"öğrencilere sert bi imaj vermeye çalısıyosunuz ama
içinizde pamuk kadar yumusak bir insan yatıyor hocam
Allah yolunuzu açık etsin"
2011-2012 Bahar Dönemi İşletme Bölümü
Ticaret Hukuku dersi öğrencisi
Birinci sınıfın notları ana binada tuvalete
giderken soldaki duvara; ikinci sınıfın notları yeni binanın ön yüzündeki cama
bir uçtan diğer uca; üçüncü sınıfın notları yine ana binada yemekhane ile 1/C
arasında kalan duvardaki cam bölmelere, heykelin arkasına, girişin tam
karşısına; dördüncü sınıfın notları ise ana binanın dış duvarındaki camlı
bölmelere, altı sütunun arkasına asılırdı. Notlar elyazısıyla yazıldığı için çok
iyi okunmazdı. Bazen de hiç okunmazdı. Mesela cam bölmenin ortasındaki tahta
bölüm tam da senin notunun üzerine denk gelmişse öldür allah notunu
öğrenemezdin. Cam bölmeyi parçalayasın gelirdi.
Allahım, o ne heyecandı! Aldığın not karşında bir
yerde ve sen eğilmiş önce adını bulmaya sonra adının hizasını şaşırmadan notunu
öğrenmeye çabalıyorsun. İnsanın ömründen ömür giderdi.
Şimdi geriye bakınca ne saçma, ne budalaca
diyorsun ama o zaman öyleydi işte. Not, her şey demekti. Emekti, gelecekti,
başarıydı, bazen mutluluk, bazen de hüzündü, okunulan sayfalarca notun
varabildiği son noktaydı.
***
Öğrencinin olduğu her yerde not var, not varsa
heyecan da var illaki. Sınavsız, notsuz bir eğitim iyi olur mu, hatta olabilir
mi, bilemem. Sistemi eleştirmek herkesin hoşuna gider; sistem nasıl olursa
olsun eleştiri insanı rahatlatır. Mutsuzluğunun, başarısızlığının sebebini
kendinde değil de, başkalarında, başkalarının ayarladığı sistemden
kaynaklandığını düşünmek, insana hoş gelir. Bu bahis çok laf kaldırır ancak ben
başka bir şeyden bahsedeceğim.
KTÜ’de ve sanırım artık üniversitelerin hemen
hemen hepsinde öğrenci notunu internetten öğreniyor. Camlı bölmelere, duvarlara
bakmak yok artık; ekran var sadece. Numaranı, şifreni gir ve not karşında.
Fakat arada küçük bir engel var. Final notunu öğrenebilmen için ankete katılmak
ve “bir paragraf” yazmak zorundasın ders ve ders sorumlusu hakkında. Anladığım
kadarıyla tüm fakülteler için bu zorunluluk yok; niye yok bilmiyorum. Mesela
İİBF için şart ama HF için şart değil. Bu da ayrı bir soru işareti.
Sorumlusu olduğum derslere ilişkin öğrencilerin
yazdıklarını okuyorum hatta okumakla kalmayıp bilgisayarımda saklıyorum da.
Aslında buraya yazılan görüşler ciddi bir incelemeye tabi tutulsa, buradan çok
ekmek çıkar. Özellikle sosyoloji, psikoloji ve eğitim bilimleriyle uğraşanlar
bu anketlerden tez, makale üretebilirler ve üniversitede verilen eğitimin
düzeyine ve nasıl bir eğitim verilmesine ilişkin sağlıklı bir çıkarımda
bulunabilirler.
Sosyolog, psikolog ya da eğitimci değilim ama
benim de kendime göre çıkarımda bulunmama engel yok. Belli bir bakış açısından
yaklaşmadan, rastgele diyebileceğim bir tasniflemeyle sorumlusu olduğum
derslerin anketlerine görüşlerini yazan öğrencileri birkaç gruba ayırabilirim:
1- Üşengeçler : Kabaca, her beş
öğrenciden biri bu engeli, notunu öğrenmesini geciktiren lüzumsuz bir aktivite,
hatta tam anlamıyla bir “angarya” olarak görüyor. Öyle olduğu için de hiçbir anlamlı
cümle yazmıyor, onun yerine karalama yapıyor, klavyenin tuşlarına rastgele
basıyor, çıkan anlamsız harf yığınları o öğrencinin “görüşü” oluyor.
2- Sistem karşıtları : Sayıları çok çok
az olmakla birlikte, bu engeli sisteme yönelik eleştiride bulunma mekanı ve
imkanı görenler de var. Dediğim gibi sayıları çok çok az. Hatta kimileri
yazarak bile değil, yorum yazmayı reddettiğini yazarak, sistem karşıtlığını
ifade ediyorlar. Bir tür vicdani red.
3- Memnunlar : Şükürler olsun ki, oldukça
kalabalık bir grup burası. Eksilerimin ve artılarımın farkındayım ama öyle ya
da böyle memnuniyet ifadelerini okumak onca emeğin, gayretin boşa gitmediğini
görmek insanı gönendiriyor. Aslında memnunları, yani dersten ve ders
sorumlusundan memnun olanları da ikiye ayırmak lazım. Memnuniyetini kısaca, tek
cümleyle belirtenler ve memnuniyeti birkaç cümleyle belirtenler. İsimlerini bilme
ve öğrenme imkanım olmasa da, ikinci gruptakileri daha çok sevdiğimi neden
saklayayım!
4- Gayrımemnunlar : Ve yine şükürler olsun ki, oldukça tenha bir
grup burası. Geçen dönem daha çoktu, 3 yanlış 1 doğru meselesi yüzünden. Bu
barajı biraz hafifletince gayrımemnunların sayısı hayli azaldı. Şimdi her
sınıfta bir elin parmaklarını geçmiyor.
Yeniden başa döneyim. Öğrenciyken camlı bölmeler,
duvarlar yerine internetten not öğrenme imkanım olsaydı ben ne yapardım, hangi
gruba girerdim? Sayıları çok az da olsa sevdiğim hocalar vardı; onlar için
memnuniyetimi ifade etmekten çekinmezdim. Fakat, bana olumlu ya da olumsuz hiçbir
anlam etmeyen yığınla dersin hocasına ne yazardım, ne yazabilirdim? Her genç
gibi ben de az çok sistem karşıtıydım ama bu karşıtlık, gençliğin verdiği içi boş
bir varolan her şeye karşı çıkma, karşı çıkarak kendini kanıtlama, böylece
çapsızlığını örtme ve sorunları öteleme çabasından başka bir şey değildi.
Karşıtlığımın içi boş olunca, yazacaklarımın da bir ehemmiyeti olmayacaktı.
Analitik bir dille memnuniyetsizliklerimi ifade edebilir miydim? Hayır. Çünkü bir
söz vardır “Osmanlı söylemez, söylenir” diye. Bizde eleştiri alışkanlığı,
sorumluluk almadan ulu orta sözler sarfetmekten ibarettir. Böyle gelmiş böyle
giderci felsefe de içimize işlemiştir. Yazsak da bir işe yaramayacaktır. O
halde niye yazmalıydı.
Anladınız. Öğrenci olsam ben de “üşengeçlerden”
olurdum.
Ama rastgele karalamazdım. Mutlaka her sayfaya
ayrı ayrı, birbirinden alakasız, zevzekçe, okuyana “ne lan bu şimdi” dedirtecek şeyler
yazardım.
“Birisine adres sorarken dolu dolu yaşarım o anı”
gibi.
Hüseyin Cem ÇÖL
10 Mart 2013 - Pelitli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder