10 Mart 2013 Pazar

En Az Bir Paragraf Yazmak Zorunludur


"öğrencilere sert bi imaj vermeye çalısıyosunuz ama 
içinizde pamuk kadar yumusak bir insan yatıyor hocam 
Allah yolunuzu açık etsin"

2011-2012 Bahar Dönemi İşletme Bölümü 
Ticaret Hukuku dersi öğrencisi 


Birinci sınıfın notları ana binada tuvalete giderken soldaki duvara; ikinci sınıfın notları yeni binanın ön yüzündeki cama bir uçtan diğer uca; üçüncü sınıfın notları yine ana binada yemekhane ile 1/C arasında kalan duvardaki cam bölmelere, heykelin arkasına, girişin tam karşısına; dördüncü sınıfın notları ise ana binanın dış duvarındaki camlı bölmelere, altı sütunun arkasına asılırdı. Notlar elyazısıyla yazıldığı için çok iyi okunmazdı. Bazen de hiç okunmazdı. Mesela cam bölmenin ortasındaki tahta bölüm tam da senin notunun üzerine denk gelmişse öldür allah notunu öğrenemezdin. Cam bölmeyi parçalayasın gelirdi.

Allahım, o ne heyecandı! Aldığın not karşında bir yerde ve sen eğilmiş önce adını bulmaya sonra adının hizasını şaşırmadan notunu öğrenmeye çabalıyorsun. İnsanın ömründen ömür giderdi.

Şimdi geriye bakınca ne saçma, ne budalaca diyorsun ama o zaman öyleydi işte. Not, her şey demekti. Emekti, gelecekti, başarıydı, bazen mutluluk, bazen de hüzündü, okunulan sayfalarca notun varabildiği son noktaydı.

***

Öğrencinin olduğu her yerde not var, not varsa heyecan da var illaki. Sınavsız, notsuz bir eğitim iyi olur mu, hatta olabilir mi, bilemem. Sistemi eleştirmek herkesin hoşuna gider; sistem nasıl olursa olsun eleştiri insanı rahatlatır. Mutsuzluğunun, başarısızlığının sebebini kendinde değil de, başkalarında, başkalarının ayarladığı sistemden kaynaklandığını düşünmek, insana hoş gelir. Bu bahis çok laf kaldırır ancak ben başka bir şeyden bahsedeceğim.

KTÜ’de ve sanırım artık üniversitelerin hemen hemen hepsinde öğrenci notunu internetten öğreniyor. Camlı bölmelere, duvarlara bakmak yok artık; ekran var sadece. Numaranı, şifreni gir ve not karşında. Fakat arada küçük bir engel var. Final notunu öğrenebilmen için ankete katılmak ve “bir paragraf” yazmak zorundasın ders ve ders sorumlusu hakkında. Anladığım kadarıyla tüm fakülteler için bu zorunluluk yok; niye yok bilmiyorum. Mesela İİBF için şart ama HF için şart değil. Bu da ayrı bir soru işareti.

Sorumlusu olduğum derslere ilişkin öğrencilerin yazdıklarını okuyorum hatta okumakla kalmayıp bilgisayarımda saklıyorum da. Aslında buraya yazılan görüşler ciddi bir incelemeye tabi tutulsa, buradan çok ekmek çıkar. Özellikle sosyoloji, psikoloji ve eğitim bilimleriyle uğraşanlar bu anketlerden tez, makale üretebilirler ve üniversitede verilen eğitimin düzeyine ve nasıl bir eğitim verilmesine ilişkin sağlıklı bir çıkarımda bulunabilirler.

Sosyolog, psikolog ya da eğitimci değilim ama benim de kendime göre çıkarımda bulunmama engel yok. Belli bir bakış açısından yaklaşmadan, rastgele diyebileceğim bir tasniflemeyle sorumlusu olduğum derslerin anketlerine görüşlerini yazan öğrencileri birkaç gruba ayırabilirim:

1- Üşengeçler : Kabaca, her beş öğrenciden biri bu engeli, notunu öğrenmesini geciktiren lüzumsuz bir aktivite, hatta tam anlamıyla bir “angarya” olarak görüyor. Öyle olduğu için de hiçbir anlamlı cümle yazmıyor, onun yerine karalama yapıyor, klavyenin tuşlarına rastgele basıyor, çıkan anlamsız harf yığınları o öğrencinin “görüşü” oluyor.

2- Sistem karşıtları : Sayıları çok çok az olmakla birlikte, bu engeli sisteme yönelik eleştiride bulunma mekanı ve imkanı görenler de var. Dediğim gibi sayıları çok çok az. Hatta kimileri yazarak bile değil, yorum yazmayı reddettiğini yazarak, sistem karşıtlığını ifade ediyorlar. Bir tür vicdani red.

3- Memnunlar : Şükürler olsun ki, oldukça kalabalık bir grup burası. Eksilerimin ve artılarımın farkındayım ama öyle ya da böyle memnuniyet ifadelerini okumak onca emeğin, gayretin boşa gitmediğini görmek insanı gönendiriyor. Aslında memnunları, yani dersten ve ders sorumlusundan memnun olanları da ikiye ayırmak lazım. Memnuniyetini kısaca, tek cümleyle belirtenler ve memnuniyeti birkaç cümleyle belirtenler. İsimlerini bilme ve öğrenme imkanım olmasa da, ikinci gruptakileri daha çok sevdiğimi neden saklayayım!

4- Gayrımemnunlar :  Ve yine şükürler olsun ki, oldukça tenha bir grup burası. Geçen dönem daha çoktu, 3 yanlış 1 doğru meselesi yüzünden. Bu barajı biraz hafifletince gayrımemnunların sayısı hayli azaldı. Şimdi her sınıfta bir elin parmaklarını geçmiyor.

Yeniden başa döneyim. Öğrenciyken camlı bölmeler, duvarlar yerine internetten not öğrenme imkanım olsaydı ben ne yapardım, hangi gruba girerdim? Sayıları çok az da olsa sevdiğim hocalar vardı; onlar için memnuniyetimi ifade etmekten çekinmezdim. Fakat, bana olumlu ya da olumsuz hiçbir anlam etmeyen yığınla dersin hocasına ne yazardım, ne yazabilirdim? Her genç gibi ben de az çok sistem karşıtıydım ama bu karşıtlık, gençliğin verdiği içi boş bir varolan her şeye karşı çıkma, karşı çıkarak kendini kanıtlama, böylece çapsızlığını örtme ve sorunları öteleme çabasından başka bir şey değildi. Karşıtlığımın içi boş olunca, yazacaklarımın da bir ehemmiyeti olmayacaktı. Analitik bir dille memnuniyetsizliklerimi ifade edebilir miydim? Hayır. Çünkü bir söz vardır “Osmanlı söylemez, söylenir” diye. Bizde eleştiri alışkanlığı, sorumluluk almadan ulu orta sözler sarfetmekten ibarettir. Böyle gelmiş böyle giderci felsefe de içimize işlemiştir. Yazsak da bir işe yaramayacaktır. O halde niye yazmalıydı.

Anladınız. Öğrenci olsam ben de “üşengeçlerden” olurdum.

Ama rastgele karalamazdım. Mutlaka her sayfaya ayrı ayrı, birbirinden alakasız, zevzekçe, okuyana “ne lan bu şimdi” dedirtecek şeyler yazardım.

“Birisine adres sorarken dolu dolu yaşarım o anı” gibi. 


Hüseyin Cem ÇÖL
10 Mart 2013 - Pelitli

Hiç yorum yok: