28 Mart 2013 Perşembe

Eski Bir Günden Arta Kalan



“Yaşadığım her anı, günlüğüme yazmak zorunda mıyım? Evet, evi[1] tahtakurusu baskınına uğradığı için, sabahleyin Ahmet[2] ilaçladı. Bu yüzden ev darmadağın. Evet, Tunalı Hilmi’de, Esat, Tahran Caddelerinde, Sharton Otelinde, Karum Ticaret Merkezinde[3] dolaştım bugün. Evet, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu[4] romanını okuyorum. Feride’nin çılgınlıklarını okuyorum, onu anlamaya çalışıyorum. Evet, Kurtuluş Parkında[5] maç izledim. Kızaran göğü seyrettim. Evet, Hacettepe Üniversitesinin sıcak ve sıvaşık kütüphanesinde[6]yim. Bunları yazmalı mıydım?”
8 Nisan 1996 – ANKARA


[1] Ev, Topraklık’ta, Kazan Sokak’ta, bir yokuşun ortasında, bir apartmanın birinci katında. Televizyonumuz yoktu. 24 Aralık 1995 seçimlerini izleyebilmek için, mühendislikten emekli olan evsahibimizin evine gitmiştik de, ödünç televizyon almıştık, stajer avukat İbrahim’le. Hatay’da, avukat şimdi.
[2] Evdeki iki öğrenci Ahmet’le bendim. Diğerleri hep stajer avukat ya da stajer hakim-savcı idiler. Fakülte bitince, Ahmet de, hakim-savcı sınavını kazandı. Trabzon Vakfıkebirli idi. Stajını yaptı, ilk atandığı yer Adana Düziçi Cumhuriyet Savcılığı idi. Erzincan’a ataması yapıldı ikinci kez. Erzincan’a arabasıyla giderken kaza yaptı, vefat etti. 1999 yılında. Evliydi, bir de kızı vardı. Allah rahmet eylesin.  
[3] Ankara’nın öte yanı beni hiç sarmamıştır. Pek az gezerdim Çankaya’nın görece zengin muhitlerini. O gün nasılsa yolum o tarafa düşmüş.  
[4] 8-9-10 Nisan 1996’da okumuştum Çalıkuşu’nu. Adeta dünya dışı bir yolculuğa çıkmıştım bu romanı okurken. Çok kitabın içine girdim, çok kitabın içinde yaşadım ama Çalıkuşu kadar beni dünyadan her zerremle koparıp alanı pek azdır.
[5] Kurtuluş Parkı; ev, fakülte ve Kızılay üçgeninin tam ortasında. Çok giderdim, çok severdim. Orada halı sahada maç yapanları izlemek de ayrı bir keyifti. Hava hep serin olurdu, hele akşamüzeri ise salınan ağaç dalları arasında gökyüzü hep maviyle kırmızının dansına başlardı.  
[6] Hacettepe Üniversitesinin kütüphanesi, “ineklerce” pek makbul bulunan bir mekandı. Özellikle sınav dönemlerinde, tıpçıdan çok hukukçuya rastlanırdı. Ve çok sıcaktı, çok çok sıcaktı. Hep sıcak bir yer olarak aklımda kalacak o kütüphane. 

Hüseyin Cem ÇÖL
28 Mart 2013 - H 309 

27 Mart 2013 Çarşamba

Hayat Devam Ediyor...



"Aşk, başka ne olsundu, hayatın mazereti..."
İsmet ÖZEL

Bazen iyi, bazen az iyi, bazen berbat, bazen kötü, bazen kötüden daha kötü, bazen az kötü, bazen fevkalade, bazen fevkaladenin de fevkinde, bazen ancak bu kadar güzel olabilir, bazen daha iyisi olabilirdi, bazen eh artık buna da şükür, bazen işte budur dedirtecek kadar her şey muazzam, bazen hiç olmadı bu şimdi, bazen olduğu kadar, bazen olanda hayır vardır eh ne yapalım, bazen gelecek sefere inşallah, bazen daha ne olsun, bazen içgüveysinden hallice, bazen neden ben, bazen iyi ki ben…

Sen ders anlatırken havalanmakta olan bir uçağın görüntüsü pencerenin birinden girer, diğerinden çıkar; işte o an bazenler silinir aklından, kaybolur, önemsizleşir…

Hayatın akmakta olduğu gerçeği, tüm siliklikleri, tüm acabaları, tüm kuşkuları, tüm belirsizlikleri siler süpürür.

Her zaman…

Hüseyin Cem ÇÖL
27 Mart 2013 – Pelitli 

Mim Kemal Öke Nerede?



Gece dersine daha dinç gireyim düşüncesiyle, akşamüzeri altı gibi, kanepeye uzanıp biraz kestirmiştim. Bir uyandım aklımda Mim Kemal Öke. Allah Allah! Nedir bu şimdi? Yıllar var ki, kendisini ekranda görmemişim. Demek ki, beden ve zihin gevşeyince, ne alaka denilebilecek her ne varsa hepsi birdenbire akla üşüşüyor.

Mim Kemal Öke, ilkgençliğimin o bol kitaplı, içine kapanık ama kendi içinde hayli zengin dünyasının saygıdeğer, lafı dinlenir, sözüne itibar edilir bir idolüydü. Kendisini dinlemekten, televizyonda seyretmekten, gazetede yazılarını okumaktan zevk alırdım.  Tarihçiydi Mim Kemal Öke. Ki ben, ilkgençliğimde tarihi ne çok severdim. Evde babamın kitaplığında tarih kitaplarının hatırı sayılır derecede çok olması, bu kitapların sayfalarını karıştırmaktan tarifsiz bir zevk alışım, ablamın tarih okuması, tarih öğretmenlerimin tarihe olan ilgimi her daim teşvik etmeleri, hepsi, bendeki tarih merakının ve sevgisinin artmasına sebep olmuştu. Bu merak ve sevginin, televizyondaki ve gazetedeki uzantısı ise Mim Kemal Öke idi. Say ki günümüzün İlber Ortaylı’sı.

Mim Kemal Öke deyince hafızama düşen ilk ışık; tok sesli, kalın bıyıklı ve epey seyrek saçlı bir görüntü. Sonra bu görüntü değişti: Mim Kemal Öke kendisinden beklemediğim bir iş yaptı, saç ektirdi, evet saç ektirdi. Seyrek saç gitti yerini gür saça bıraktı; bıyıklar da kesildi. Kendini tarihe vermiş bilim adamı tipi yerini, nerdeyse Yeşilçam jönlerine taş çıkartacak yakışıklı bir televizyon yıldızına bıraktı. Bir tek tok ses baki kaldı eski Mim Kemal Öke’den. Sesden gayrı her şey silindi gitti. “Haydi Bastır” diye bir yarışma programı bile sunduğunu bile hatırlıyorum, o bir zamanların ağırbaşlı tarihçisinin.         

O vakitler çok yadırgamıştım, sade ben değil bildiğim herkes bu değişimi yadırgamıştı. Şimdi elbette böyle düşünmüyorum; insan kendisine sunulan bu kısa ömrü en mutlu nasıl ve hangi biçimde geçireceğini düşünüyorsa, düşündüğünü başkalarının ne dediğine bakmaksızın yapmalı, yapabilmeli. Mim Kemal Öke’de kendisi için en uygun olanı yaptı, görünümünü değiştirdi, elbette bilgisi, birikimi yine aynı kaldı ama nedense görünümü değiştikten sonra “tarihçi” sıfatıyla pek az ekranlara çıktı.

Bir süre sonra ise…

Hepten ortadan kayboldu…

Epey var ki, onun izine rastlamıyorum; ne ekranlarda, ne gazetelerde… Kitapçı raflarında yeni bir kitabına da tesadüf etmiş değilim; eski kitaplarına da. Ankara’daki kadar kitapçı kitapçı gezebilme imkanım yok Trabzon’da ama yine de ender kitapçı gezilerimde hiç rastlamıyorum Öke’ye. Oysa Musul petrolleri üzerine yazdığı kitap, bir dönem ne çok ses getirmişti.


Akşam bir saat kadar uyuduktan sonra saat yedi gibi uyandım, uyku sersemliği içinde birden zihnime Mim Kemal Öke düşüverdi, uyku sersemliği geçmeden alelacele toparlanıp sınıfa gittim, ders anlattım, odama döndüm ve bu yazıyı yazdım.

Şimdi ilk işim, bu yazıyı bloga ekledikten hemen sonra, nette Mim Kemal Öke’yi aramak olacak.

Bakalım, bulabilecek miyim?

Hüseyin Cem ÇÖL
27 Mart 2013 – H 309 

26 Mart 2013 Salı

Milli Duyguya Bir Örnek Verin...



Sis'ler içindeki 
vadi yazılarından 
nasılsa nette kalabilmiş bir numune...

Geçen hafta bir yemek parasına birkaç düzine kitap satın almıştım Cebeci’deki bir sahaftan. Satın aldığım kitapların birkaçını da okumuştum.

Bugün akşamüzeri, işte bu “sadece bir” simit parasına denk düşen kitaplardan birini elime aldım okumak için. Abdullah Demir’in “Al Gülün Dikeni” isimli kitabıydı bu. Fıkralarla süslenmiş bir otobiyografi kitabı. Yazar Abdullah Demir bir mimar. Üslubu sıcak, samimi ve tatlı. Bir kez okunduktan sonra, bir kez daha okumayı istetecek bir kitap. Fıkralarla anlatılanların ilgisini kurmakta hayli güçlük çektim. Fakat, öyle bile olsa, araya serpiştirilen fıkralar, anlatımı daha bir güzelleştirmiş, bu kesin.

Kitabı henüz bitirmiş değilim. Hatta yarılamadım bile. Aslında kitap bittikten sonra bu tür yazıları yazarım ama bugün bir sebepten dolayı dayanamayıp kuralı bozdum. Çünkü kitapta yazarın, beni epeyce güldüren, hatta kahkaha attıran bir anısını okudum. Bu hoş anıyı da paylaşmak istedim.

1929 doğumlu yazar ilkokul öğrencisi olduğu dönemden bir anısını anlatıyor:

Yıl 1939. (…) Yurt bilgisi dersi o yıl okutuldu. Sınıfta milli duygu konusunu işliyorduk. Öğretmenim Hilmi Ercan, milli duyguyu; “Milletçe ağlanan, Milletçe sevilen şeydir” diye tarif etti.

“Hatay’ın Anavatan’a kavuşmasına milletçe sevindik, Ulu Önder Atatürk’ün Ölümüne milletçe ağladık.” diye örnek verdi.

Sınıfın göze batan öğrencisi olduğum için bir örnekte benden istedi: “Pazar günü bağda çalışan ırgatlarımıza azık götürürken, eşek ürktü düştüm, kafam yarıldı, ağladım” dedim.

“Milli duygu bunun neresinde?” dedi ve dayağı yedim. Sınıf ikincisi Ahmet’e, “şimdi de sen bir örnek ver” dedi.

“Cuma günü kurulan pazardan babam irişkik (sucuk) almış. Anam da onu çömleğe koyarak duvara asmış, boyum yetmedi, bir sopa ile çömleği düşürdüm. Çömlek kafamı yardı, ağladım” dedi.

Öğretmen Ahmet’i daha kötü dövdü.

(Abdullah Demir – “Al Gülün Dikeni”, Otobiyografi, Ankara, 1994, s. 12-13.)

Hüseyin Cem ÇÖL
2006 ? - ANKARA 

23 Mart 2013 Cumartesi

Yurtta Sulh Olsun...



Vefatının 40. yılında
SEVGİ, SAYGI, ŞÜKRAN
ve RAHMETLE...
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası

Kürt'ü Türk'ü ve Çerkes'i
Hep Adem'in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi?

Kuran'a bak İncil'e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası

Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi

Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ateş
Söndürmektir tek çaresi

Kimi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası

Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası

Cümle canlı hep topraktan
Var olmuşuz emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası

Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası

AŞIK VEYSEL

20 Mart 2013 Çarşamba

19 Mart 2013 Salı

“Une Femme est Une Femme” : Elbette Öyledir



Öyle olan ne? İzah edeyim.

“Une Femme est Une Femme”, yani “Kadın Kadındır”, Fransız yönetmen Godard imzalı 61 yapımı bir film. İki erkek ve bir kadın arasındaki aşk üçgeni denebilir mi bu filme? Belki. Fakat, asıl mevzu aşk da değil gibi, kadın-erkek ilişkileri de değil, asıl mevzu kadının ne istediği.

Sinemadan da, kadınlardan da pek anlamam. Bu filmden kendimce bazı çıkarımlarım elbette oldu ama ne kadar doğru verilere ulaştığım tartışılır. Anladığım kadarıyla şunu diyor bu film: Kadınlar, her ne kadar aşk için yaşıyorlarmış gibi yapsalar da, aslında asıl gayeleri ne aşk, ne de erkek. Aşk sadece işin süsü, erkek ise basit bir araç. Amaçsa, sadece ve sadece anne olmak, yani çocuk doğurmak. Tek başına anne olunamayacağı için, mutlaka bu iş için bir erkek gerektiği için, tek düşünceleri “bir” erkeği sepetlemek. “Aşk” ise erkeğin gözünü boyamak, onu elde etmek için kullanılan bir tuzak. Erkek, bu oyunun müzmin salağı rolünde her daim. Sanıyor ki bana tapan bir kadın var. Varsın öyle sansın. Aldanmak da güzeldir.

Aslında “Kadın Kadındır” filmi, bu haliyle geleneksel kadın-modern kadın ayrımını da reddediyor; modern kadın yoktur, sadece kadın vardır ve kadın her yerde, her konumda aynı kadındır.

***

Ne keyifsiz bir gündü bu Pazartesi. Şükür ki bitti.

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Mart 2013 – Pelitli 

17 Mart 2013 Pazar

Türkiye’de Hukuk Fakültelerinin Sayısal Görünümü




92'de sınava girdiğimde sayıları sadece 8 idi: Ankara, İstanbul, Marmara, 9 Eylül, Gazi, Selçuk, Dicle ve  Erzincan.

Şimdi 69 olmuşuz. 6'sı da kapıda bekliyor.

Hayır, ne münasebet şikayetçi değilim. Elbette sayıları artacaktı, artması lazım gelirdi, belki bu kadar hızlı değil ama yine de yerinde saymayacaktı. Hayatın olağan hızına tamamen uyan bir durum. Sürpriz yok. Aksi olsa şaşmak lazım gelirdi.

Daha çok laf kaldırır bu tablo, lakin ben şimdilik kısa keseyim.

Hüseyin Cem ÇÖL
17 Mart 2013 - H 309

16 Mart 2013 Cumartesi

O Değil De Galatasaray'ın İşi Hakkaten Zor...



Aşağıdaki uyarıları ödev hazırlamakta olan KTÜ Hukuk Fakültesi I., II. ve III. sınıf öğrencilerinin dikkatine sunarım :   

1- Ödevi yapmış olmak için yapın. Ödev, sadece dersten geçmenizi kolaylaştıracak küçük bir engeldir. Ödev konunuzun, aldığınız dersin cüzi bir parçası olduğunu, parçayı öğrenmenin bütünü algılamanızı kolaylaştıracağını ve bütünü algılamak için içinizde arzu doğurmasının hedeflendiğini asla akla getirmeyin. Hatta o parçayı da öğrenmeye kalkmayın, sadece ödevi yapın yeter.

2-  Yazı stilini baştan sona italik yapın. Böylece size ödev verenin ödevinizi okumaya çabalarken kağıtlara yan bakmaktan boynu tutulsun ve bir daha size ödev falan vermesin.

3- Görsel malzemeleri öyle yoğun kullanın ki, bilgiler arada karınca misali kaybolsun. Hatta görselleri yazıların üstüne bindirin, ödevinizi incelerken kendimi görsellerin arasında yazıları bulmaya çabalayan bir kaşif gibi hissedeyim, bulunca da mutluluktan ağzım tavan yapsın.

4- Mümkünse ödev konunuzla hiç ilgisi olmayan görseller kullanın, böylece beni “bu görselle yazı arasında nasıl bir ilgi kurdu bu öğrenci acaba?” diye düşündürüp, ödevinizle baş başayken beyin fırtınası yapmama fırsat verin.

5- İsterseniz görsel malzemeleri hiç kullanmayın. Ödeviniz soğuk, tatsız, dümdüz olsun. Haklısınız, hukuk ödevinde görsel mi olurmuş? İcat çıkarmayın…

6- Tablo ve şemalar, bilgilerin öz’ünü aktarır. Siz öz’de değil, söz’de bir ödev hazırlayın.

7-  İstatistik, yalanı sayılara söyletme bilimidir. Yalanla işiniz olmasın. Ödevinizle ilgili olsa bile istatistiklere başvurmayın.

8- Hukuk, sadece kurallardan ibarettir. Hayat, hukukun konusu olamaz. Hukukun amacı da hayatta yaşanan ihtilaflara çözüm bulmak, böylece hayatı daha yaşanılır kılmak değildir. Siz de zaten hayatın içinde yaşanan ihtilafları anlamak, algılamak ve çözmek için hukuk eğitimi almamaktasınız. Gazete haberleri, yaşanılan hayatı ve olayları aktarır. Gazete haberlerini ödev kaynağı yapmayın. Ödevinizi hazırlarken ne olur hayatla ilginizi kesin.   

9- Ödev tesliminin son gününün 29 Mart oluşuna aldırmayın. Bahar geldi, ödev de neymiş. gezin, dolaşın, eğlenin. Trabzon’da havalar, maşallah diyelim, son günlerde öyle yumuşak ki. “İş bekler, keyif beklemez” der Doğan Hızlan. Ödevinizi vaktinde vermeyin. Vaktinde ödevini veren de ölüyor, vermeyen de. Rahat olun. Sıkıntı yapmayın.

10-  Ödevini geç teslim etmeyi kafasına koyanlar, gece yatmadan önce çok esaslı üç gerekçe düşünsün, abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra üç gerekçenin hangisiyle benim karşıma çıkacağının daha hayırlı olacağını rüyasında görmek üzere istihareye yatsın. Allah kolaylık versin. Ayrıca akıl, hem de fikir.

11-  Ödev, bir yönüyle can sıkıntısıdır, eziyettir; bir yönüyle ise kendi çapında başarı, mutluluk ve neşe sebebidir. Bir şey öğrenmek insanı başkalaştırır, mutlu eder; ama her öğrenme çaba da gerektirir. Çaba, sıkıntısız olmaz. Sıkıntı çekilerek başarıya, mutluluğa ulaşılır. Hayat da böyledir canlar.“Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” der Üstad Karakoç bir şiirinde. “Bazen neşe, bazen keder, hayat böyle geçip gider” der Sezen Aksu güzelim şarkılarının birinde. Siz neşe kısmını boşverin; zamanında yapmayarak, gereği gibi yapmayarak, suçu başkalarına, fakülteye, hocalara, sisteme, devlete, size yüz vermeyen sevgilinize atarak; ödev denilen aslında küçücük bir işi, dev bir sıkıntı böceğine dönüştürün. Başaracağınızdan eminim.

Son bir hatırlatma : An itibariyle  ödev tesliminin bitimine 13 gün 8 saat 26 dakika 24 saniye kaldı…

E hadi…

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Mart 2013 – Pelitli 

"Yargıtay Bozma İlamı Doğrultusunda Düzenlettirilecek Raporun..."



Yerel mahkemenin ara kararı aynen şöyle :

"Dosyanın ... hukukundan anlar bir bilirkişiye tevdii sağlanarak Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda düzenlettirilecek raporun mahkememize gönderilmesinin istenilmesine..."

Ne demeli bu karara şimdi? Bilirkişinin serbest iradesini tamamen rafa kaldıran bir talep bu. Yargıtay'ın bozma ilamı "doğrultusunda" olacak rapor, yani kararın dışında bir kanaate varılsa bile, o doğrultudan şaşılmayacak. Bu, Yargıtay'ın kararını ufak cümle değişiklikleriyle yeniden yazmak demek.

Bilirkişi değil, noter sanki.

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Mart 2013 - Pelitli