19 Kasım 2013 Salı

Aklıma Gelmişken


Doksanlı yılların sonunda, bir Ramazan akşamı, Sivas’ta belediyenin tertiplediği bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılar İlahiyat Fakültesinden iki hocaydı. Konferans bitince soru faslına geçildi. Sivas’ın nevi şahsına münhasır, kitaba meraklı hatta kitaba sevdalı halk ozanı Ali Şahin her zamanki telaşlılığıyla el kaldırdı soru sormak için. Şiirlerinde “Canozan” mahlasını kullanan Ali Şahin uzun yıllar Sivas’ın bir yerel televizyonunda kültür-sanat programları yapmıştır, belki de halen yapmaya devam etmektedir. Kendisiyle birkaç kez Çerkezin Kahvesi’nde birlikte çay içmişliğimiz olmuştu. Konuşkan, samimi, sıcak ve biraz da saf bir kişilikte olduğunu gözlemlemiştim. O akşam Ali Şahin aklımda kaldığı kadarıyla konuşmacılara şu soruyu sormuştu: “Batı, hep akla, düşünmeye önem vermiş, maddi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Doğu ise daha çok duyguya önem vermiş, manevi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Neticede Batı maddi yönden zenginleşmiş, Doğu ise fakir kalmış. Batı ve Doğu arasındaki bu farklılığın sebebi nedir? Neden onlar maddiyata, biz ise maneviyata önem verdik?” Konuşmacıların biraz paniklediğini, hiç beklemedikleri bu kontratak sorunun şaşkınlığını tebessümleriyle kamufle ettiklerini, “şimdi ne desek bilmem ki?” dercesine birbirlerine baktıklarını çok iyi hatırlıyorum. Sonra biri söz aldı. “Belki” dedi, “Doğu’nun maneviyata daha çok önem atfetmesinin sebebi, üç büyük peygamberin de bu coğrafyada çıkmasıdır.”

Şimdi düşünüyorum da, aslında ne soru doğru veriler içeriyor, ne de cevap tatmin edici.

Hüseyin Cem ÇÖL
 19 Kasım 2013 – H 309

“Incendies” : Kanla Beslenen Coğrafya



Öğrenci arkadaşım Hüseyin Tokat'ın önerisiyle geceyarısı izlediğim “Incendies”, kanla beslenen bu coğrafyanın acıklı bir resmi adeta. Manevi ilerlemenin hayatın amacı diye sunulduğu bu topraklarda akan kanın bitmemesi ne yaman çelişki değil mi? Oysa, üç büyük peygamber de, nefsi ıslah etmek için, nefsi terbiye etmek için yani koltuklara, topraklara değil gönüllere hakim olmak için gelmiş değiller miydi? Öyle miydi gerçekten? Gel gör ki, kan, dine rağmen değil, din için, dini kendi dünyevi amaçları için kullananların egemenliklerini sürdürebilmeleri için akmakta. Hani bazen üç büyük peygamber başka coğrafyalarda neşet etseydi de, bin yıllardır din uğruna bu kadar kan dökülmeseydi diyesi geliyor insanın. Hayatı değil, ölümü yücelten bu algı; akan kanın yegane sebebi. Bu algıyı ters çevirmedikçe, kan (=ölüm) kutsal olmaktan çıkmadıkça, coğrafyanın kaderi hep böyle süregidecek, analar “hep ağlayacak” ve hep “analar ağlayacak”, gayrısı da yalan ağlayacak. Vesselam.

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Kasım 2013 – H 309 

18 Kasım 2013 Pazartesi

“One Day” : İrtibatı Koparmayalım



Hep böyle kalalım, ne tam kavuşalım, ne de tam ayrılalım, birbirimizden haberimiz olsun yeter. Gerçekle hayal arasında devam edegelsin bağımız, ne gerçeğe dönüşsün, ne de hepten hayal oluversin. Birbirimizin var olduğunu bilelim ama sadece varlığımızı aradığımız anlarda, her zaman değil. Hayatlarımız kendi mecrasında kendi bildiğince akarken, engel olmayalım, set kurmayalım önümüze. Liman aradığımızda aklımıza gelelim kâfi. Sonra yine seyrüsefer.

İnsan ilişkilerinde, hele de birbirlerinin çekim alanına giren bir kadınla erkeğin ilişkisinde “dengeyi kurabilmek” zor hatta imkansız. Hele bu dengeyi yıllara, hatta bir ömre yayabilmek, irtibatı koparmadan dengede kalabilmek hepten imkansız. Çünkü denge hesap-kitap işidir; aşk ise hesap-kitap dinlemez. Kadın ve erkekten bahsediyoruz, A ile B’den değil.  

Yıllar önce tesadüfen tanıdığım birine “irtibatı koparmayalım” demişliğim olmuştu. O da istekliydi benle irtibatı koparmamaya. Dengeyi kurarız zannetmiştik bir ömür boyu. Hiç yakınlaşmadan ama hiç de uzaklaşmadan bir ömür birbirimize liman olacaktık. Gelgelelim, finalimiz çok tuhaf oldu. İrtibatı koparmayalım diye yola çıkmıştık, bir süre sonra denge kurmanın ne menem zor bir iş olduğunu idrak edince irtibatı koparmak istedik ama gel gör ki bunu da pek kolayına beceremedik, elimize yüzümüze bulaştırıp, ruhlarımızı yaralayıp aylara yıllara yaydık irtibatı koparmayı.       

Bu geceyarısı sabaha karşı seyrettiğim “One Day” filmine gelince… Güzeldi. Çok güzeldi. İrtibat kopsa da, birine “irtibatı koparmayalım” demiş olmak kadar güzeldi.

Dağılmadan önceki Sis kadar güzeldi.

Hüseyin Cem ÇÖL
18 Kasım 2013 – Pelitli 

Aynen



Ahmet Turan ALKAN 

"Laikliğin Türkiye için mutlaka uygulanması gerektiğine inananlardanım. Yani ben laiklikten yanayım çünkü Cenabı Hak da öyle isterdi. Dini bir referansla açıkladım ama gerekiyordu. Eğer Allah isteseydi hepimizi tek bir millet tek bir ümmet yapardı. Onun yerine bize muhtelif dinler, kültürler, karakterler verdi. Bu yüzden bir kimseye din dayatmak bana göre zulümdür. Laiklik bizim için bir iç barış aracıdır."

Ahmet Turan ALKAN (18.11.2013-Radikal)

13 Kasım 2013 Çarşamba

Zatıma Bir Alkışı Çok Görenlere Akşam Dersi


Bugün Borçlar Hukuku Genel Hükümler dersinde yüksek sesle okuduğum TEMERRÜT şiirimi alkışlamayanlar, takriben 40 sene sonra, torunları "dedeciğim/nineciğim neden Hukuk Fakültesini bitiremedin?" diye sorduklarında, şöyle geniş bir ahhh... çekecekler, nutukları tutulacak, ağlamaklı olacaklar, elbette bir cevap veremeyecekler, bir kez daha akıllarına geleceğim, "lan keşke o gün çılgınca alkışlayanlardan biri de ben olsaydım da, bir ders yüzünden hayatımın rotası şaşmasaydı, hem şiir de fena değildi valla" diye düşünecekler... Lakin...

Geçti artık.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Kasım 2013 - Pelitli

KTÜ HF ve İİBF Öğrencilerine


Vizelere iyi çalışın.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Kasım 2013 - Pelitli 

10 Kasım 2013 Pazar

"Fanaa" : Ortaya Karışık


Nasıl bir filmdi bu böyle?

Kör ve güzel kız-yakışıklı ve serseri oğlan denkleminde klasik bir aşk filmi sakinliğiyle ve neşesiyle başlayan, içimizi ısıtan diyaloglarla romantik komediye kapı aralayan, araya sokulan kliplerle bizdeki arabesk filmlerine fena halde göz kırpan, kör kızın gözlerinin açılması ve etrafında sevdiği erkeği bulamaması gibi Yeşilçam'dan bildiğimiz klişelerle izleyende müstehzi tebessümler peydah ettiren, hatta oğlanın “ben sana layık değilim, sen daha iyilerine layıksın” tarzındaki kaçış cümlesiyle biraz da Issız Adam’ı akla getiren, ara’dan sonra büyük bir metamorfoz geçirip politik gerilime atlayan, yarım yüzyıldır bitmeyen Kaşmir meselesini tamamen ulus devletçi bir çizgide yorumlayıp, mikro milliyetçi hareketleri “terörizm” ve vatanlarının özgürlüğü için savaşanları “terörist” diye yaftalayan, arada bir yeniden romantizme geri dönüşler yapan, Rambo ile Al Yazmalım Selvi Boylum arasında hangisinde karar kılacağını bilemeden ilerleyen, birbirinden tuhaf danslı şarkılarla izleyene politik gerilimin ortasında nefis aparkatlar sunan, bir yarısı yaz sıcaklığında, bir yarısı kış soğuğunda çekildiğinden Nurim Bilgem Ceylanımın İklimler’ini bile çağrıştıran, küçük çocuktan “size baba diyebilir miyim?” cümlesini duymamızla tamamen Yeşilçam şemsiyesinin altına giren, babanın ölüm sahnesiyle animasyon filmlerine, göldeki ceset görüntüsüyle de korku filmlerine selam göndermeyi ihmal etmeyen ve finalinde “aşk mı, vatan mı?” ikilemine, aşka ve filmin özüne ihanet edip, “vatan” diye yanıt veren tuhaf, neşeli, absürd bir aşk, komedi, gerilim, politik, aksiyon, dram filmi Fanaa…

Kakafonik kurgusuyla, “hayatta her tuhaflığa yer vardır” önermesine bir kez daha hak vermeme yol açan bu filmi beğendim. Hintlilerin hayat enerjisine bir kez daha hayranlık duydum.  

Sıradaki film gelsin.

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Kasım 2013 – Pelitli 

9 Kasım 2013 Cumartesi

Avcı


Nurettin Topçu (1909-1975)
“Bugün talebelik, artık ilim yolculuğu değil, diploma avcılığıdır” demiş merhum Nurettin Topçu. “Ömür boyu talebelik” diyebileceğimiz akademisyenlik için de benzer bir söz söylemek yanlış olmaz:

“Bugün akademisyenlik, artık ilim yolculuğu değil, unvan avcılığıdır.”


Hüseyin Cem ÇÖL
9 Kasım 2013 – H 309

"Noviembre" : Devrim Bir Hayaldir Oğlum



Sanat, hele de tiyatro dünyayı, kurulu düzeni, para merkezli hayat döngüsünü değiştirebilir mi?

İnsan, bu soruya evet demek istiyor ama hayalci görünmemek için gerçekçilik limanına sığınmayı daha akıllıca buluyor. Gönül “keşke” diyor, akıl ise “boş hayal…”

Alfredo, keşkeyle yetinmedi, bir adım ötesine geçti, “evet” diye yanıtladı sorunun cevabını ve cevabını eylemiyle bütünledi. Lafta kalmadı.

Alfredo, bir gaye uğruna hayatını feda etti.

Alfredo, ne çok ağlattı beni bu gece.  

Beni ağlatan filmler var olduğuna göre, bende de, dünyada da, sanatta da hala umut var demektir. 

Umut varsa demek oluyor ki evet, sanat dünyayı değiştirebilir. Belki bir devrim keskinliğiyle bıçak gibi olmayacak bu değişim ama evrim sakinliğinde yavaş yavaş, adım adım, azar azar…

Devrim bir hayaldir oğlum, evrimdir gerçek olan.

Hüseyin Cem ÇÖL
9 Kasım 2013 – Pelitli

7 Kasım 2013 Perşembe

Beyinde Olup Bitiyor Her Şey


15 Şubat 1988 : Hiç üşümedim, hani o sömestir tatilinde, Sivas’ın ayazında, üzerimde ince kabanla, yolu da uzatmak pahasına, senin evinin önünden geçip amcamın dükkanına çalışmak için giderken. İlk ergence yanış. 21 Haziran 1992 : Yorgun ama huzur dolu bir beden iniyor Nalbantlarbaşı’ndaki o lisenin merdivenlerinden. Tebessüm etmiyorum, tebessümün kendisi olmuşum. Yürüyen yorgun bir neşeyim. Hep o halimi aradım hayatım boyunca. Geride bıraktığım zirve noktası. 3 Şubat 2003 : O kitabı da almayıver. 4 Şubat 2003 : Hadi aldın, o kitabı da okumayıver. 25 Eylül 1979 : Küçük bir baş, duvara kollarını dayamış, sokağa bakmakta. İlk bakış değil belki ama ilk hatırlayış. Hayat ona ne katacak, o hayata ne katacak? Göreceğiz. 6 Kasım 2013: Görülmüştür. 23 Haziran 2012 : O surata tükürmeliydim. 18 Eylül 2006 : İçimizde bir yara. 24 Ekim 2011 : Ölü bir beden kışlanın ortasında, başı yana düşmüş, çene altından giren kurşun deliği, miğferi delerek çıkmış. İlk taşlaşma. Ne kadar duyarsızsan, o kadar rahatsın bu dünyada. Hayat, soğuk bir eşek şakası Tanrının insana sunduğu. 28 Haziran 2010 : “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” 15 Aralık 2010 : Göz anjiyosu oldum. Tamam, çıkabilirsin Nesibe. 15 Kasım 2005 : Kafesin içinde ancak aynada gördüğün aksinle kavga edersin. 7 Mart 2007 : “Yaşanmayan bir hayatın cürmünü sorma benden”. 20 Temmuz 1996 : İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum ama yaptım işte. Sorgulamak anlamsız. 21 Aralık 2011 : Sarıkamış kayak merkezinin tepe noktası. Bir ben, bir beyaz dağlar, bir de Allah. Hayata ve dünyaya haşyetle bakış. Dibine kadar Allah var ve dibine kadar Allah yok düşünceleri sarmalında zonklayan bir beyin. 15 Eylül 1980 : Cami tuvaletlerinin üstünde eli silahlı askerler. Bir çocuk darbeye bakıyor. 4 Aralık 2006 : Ay parçasının rüzgarına kapılınacak ve bir müddet savrulunacak. Alın yazısı. 19 Aralık 2010 : Sis dağıldı.

7 Kasım 2013 : Sis dağıldı mı?

Hüseyin Cem ÇÖL
7 Kasım 2013 - Pelitli