamiz yaklaştığı için de, bir
bilim adamının olmazsa olmazı olan objektiflik özelliği pürüzlü. Tanilli daha
sakin. Bilim adamı sakin olmalı zaten. Görüşlerini en ateşli dille savunurken
de sakin olmalı. Agresif bir dil, kanımca, yüksek perdeden bağırarak
görüşlerini kabul ettireceklerini sananlara özgü bir çaresizlik hâli. Bundan
başka Tanilli’nin, karşı tarafın görüşlerini de anlamak ve bu görüşleri
hakaretamiz bir dil kullanmadan yargılamak gibi bir özelliği de var. Ve benim
en hoşuma giden üçüncü özelliği: Tanilli’de, bilimsel eserlerde görülen kuru,
takır-tukur, soğuk bir dil yok; aksine ancak erbabının anlayacağı ince bir
üslup gizli. Bu üslup aynı zamanda görüşlerini okurun zihninde kabul görmesi
için önemli bir araç da. Ben bu üslubu çözdüm sanırım. Tanilli’yi okurken, hızla
akan bir ırmakta sessiz ama belli bir ritimle yoluna devam eden bir kayığın
içinde gibisiniz. Kayık sessizce ilerliyor gibi ama içerde fırtınalar kopuyor.
Bu fırtınalar o kadar şiddetli ki, Tanilli, bir fırtınadan başka fırtınaya
geçmek için arada bir es veriyor. Tek cümlelik paragraflar bunlar. Genelde de
soru cümlecikleri. Bazen de ünlem! Bu es’ler, iki fırtına arasında hem bir
dinlenme sığınağı, hem de sonraki fırtınaya okuru zihnen hazırlama mekanı
işlevi görüyor. Ara öğün gibi. Öncekilerin sindirilmesini sağlayan, sonrakiler
için de yol açan.
Fark demiştim. Birkaç fark yazdım. Özü şu aslında
yazdıklarımın: Arsel, kalıcı olamayacak, yazdıkları zamanla önemini kaybedecek,
bir dönemin popüler eserleri kategorisine sokulup magazinel düzeyle ele
alınacak; oysa Server Tanilli’nin eserleri yaşayacak, var olacak.
Bu bahse dair yazacaklarım bitmedi. Yol bitmedi çünkü.
Yolculuk sürüyor.
Hüseyin Cem ÇÖL
14 Mart 2013 – Pelitli