14 Mart 2013 Perşembe

İlhan Arsel ile Server Tanilli Arasındaki Önemli Fark



İlhan Arsel 2010’da öldü; Server Tanilli ise 2011’de… İkisi de -en azından bir kesimce- değeri tartışılmaz  bilim adamları idiler. Özellikle “İslam dini” üzerine yazdıkları kitaplar çok ses getirdi, çok okundu, çok tartışıldı.

Ben ikisini de sadece ismen bilirdim; isimleri ve eserleri üzerine kopan tartışmaları ikinci elden takip ederdim fakat hayattalarken her ikisinin de eserlerini de okumuş değildim.

İlhan Arsel’in “Biz Profesörler” isimli kitabına, 2011’in son aylarında, Kars’ta, kelepir kitap zaten küçük bir dükkanda, hani bir taraftaki raflarda kitaplar dizili olan, diğer tarafta ise müzik aletleri satan, hafiften müzik stüdyosunu da andıran o küçücük dükkanda rastlamış ve hemen satın almıştım. Sarıkamış’ın soğuk ve karlı akşamlarında, Orduevi’nde, misafirhanede, Mahkeme’de, fırsat bulduğum her yerde, azar azar okuyarak hatmetmiştim.

Edindiğim intiba iki yönlü idi : Birincisi, Arsel’in bir bilim adamına yakışmayacak agresif, polemikçi, hatta yer yer militan bir dili, üslubu, tavrı hakimdi eserine. Bu gergin tavır; savunulan görüşlerin sanki bir anlık kızgınlıkla, akademik titizliğe aykırı olarak yani pek de ince elenip sık dokunmadan kitaba aktarıldığını akla getiriyordu. Aynı görüşleri sık sık ve sayfalar dolusu tekrarlaması da, savunduklarına kendisini bile tam ikna edememiş bir yazar portresini ele veriyordu. Arsel’i “öfkeli” ve bu nedenle “sağlıksız” bir yazar olarak algıladım.    

İkincisi ise işin başka bir yönü. Türkiye’de hep eğitimin daha kötüye gittiğine dönük bir eğitim klişesi hakimdir. Acaba öyle midir? Eğitim kalitesi önceleri, yani bizler eğitim almadan önceki o muhayyel dönemde iyiydi de, sonra mı bozuldu? Biz mi, her şeyin kötüye evrildiği o talihsiz döneme rast geldik? Ben hiçbir zaman bu kanaatte olmadım. Türkiye’de hiçbir zaman ve hiçbir alanda iyi bir eğitim dönemi olmadı ki, her şey kötüye gidebilsin? Hatta tam aksini savunmak daha doğru. Her şey kötüye gitmiyor, belki çok yavaş ama, karınca adımlarıyla da olsa, her şey iyiye gidiyor. Arsel’in kitabı, o her şeyin çok iyi olduğu düşünülen dönemlerde de, Türkiye’nin en köklü hukuk eğitiminin verildiği düşünülen mekanında, AÜHF’de, aslında profesörler arasında çapsızlığın, intihalin, cesaretsizliğin, öğrenciyi müşteri gören zihniyetin hakim olduğunu; hülasa, eğitimde ve hassaten hukuk eğitiminde hiçbir vakit bir asrı saadet dönemi yaşanmadığını apaçık ortaya koyuyordu.

Server Tanilli’ye gelelim.

Hep okumak istedim Tanilli’yi. Bilhassa Uygarlık Tarihi’ni. Nihayet, kendimi Tanilli okumaya hazır hissedince, geçen ay üç kitabını sipariş verdim netten: “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?”, “Uygarlık Tarihi” ve “Din ve Politika”.

İsmi çekti galiba. İlk elime aldığım “Uygarlık Tarihi” değil, “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?” oldu. Kaç gün oldu başlayalı yarılamış değilim henüz. Her gün azar azar sindire sindire okuyorum, okumaktayım. Bir şeyler, üstelik esaslı bir şeyler değişmekte farkındayım. Hatta bir vakit, dikkat edin, bu, okuduğum kitabı ne kadar önemsediğimi gösterir, kendime “dur be birader, bir es ver, başka ve zıt kitaplarla zihnine doluşanları ölç bakalım” diyecek noktaya geldim. Es de verdim. Tanilli’yi bir kenara bırakıp, araya iki kitap sokuşturdum.  Biri, bir ilahiyat profesörünün yazdığı siyer kitabı: “Alemlere Rahmet Hz.Muhammed” (Prof.Dr.Hüseyin ALGÜL, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları). İkincisi, daha çok avama yönelik bir eser. Ciddiyeti yok ama benim açımdan çok zengin ayrıntılar içeriyor, halkın bildiği, algıladığı ve yaşadığı İslam’ın en saf özü burada çünkü. Fevkalade ciddiyetsiz bu eseri, sırf bu nedenle çok ciddiyetle okuyorum: “Saadet Devri 6 : Kavuşma” (Ahmet Lütfü Kazancı, Tuğra Neşriyat).  Bu iki kitabı da yarılamış durumdayım. Yer yer Nasrettin Hoca gibi “bunların hepsi kendince, kendi bakış açılarından haklı” dediğim oluyor ama daha çok kendimi Tanilli’nin az bile yazmış olduğunu tasdiklerken buluyorum. Bilhassa kendimi, Kazancı’nın kitabındaki pek çok ayrıntıyı Tanillivari yorumlarken yakaladığımda, geri dönülmez bir noktaya ulaştığımı hissediyorum.

***

Cem’cim, bu gidiş nereyedir?
El-cevap: Aklımın götürdüğü yere.

Cem’cim, aklının götürdüğü yer, sana aklını verenin istediği yer midir?
El-cevap: Aklımı bana veren, aklımın götürdüğü yere gitmem için bana baştan müsaade etmiş demektir. Ben, sadece aklımı kullanmakla mükellefim. Gittiğim yol, benim icadımdır. Vardığım menzil de, daha önce kimsenin varmadığıdır, bana özgüdür, benim içindir. Öğretmen yol açar, o yolda yürümek için imkan hazırlar; ama yürüyecek olan, yürürken engellerle mücadele edecek olan ve hedefe varacak olan benim. Menzilin “belirli”, “herkes için aynı” ve “ulaşılması zorunlu” olduğunu kabul etmek; öğretmeni de öğrenciyi de robotlaştırır; ders de heyecansız, sıkıcı, hep bilinenleri tekrarlayıcı, ufuksuz, yeniye, farklıya ve değişime kapalı olur; sınav ise irade ve akıl rafa kalkacağı için anlamsızlaşır; anlamsız bir sınavın sonunda verilecek ödül de ceza da gülünçtür.  

***

Fark demiştim başlığa, onu yazacaktım, araya iç diyaloglar girdi. Evet Arsel agresif, polemikçi, hatta magazinel bir yazar. Başka görüşlere ve görüş sahiplerine yer yer hakaretamiz yaklaştığı için de, bir bilim adamının olmazsa olmazı olan objektiflik özelliği pürüzlü. Tanilli daha sakin. Bilim adamı sakin olmalı zaten. Görüşlerini en ateşli dille savunurken de sakin olmalı. Agresif bir dil, kanımca, yüksek perdeden bağırarak görüşlerini kabul ettireceklerini sananlara özgü bir çaresizlik hâli. Bundan başka Tanilli’nin, karşı tarafın görüşlerini de anlamak ve bu görüşleri hakaretamiz bir dil kullanmadan yargılamak gibi bir özelliği de var. Ve benim en hoşuma giden üçüncü özelliği: Tanilli’de, bilimsel eserlerde görülen kuru, takır-tukur, soğuk bir dil yok; aksine ancak erbabının anlayacağı ince bir üslup gizli. Bu üslup aynı zamanda görüşlerini okurun zihninde kabul görmesi için önemli bir araç da. Ben bu üslubu çözdüm sanırım. Tanilli’yi okurken, hızla akan bir ırmakta sessiz ama belli bir ritimle yoluna devam eden bir kayığın içinde gibisiniz. Kayık sessizce ilerliyor gibi ama içerde fırtınalar kopuyor. Bu fırtınalar o kadar şiddetli ki, Tanilli, bir fırtınadan başka fırtınaya geçmek için arada bir es veriyor. Tek cümlelik paragraflar bunlar. Genelde de soru cümlecikleri. Bazen de ünlem! Bu es’ler, iki fırtına arasında hem bir dinlenme sığınağı, hem de sonraki fırtınaya okuru zihnen hazırlama mekanı işlevi görüyor. Ara öğün gibi. Öncekilerin sindirilmesini sağlayan, sonrakiler için de yol açan.

Fark demiştim. Birkaç fark yazdım. Özü şu aslında yazdıklarımın: Arsel, kalıcı olamayacak, yazdıkları zamanla önemini kaybedecek, bir dönemin popüler eserleri kategorisine sokulup magazinel düzeyle ele alınacak; oysa Server Tanilli’nin eserleri yaşayacak, var olacak.

Bu bahse dair yazacaklarım bitmedi. Yol bitmedi çünkü. Yolculuk sürüyor.

Hüseyin Cem ÇÖL
14 Mart 2013 – Pelitli

Hiç yorum yok: