30 Kasım 2013 Cumartesi

Altıncı Uyarı


Birinden ödünç kitap almışsanız, söz verdiğiniz günde kitabı iade edin. Kitapla işiniz bitmemişse, sahibinden ek süre talep edin ve o süre bittiğinde kitabı mutlaka iade edin. Eğer kitabı size ödünç veren, kütüphaneci olma hayalleri kurarken yanlışlıkla hukuk fakültesi okumuş, sırf akla zarar kitap sevgisi yüzünden akademik aleme bulaşmış bir kitap düşkünü ise, kitap konusunda ne kadar hassas olabileceğini bir kez daha aklınıza getirin. Ödünç aldığınız kitap iki tane ise (Sorumluluk Hukuku ve Borçlar Hukuku Bilgisi), bu uyarılarımı iki kez düşünün.

Beni dördüncü kata çıkarmayın.

Hüseyin Cem ÇÖL
30 Kasım 2013 - Pelitli

27 Kasım 2013 Çarşamba

27 Kasım 1995 Pazartesi


Ulus’ta, kirli ve dar bir sokakta, ansızın yükselen bir iş hanındaki noterden düşük omuzlarla çıkmıştım. Yenik ve yorgun bir günün akşamıydı. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Elimde yeşil şeritli ciltli Baki Kuru. Nereye gideceğimi bilemeden bir müddet bakınmıştım etrafa can sıkıntısıyla. Topraklık dolmuşuna binmek gelmemişti içimden. Pencerelerin maviliği çekmişti içine beni.

O evden çıktığımda yenilgim katmerlenmişti.  

Hüseyin Cem ÇÖL
  27 Kasım 2013 – Pelitli

25 Kasım 2013 Pazartesi

"Yed-i" Değil "7"



Üç ders yaptım bugün: Sabah 9'da, öğleden sonra 14'de ve akşam 8'de. Her üçünde de öğrencilerin suratlarına şiddetli bir vize yumruğu inmiş gibiydi. İstisnasız hepsi bezgin ve yorgundular. Daha kötüsü somurtkan ve neşesizdiler. Doğrusu ben de bugün hayli yorgundum. O yüzden dersler pek öyle ahım şahım geçmedi desem yeridir.

Çalışmayı bilmek kadar, eğlenmeyi, neşelenmeyi de bilmek lazım. Ne çok çalışıp eğlenmeyi ihmal etmeli ne de hepten çalışmayı es geçip kendini eğlenceye vermeli. Her şeyde olduğu gibi, burada da bir dengeyi tutturmak en güzeli.

Vizelere çok çalıştık, yorulduk. Şimdi kefenin diğer tarafını doldurma zamanı. Sizi, eğer bilet bulabilirseniz, "7"ye davet ediyorum. "6", beklediğimden çok daha güzeldi, çocuklarımla birlikte çok eğlenmiştik, eminim ki, "7"yi izlemekten de çok keyif alacağım.

Unutmayın, keyfin telafisi olmaz.

Hüseyin Cem ÇÖL
25 Kasım 2013 - H 309

23 Kasım 2013 Cumartesi

Arafta Volta Atan Bir Teletabinin 22 Kasım 2013 Cuma Ruznamesi


Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız
öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir
İsmet ÖZEL 
“Herkesin bir derdi var, durur içerisinde…”
Volkan KONAK 
Neşesini suskunluğunun içinde saklayan, ağırbaşlı tavrının altında taşkın bir dere çağlayan, ne o yandan ne bu yandan olabilen, ne o yandan ne bu yandan vazgeçebilen, ne unutan (umarım) ne unutulabilen, arafta koşaradım volta atan, dağbaşında bir teletabi. 
“Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya”
Turgut UYAR
Altı üstü bir ayak deyip geçmeyin, ayaktaysak O'nun sayesinde... 
Günün özeti şu: “Etraf yeşile kesmiş, HES’ler yeşili kesmiş…” Acaba başka bir ihtimal var mıydı? Bilemem. Varsa bile artık geri dönüş zor… Gitti gider vaziyeti. Doğanın şemailinde eski haline irca olunamayacak tebdilatta bulunmuşuz el birliğiyle. Köylüsü nemalanmış, mühendisi nemalanmış, işçisi nemalanmış, müteşebbisi nemalanmış, devlet nemalanmış, işte bak ucundan kıyısından biz de nemalandık… Görünüşte herkes kârda, oysa herkes zararda… 

Hüseyin Cem ÇÖL
23 Kasım 2013 - H 309

Bir Kez Daha Rahmetle...


22 Kasım 2013 Cuma

Çivi


"Gökyüzünden söz etmeleri, yeryüzünü sömürmek içindir". 

Maximilien ROBESPIERRE 

"The Stoning of Soraya M." : Bunu Bir İnsana Nasıl Yaparsınız?



“Bunu bir insana nasıl yaparsınız?” diye sordu Süreyya.

“Allah’ın emri bu” dedi cemaat.

Filmin kalbi burası.

*

Dinle siyasi iktidarın evlilik yaptığı yerlerde, muktedirler kendi caniliklerine, kötülüklerine, menfaatlerine, nefsani arzularına din kılıfı geçiriyorlar ve bu kılıf altında her türlü değeri kolaylıkla ayaklar altına alabiliyorlar.

İktidar herkesi eşit biçimde bozuyor, nefsini terbiye etmemiş dindarı ise bozmuyor, sadece aslını (içindeki sırtlanı) gün yüzüne çıkarıyor.

*

Bir taş daha devrildi. Bu yılın sonunda (burada ya da başka bir mekanda) öyle bir yazı yazmalı ki, devrilen tüm taşların benliğimdeki karşılığı netlik kazanmalı.  

Hüseyin Cem ÇÖL
22 Kasım 2013 – Pelitli 

21 Kasım 2013 Perşembe

İdris :)






















Hukuk fakültesinde okumanın tüm zorluklarına ve mezun olduktan sonra yaşanabilecek tüm sıkıntılara rağmen; isteyelim ya da istemeyelim aramıza İdris'ler katılmaya devam edecek. Hayatın bir "yarış" olduğu düşüncesi beni hep rahatsız etmiştir lakin eğer hayat bir yarışsa "öne geçen" değil, "neşeyi muhafaza ederek gayret eden" gerçek kazanan olacaktır. İdris dostum! Hazıra konmayıp hayallerinin peşinden gittiğin için evvela tebrikler sana. Saniyen, bir ömür boyu neşeyi muhafaza ederek gayret etmeye hazırsan, bu hayatta gerçek kazanan olmak istiyorsan, gel, hem de koşarak gel! 

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Kasım 2013 - H 309

20 Kasım 2013 Çarşamba

"Incendies"e Dair


İnancın bir önemi yok. Önemli olan barış...

Aile kökünü araştırırken öğrenebileceğiniz en kötü şey ne olabilir? Bir düşünün! İşte düşündüğünüz şeyin çok daha kötüsü bu filmde var! <http://seyirci-koltugu.blogspot.com>

Afişteki görüntü, bari bir kız çocuğunu kurtarayım diye kendini öne atan Nawal'ın onu bile kaybetmesine sebep olacak kadar insanlıktan çıkmış adamların karşısındaki çaresiz anı. Küçük bir çocuğun varlığının bile inandıklarına, vahşiliklerine leke süreceğini düşündükleri için onu sırtından vuran adamların karşısındaki çaresizlik. Savaş öyle bir şey galiba. Her şeyi tüketerek yaşayıp giderken ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz. Savaş yaşamadık biz; ben, yaşıtlarım... Hayattaki pek çok gerçeği silip süpürüp götürüyordur sanırım. Ancak sinemada görünce hayal edebiliyor insan; gazetelerde, haberlerde görünce...Hayatın gerçeği olması ise düşünülemeyecek kadar korkunç. Film mi?.. Kesinlikle kaçırılmamalı. <http://benyazarsamolur.blogspot.com>

İnsanı tersköşe yapan, çok çarpıcı  filmlerden biri ''Incendies''..(Bu nedenle, filmi izlemeden önce film hakkında pek fazla bişey okumayın derim etkileyiciliğini kaybetmemesi için.) <http://gulsahelpe.blogspot.com>

Incendies öyle bir film ki en ufak bir spoiler yediğiniz anda ağır s.çarsınız. O yüzden filme dair hiçbir şey okumadan izlemeniz kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik. <http://genc-adam.blogspot.com>

Midemde garip kötü bir hisle kalktım filmin başından. Incendies insanda yaşama sevincini filan alıp götüren, sarsıcı, rahatsız edici filmlerden. Incendies'i tavsiye eder miyim, aman mutlaka izleyin der miyim, emin değilim. En iyi yabancı film Oscar'ına aday olmuş, müziğiyle, kurgusuyla, oyuncularıyla kaliteli bir film var karşımızda, ama bir o kadar da sert ve rahatsız edici. Psikolojinizi bir süreliğine bozacağı kesin. Herkese göre değil kısacası. Çok mutlu olduğunuz bir günde mutsuz olmak için tercih edilebilir. <http://150film.blogspot.com>

Savaşın dini imanı yok! Filmin yarısından sonra kafamda habire yankılanan buydu. <http://elestirelmedyagunlugu.blogspot.com>

Film ben de tokat etkisi yarattı. <http://haleninharesi.blogspot.com>

Yönetmen'in filmi hristiyan, müslüman savaşından öte bir yerlere taşıması ve savaşın çok içindeyken, aslında çok dışında birşey izlemenize sebep olması takdiri hakediyor bence... <http://simoneburada.blogspot.com>

130 dakikalık filmin sinema dili, geçmiş ve o anın birbirine karıştığı nefis kurgusu, yaratılan gizem ve gerilim dolu atmosfer o kadar güçlü ki, tabiri yerindeyse insanı filme çiviliyor. Anlattığı dönem itiberiyle 1975-90 yılları arasında Hristiyan Falanjistlerle, Müslüman kesim arasında yaşanan iç savaş çarpıcı karelerle filmin yan hikayesi olarak dikkat çekiyor. Ve filmin sonuna kadar korunan o gizemli sır bir tokat gibi insanı sarsıyor. Ve elbette Belçika'lı oyuncu Lubna Azabal'ın göz kamaştıran muhteşem oyunculuğu insanın içine işliyor. Filmin en güzel sahnelerinden birinde çalan Radiohead parçası You And Whose Army ise bir şarkı bir filme bu kadar güzel yakışır dedirtiyor insana. İç burkan, yürek yakan bir film Incendies. Aslında hayatın tüm güzellikleri yanında bir o kadarda trajedi barındırdığını anlatan çarpıcı bir hikaye. <http://happybluemondays.blogspot.com>

İlk izleyişte kaçırdığım detaylara hakim olabilmek için şimdi ikinci kez izleme zamanı!

Hüseyin Cem ÇÖL
20 Kasım 2013 - Pelitli 

19 Kasım 2013 Salı

Aklıma Gelmişken


Doksanlı yılların sonunda, bir Ramazan akşamı, Sivas’ta belediyenin tertiplediği bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılar İlahiyat Fakültesinden iki hocaydı. Konferans bitince soru faslına geçildi. Sivas’ın nevi şahsına münhasır, kitaba meraklı hatta kitaba sevdalı halk ozanı Ali Şahin her zamanki telaşlılığıyla el kaldırdı soru sormak için. Şiirlerinde “Canozan” mahlasını kullanan Ali Şahin uzun yıllar Sivas’ın bir yerel televizyonunda kültür-sanat programları yapmıştır, belki de halen yapmaya devam etmektedir. Kendisiyle birkaç kez Çerkezin Kahvesi’nde birlikte çay içmişliğimiz olmuştu. Konuşkan, samimi, sıcak ve biraz da saf bir kişilikte olduğunu gözlemlemiştim. O akşam Ali Şahin aklımda kaldığı kadarıyla konuşmacılara şu soruyu sormuştu: “Batı, hep akla, düşünmeye önem vermiş, maddi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Doğu ise daha çok duyguya önem vermiş, manevi ilerlemeyi ön planda tutmuş. Neticede Batı maddi yönden zenginleşmiş, Doğu ise fakir kalmış. Batı ve Doğu arasındaki bu farklılığın sebebi nedir? Neden onlar maddiyata, biz ise maneviyata önem verdik?” Konuşmacıların biraz paniklediğini, hiç beklemedikleri bu kontratak sorunun şaşkınlığını tebessümleriyle kamufle ettiklerini, “şimdi ne desek bilmem ki?” dercesine birbirlerine baktıklarını çok iyi hatırlıyorum. Sonra biri söz aldı. “Belki” dedi, “Doğu’nun maneviyata daha çok önem atfetmesinin sebebi, üç büyük peygamberin de bu coğrafyada çıkmasıdır.”

Şimdi düşünüyorum da, aslında ne soru doğru veriler içeriyor, ne de cevap tatmin edici.

Hüseyin Cem ÇÖL
 19 Kasım 2013 – H 309

“Incendies” : Kanla Beslenen Coğrafya



Öğrenci arkadaşım Hüseyin Tokat'ın önerisiyle geceyarısı izlediğim “Incendies”, kanla beslenen bu coğrafyanın acıklı bir resmi adeta. Manevi ilerlemenin hayatın amacı diye sunulduğu bu topraklarda akan kanın bitmemesi ne yaman çelişki değil mi? Oysa, üç büyük peygamber de, nefsi ıslah etmek için, nefsi terbiye etmek için yani koltuklara, topraklara değil gönüllere hakim olmak için gelmiş değiller miydi? Öyle miydi gerçekten? Gel gör ki, kan, dine rağmen değil, din için, dini kendi dünyevi amaçları için kullananların egemenliklerini sürdürebilmeleri için akmakta. Hani bazen üç büyük peygamber başka coğrafyalarda neşet etseydi de, bin yıllardır din uğruna bu kadar kan dökülmeseydi diyesi geliyor insanın. Hayatı değil, ölümü yücelten bu algı; akan kanın yegane sebebi. Bu algıyı ters çevirmedikçe, kan (=ölüm) kutsal olmaktan çıkmadıkça, coğrafyanın kaderi hep böyle süregidecek, analar “hep ağlayacak” ve hep “analar ağlayacak”, gayrısı da yalan ağlayacak. Vesselam.

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Kasım 2013 – H 309 

18 Kasım 2013 Pazartesi

“One Day” : İrtibatı Koparmayalım



Hep böyle kalalım, ne tam kavuşalım, ne de tam ayrılalım, birbirimizden haberimiz olsun yeter. Gerçekle hayal arasında devam edegelsin bağımız, ne gerçeğe dönüşsün, ne de hepten hayal oluversin. Birbirimizin var olduğunu bilelim ama sadece varlığımızı aradığımız anlarda, her zaman değil. Hayatlarımız kendi mecrasında kendi bildiğince akarken, engel olmayalım, set kurmayalım önümüze. Liman aradığımızda aklımıza gelelim kâfi. Sonra yine seyrüsefer.

İnsan ilişkilerinde, hele de birbirlerinin çekim alanına giren bir kadınla erkeğin ilişkisinde “dengeyi kurabilmek” zor hatta imkansız. Hele bu dengeyi yıllara, hatta bir ömre yayabilmek, irtibatı koparmadan dengede kalabilmek hepten imkansız. Çünkü denge hesap-kitap işidir; aşk ise hesap-kitap dinlemez. Kadın ve erkekten bahsediyoruz, A ile B’den değil.  

Yıllar önce tesadüfen tanıdığım birine “irtibatı koparmayalım” demişliğim olmuştu. O da istekliydi benle irtibatı koparmamaya. Dengeyi kurarız zannetmiştik bir ömür boyu. Hiç yakınlaşmadan ama hiç de uzaklaşmadan bir ömür birbirimize liman olacaktık. Gelgelelim, finalimiz çok tuhaf oldu. İrtibatı koparmayalım diye yola çıkmıştık, bir süre sonra denge kurmanın ne menem zor bir iş olduğunu idrak edince irtibatı koparmak istedik ama gel gör ki bunu da pek kolayına beceremedik, elimize yüzümüze bulaştırıp, ruhlarımızı yaralayıp aylara yıllara yaydık irtibatı koparmayı.       

Bu geceyarısı sabaha karşı seyrettiğim “One Day” filmine gelince… Güzeldi. Çok güzeldi. İrtibat kopsa da, birine “irtibatı koparmayalım” demiş olmak kadar güzeldi.

Dağılmadan önceki Sis kadar güzeldi.

Hüseyin Cem ÇÖL
18 Kasım 2013 – Pelitli 

Aynen



Ahmet Turan ALKAN 

"Laikliğin Türkiye için mutlaka uygulanması gerektiğine inananlardanım. Yani ben laiklikten yanayım çünkü Cenabı Hak da öyle isterdi. Dini bir referansla açıkladım ama gerekiyordu. Eğer Allah isteseydi hepimizi tek bir millet tek bir ümmet yapardı. Onun yerine bize muhtelif dinler, kültürler, karakterler verdi. Bu yüzden bir kimseye din dayatmak bana göre zulümdür. Laiklik bizim için bir iç barış aracıdır."

Ahmet Turan ALKAN (18.11.2013-Radikal)

13 Kasım 2013 Çarşamba

Zatıma Bir Alkışı Çok Görenlere Akşam Dersi


Bugün Borçlar Hukuku Genel Hükümler dersinde yüksek sesle okuduğum TEMERRÜT şiirimi alkışlamayanlar, takriben 40 sene sonra, torunları "dedeciğim/nineciğim neden Hukuk Fakültesini bitiremedin?" diye sorduklarında, şöyle geniş bir ahhh... çekecekler, nutukları tutulacak, ağlamaklı olacaklar, elbette bir cevap veremeyecekler, bir kez daha akıllarına geleceğim, "lan keşke o gün çılgınca alkışlayanlardan biri de ben olsaydım da, bir ders yüzünden hayatımın rotası şaşmasaydı, hem şiir de fena değildi valla" diye düşünecekler... Lakin...

Geçti artık.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Kasım 2013 - Pelitli

KTÜ HF ve İİBF Öğrencilerine


Vizelere iyi çalışın.

Hüseyin Cem ÇÖL
13 Kasım 2013 - Pelitli 

10 Kasım 2013 Pazar

"Fanaa" : Ortaya Karışık


Nasıl bir filmdi bu böyle?

Kör ve güzel kız-yakışıklı ve serseri oğlan denkleminde klasik bir aşk filmi sakinliğiyle ve neşesiyle başlayan, içimizi ısıtan diyaloglarla romantik komediye kapı aralayan, araya sokulan kliplerle bizdeki arabesk filmlerine fena halde göz kırpan, kör kızın gözlerinin açılması ve etrafında sevdiği erkeği bulamaması gibi Yeşilçam'dan bildiğimiz klişelerle izleyende müstehzi tebessümler peydah ettiren, hatta oğlanın “ben sana layık değilim, sen daha iyilerine layıksın” tarzındaki kaçış cümlesiyle biraz da Issız Adam’ı akla getiren, ara’dan sonra büyük bir metamorfoz geçirip politik gerilime atlayan, yarım yüzyıldır bitmeyen Kaşmir meselesini tamamen ulus devletçi bir çizgide yorumlayıp, mikro milliyetçi hareketleri “terörizm” ve vatanlarının özgürlüğü için savaşanları “terörist” diye yaftalayan, arada bir yeniden romantizme geri dönüşler yapan, Rambo ile Al Yazmalım Selvi Boylum arasında hangisinde karar kılacağını bilemeden ilerleyen, birbirinden tuhaf danslı şarkılarla izleyene politik gerilimin ortasında nefis aparkatlar sunan, bir yarısı yaz sıcaklığında, bir yarısı kış soğuğunda çekildiğinden Nurim Bilgem Ceylanımın İklimler’ini bile çağrıştıran, küçük çocuktan “size baba diyebilir miyim?” cümlesini duymamızla tamamen Yeşilçam şemsiyesinin altına giren, babanın ölüm sahnesiyle animasyon filmlerine, göldeki ceset görüntüsüyle de korku filmlerine selam göndermeyi ihmal etmeyen ve finalinde “aşk mı, vatan mı?” ikilemine, aşka ve filmin özüne ihanet edip, “vatan” diye yanıt veren tuhaf, neşeli, absürd bir aşk, komedi, gerilim, politik, aksiyon, dram filmi Fanaa…

Kakafonik kurgusuyla, “hayatta her tuhaflığa yer vardır” önermesine bir kez daha hak vermeme yol açan bu filmi beğendim. Hintlilerin hayat enerjisine bir kez daha hayranlık duydum.  

Sıradaki film gelsin.

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Kasım 2013 – Pelitli 

9 Kasım 2013 Cumartesi

Avcı


Nurettin Topçu (1909-1975)
“Bugün talebelik, artık ilim yolculuğu değil, diploma avcılığıdır” demiş merhum Nurettin Topçu. “Ömür boyu talebelik” diyebileceğimiz akademisyenlik için de benzer bir söz söylemek yanlış olmaz:

“Bugün akademisyenlik, artık ilim yolculuğu değil, unvan avcılığıdır.”


Hüseyin Cem ÇÖL
9 Kasım 2013 – H 309

"Noviembre" : Devrim Bir Hayaldir Oğlum



Sanat, hele de tiyatro dünyayı, kurulu düzeni, para merkezli hayat döngüsünü değiştirebilir mi?

İnsan, bu soruya evet demek istiyor ama hayalci görünmemek için gerçekçilik limanına sığınmayı daha akıllıca buluyor. Gönül “keşke” diyor, akıl ise “boş hayal…”

Alfredo, keşkeyle yetinmedi, bir adım ötesine geçti, “evet” diye yanıtladı sorunun cevabını ve cevabını eylemiyle bütünledi. Lafta kalmadı.

Alfredo, bir gaye uğruna hayatını feda etti.

Alfredo, ne çok ağlattı beni bu gece.  

Beni ağlatan filmler var olduğuna göre, bende de, dünyada da, sanatta da hala umut var demektir. 

Umut varsa demek oluyor ki evet, sanat dünyayı değiştirebilir. Belki bir devrim keskinliğiyle bıçak gibi olmayacak bu değişim ama evrim sakinliğinde yavaş yavaş, adım adım, azar azar…

Devrim bir hayaldir oğlum, evrimdir gerçek olan.

Hüseyin Cem ÇÖL
9 Kasım 2013 – Pelitli

7 Kasım 2013 Perşembe

Beyinde Olup Bitiyor Her Şey


15 Şubat 1988 : Hiç üşümedim, hani o sömestir tatilinde, Sivas’ın ayazında, üzerimde ince kabanla, yolu da uzatmak pahasına, senin evinin önünden geçip amcamın dükkanına çalışmak için giderken. İlk ergence yanış. 21 Haziran 1992 : Yorgun ama huzur dolu bir beden iniyor Nalbantlarbaşı’ndaki o lisenin merdivenlerinden. Tebessüm etmiyorum, tebessümün kendisi olmuşum. Yürüyen yorgun bir neşeyim. Hep o halimi aradım hayatım boyunca. Geride bıraktığım zirve noktası. 3 Şubat 2003 : O kitabı da almayıver. 4 Şubat 2003 : Hadi aldın, o kitabı da okumayıver. 25 Eylül 1979 : Küçük bir baş, duvara kollarını dayamış, sokağa bakmakta. İlk bakış değil belki ama ilk hatırlayış. Hayat ona ne katacak, o hayata ne katacak? Göreceğiz. 6 Kasım 2013: Görülmüştür. 23 Haziran 2012 : O surata tükürmeliydim. 18 Eylül 2006 : İçimizde bir yara. 24 Ekim 2011 : Ölü bir beden kışlanın ortasında, başı yana düşmüş, çene altından giren kurşun deliği, miğferi delerek çıkmış. İlk taşlaşma. Ne kadar duyarsızsan, o kadar rahatsın bu dünyada. Hayat, soğuk bir eşek şakası Tanrının insana sunduğu. 28 Haziran 2010 : “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” 15 Aralık 2010 : Göz anjiyosu oldum. Tamam, çıkabilirsin Nesibe. 15 Kasım 2005 : Kafesin içinde ancak aynada gördüğün aksinle kavga edersin. 7 Mart 2007 : “Yaşanmayan bir hayatın cürmünü sorma benden”. 20 Temmuz 1996 : İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum ama yaptım işte. Sorgulamak anlamsız. 21 Aralık 2011 : Sarıkamış kayak merkezinin tepe noktası. Bir ben, bir beyaz dağlar, bir de Allah. Hayata ve dünyaya haşyetle bakış. Dibine kadar Allah var ve dibine kadar Allah yok düşünceleri sarmalında zonklayan bir beyin. 15 Eylül 1980 : Cami tuvaletlerinin üstünde eli silahlı askerler. Bir çocuk darbeye bakıyor. 4 Aralık 2006 : Ay parçasının rüzgarına kapılınacak ve bir müddet savrulunacak. Alın yazısı. 19 Aralık 2010 : Sis dağıldı.

7 Kasım 2013 : Sis dağıldı mı?

Hüseyin Cem ÇÖL
7 Kasım 2013 - Pelitli 

1 Kasım 2013 Cuma

"Kasım'da Aşk Başkadır": Kasım Ayında Bir Numara Yok, Boşuna Umutlanmayın!



Geçen yıl Kasım ayı girince, hatta girmeden Ekim’in son haftasında, tweet aleminde “Kasımda Aşk Başkadır” geyiğinin döndüğüne tanık olmuştum. Dün akşam, bilhassa baktım, yine aynı geyik gırla gidiyor. Charlize Theron’la Keanü Reeves’in başrolde oynadıkları bu filmi hep duyardım da, şöyle baştan sona izlemişliğim yoktu. Gece, saatler Kasım’a yuvarlandıktan on dakika kadar sonra nette buldum filmi ve başladım izlemeye. Açıkçası film beni pek sarmadı, zaten izlerken daha yarısına gelmeden uyuyakaldım. Kalan kısmı da, gün ortasında izledim, yine fikrim değişmedi.  

Gerçi bu işlerden pek anlamam, aşk mevzubahis olduğunda görüşü dikkate alınacak en son kişiyim. Ancak hepten de cahil sayılmam, benim de kendimce bildiklerim var. O da şu: Aşk dediğin hesapsız ve kendiliğinden yaşanırsa bir anlam taşır. Bu filmde ise Nelson ile Sara arasındaki ilişki dibine kadar hesap kitap işi ve asla kendiliğinden değil. Hatta ortada aşk da yok, olup biten bir terapi. Filmin ilk yarısında hasta Nelson, doktor ise Sara. Filmin ikinci yarısında ise anlıyoruz ki, aslında doktorumuz hastaymış ve asıl terapiye ihtiyacı olan da kendisiymiş. Senaryoyu bizim İncir Reçeli’nden araklamışlar ya da iyiniyetli konuşalım biraz esinlenmişler. İncir Reçeli’nin sonraki tarihte çekildiği bilgisini unutalım gitsin. Özetle, kendini tedavi etmek amacıyla hastasını tedavi eden bir doktor var karşımızda. Aşk bunun neresinde? Kıyısında. Aşk sadece bir araç. Aşk araçsa, aşk yok demektir. Dolayısıyla Kasım’da “başka” olan da, aşk değil, sadece terapi.

Biraz sert bir yorum oldu, kabul. Baştan demiştim, gönül işlerinden pek anlamam diye.

Hüseyin Cem ÇÖL
1 Kasım 2013 - H 309