21 Aralık 2013 Cumartesi

Yılın Şarkısı : "Yaralı"


Müzikten anlamam. O kadar anlamam ki, arka arkaya Beethoven’ın 9. Senfonisi ile Ankaralı Namık’ın Dar Geldi Sana Angara’sını dinleyip, ikisini de beğendiğimi söyleyebilirim. Laf aramızda kimse duymasın, gerçekten ikisini de beğenirim. Müzikten anlamam derken ifade etmek istediğim, birincisi rafine bir müzik beğenisine sahip değilim, konu müzik olunca mezhebim, dinim, partim, ideolojim yok; ikincisi ise müziğin tekniğini (nota, enstrüman vs.) bilmem.

Müzikten anlamam ama müzik dinlemeyi severim. Müzik dediğimiz, tabiatta dağılan biçimsiz seslere biçim verme arayışı değil midir? Sesler nasıl dağınıksa, insanın ruh hali de bir o kadar dağınık. Her insanın içinde en hayvani arzular ve en ulvi duygular birlikte at oynatıyor. “İnsan”, insan olmaya çalışan bir hayvandır sonuçta. Hamurumuzda hayvanlık var ama aklımız sayesinde ulaşmamız gerekenin insanlık olduğunu fehmediyoruz. O yüzden bu kadar karmaşığız. Böyle olunca, tabiatta bulunan dağınık sesler, bazen hayvan kalmış yanımızda, bazen de insan olmaya çalışan yanımızda rağbet buluyor ve biz dinlediğimiz müziği beğendim diyoruz. İki sabitsiz bir yerde kesişince, insan dinlediği müzikten zevk alıyor, ötesi laf-ı güzaf. Anlamamak, sevmeye engel değil; işin hülasası bu.

Bu yıl, kendimle baş başa kaldığım anların çoğunda, H 309’da, evde, arabada hep müzikle iç içeydim. İnternet sağolsun, istediğin şarkı, türkü emrine amade. İnsan istedikten sonra, dünyanın en ücra köşesinde dinlenen müziğe ulaşması çok zor değil. Peki ben bu yıl bunca çeşitlilik içinde ne dinledim. Sıralayayım.

1.                 Evvela, bu yıl, geçen yıl da olduğu gibi bol bol Neşet Ertaş dinledim. Dinledim lafın gelişi. Doğrusu, “Neşet Ertaş söylerken ben diz çöküp ders aldım” demek daha doğrusu. Çünkü, Neşet Ertaş’a bir müzisyenden çok, “alaylı alim” gözüyle bakıyor ve öyle seviyorum.

2.                 TRT Müzik, yüzlerce televizyon kanalı içinde, en çok durakladığım kanaldı bu yıl. Bir yerde yazmıştım, TRT Müzik hariç, bütün kanalları tek tek televizyon hafızasından silsem zarar etmiş olmam.    

3.                 Seksenli yıllardan kalan her şarkı yüreğimi titretmeye devam etti bu yıl. Yine ısrarla Ümit Besen, Ferdi Özbeğen, Coşkun Sabah, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Neşe Karaböcek, İbrahim Tatlıses dinledim her fırsatta.  

4.                 Bir de şu bizim Angaralılar var. Ankara yıllarımdan kalma bir alışkanlık mı bilemem. Ne zaman dinlesem, bir daha dinlemek istiyorum. “Hayatı tesbih yapmış sallayanları” da, “atara atar yapan Ankara bebelerini” de, “Osman’a kaçmış Şaziye’yi de” seviyorum, ayıp değil ya.


5.                 Lakin hepsi bir yana, bu yılın beni dinleye dinleye sarhoş eden şarkısı “Yaralı”dır. Bir şarkıyı arka arkaya, hiç mola vermeden tam 17 kez dinlediyseniz, tek başına bir büyük devirmiş gibi dünyaya bir hoş bakıyorsunuz.

Bengü'cüm, bari önümüzdeki yıl böyle şeyler yapma be kuzum. Zaten yaralı yüreğimizi daha bir tarumar etmenin ne gereği var?

Hüseyin Cem ÇÖL
21 Aralık 2013 - H 309

19 Aralık 2013 Perşembe

Küpe




"Olay çözmeyi öğrenmek, olay çöze çöze olur."

Prof. Dr. Cengiz KOÇHİSARLIOĞLU

"Bin Yıl Geçse Sürer İçimde Rüzgarın..."


Yolda Kadırga FM’i dinliyordum. Niyeyse birden aklıma geldi. Havaalanının önünden geçmekte idim, yoldan gözümü almadan sağ yanımda uzanan denizin maviliğinin tadını da çıkarıyordum. Düşündüm ki, tamam dünya yalan hayat güzel. Gelgelelim, burada sanılanın aksine bir paradoks yok. Hayatın güzelliği aslında dünyanın yalan olmasında. Yani dünya yalan olduğu için aslında hayat güzel. Hep bu oyun, bu oyalanma, bu anlık mutluluklar ve mutsuzluklar, bu bir yerde sabit kalamama, bu baş döndürücü hız hayatı güzel kılan dünyanın cilveleri. Dünya gerçek olsa hayat böyle ışıl ışıl, canlı, renkli olmayacak. Dünya gerçek olsa, hayat cansız, yavan, kuru olacak. Aslında güzeli güzel kılan da yalan olması. Yalan ve güzellik, bir madalyonun iki yüzü. Biri diğerini tamamlıyor. Aşk da öyle: Bir yanılsama ama yaşanması gereken bir duygu.     

Düşünceler beynimde akarken uzakta kırmızı ışığın yandığını fark ettim, yavaşladım ve tam lambanın önünde durdum. Aniden düşünce trafiğim de durdu. Arkası gelmedi.

Hüseyin Cem ÇÖL
19 Aralık 2013 – Pelitli 

16 Aralık 2013 Pazartesi

Kendi Perspektifimden Yılın En’leri


Yılın Şarkısı
Yılın Filmi
Yılın Oyunu
Yılın Adamı
Yılın Kadını
Yılın Kitabı
Yılın Şiiri
Yılın Köşe Yazarı
Yılın Karikatürü
Yılın En Güzel Günü
Yılın En Kötü Günü
Yılın En Tuhaf Günü
Yılın En Önemli Günü
Yılın Yazılamayanı


Yıl bitene kadar her gün bir "en"i yazmaya niyetim var. Girizgah niyetine şu notu düşeyim: 2013 gerçekten güzel bir yıldı. Çabanın ve iyimserliğin içinde harmanlandığım hızlı ve yoğun bir yıldı. En az 2012 kadar, hatta ondan bile iyiydi. 2011'in de gözümde büyütmemeyi başarabildiğim nice sıkıntısına rağmen farklı ve kendine özgü güzellikleri vardı.

Güzel yıllar bir bir geride kalıyor.  

Hüseyin Cem ÇÖL
16 Aralık 2013 – Pelitli

12 Aralık 2013 Perşembe

Hiç Değilse Arada Bir Hâlini Hatırını Sorun, Ki Anlasın Unutulmadığını


- Cem'cim n'aber?
- N'ossun. Bıraktığın gibi. 

Hüseyin Cem ÇÖL
12 Aralık 2013 - H 309 

Kar ve Yağışı ve Sen


Az önce balkona çıktım. Dün geceden beri neredeyse hiç dinmeyen kar, hala ağır ağır hiç telaş etmeden yağmaya devam ediyor. Kara ve yağışına yabancı biri değilim. Hayatımda pek çok defa gökyüzünün beyaz dansına şahitlik ettim, hayatımda kaç defa ağır ağır salınan kar taneleri altında derin, niyeyse hep kar yağarken derin düşüncelere dalarak sükunetin ve hazzın doruğunda gezindim. Çocukluğum Sivas’ta, yetişkinliğim Ankara’da, askerliğim Sarıkamış’ta geçti. Belki bu yüzden sadece kışı değil, kışın türevlerini zemheriyi, karakışı, ayazı, tipiyi de hamdolsun bilirim. Birkaç yılı saymazsak hep sobalı evlerde ömür tükettim. Soba kurmak, soba temizlemek, soba yakmak, sobada kestane pişirmek, eve girer girmez sobanın etrafına tüneyip ısınmak gibi “fakir hayatı”nın küçük sıkıntılarına, zevklerine ve cilvelerine de şükürler olsun vakıfım. Çocukluğuma dair hatırladığım en güzel hatıralardan biri de, yastığa baş koyduğumda yanan soba ateşinin tavanda oynaşan kızıl ışığını seyretmekti. Ha bir de sokak lambasının huzmesi altında sakin sakin yağan karın gamsız yağışına tanıklık etmek. Bu zenginlikler hala içimi ısıttığına, yüzümü tebessüm ettirdiğine, gönlüme ferahlık verdiğine göre, pek de fakir büyümüş sayılmam değil mi?


- Cem’cim her şeyi anladım da bu yazıda kardan, yağışından bahsetmişsin ama “ben”den bahsetmemişsin.
- “Sen” öyle san!

Hüseyin Cem ÇÖL 
12 Aralık 2013 - Pelitli 

11 Aralık 2013 Çarşamba

Konferansa Davet


11.12.2013 Çarşamba KTÜ HF 3. Kat'tan Görünüm...
https://twitter.com/NurcannKesepara/status/410779523899469825/photo/1

14 Aralık 2013 Cumartesi günü saat 11:45’te, KTÜ Hukuk Fakültesi Amfi-I’de, Yargıtay 23. Hukuk Dairesi Başkanı Hamit DÜNDAR tarafından “Hukukta Kariyer ve Mesleki Gelişim” konulu konferans yapılacaktır.

Saygıdeğer büyüğümüzün mesleki tecrübelerinden ve önerilerinden yararlanmak isteyen Hukuk Fakültesi öğrencilerinin konferansa katılmasını “öneririm”.

Haddini bilmek diye bir ahlaki ilke olmasaydı sadece önermekle kalmaz “emrederdim”.


Öğr. Gör. Hüseyin Cem ÇÖL

10 Aralık 2013 Salı

Sınav Sorusu


Tam derse girmek üzere iken telefonunuz çalarsa ve 25 sene önce aynı sırayı paylaştığınız bir arkadaşınız sizi ararsa ne konuşabilirsiniz? 

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Aralık 2013 - H 309

Cebeci İstasyonu'm


Bir vaha mıydın gerçekten yoksa serap mıydın?

Var mıydın yoksa muhayyilemde ben mi yaratıyordum seni?

Ne çok inerdim sana. Dört yıl boyunca her fırsatta. Samanpazarı’ndaki Meclis ve Anıtkabir manzaralı yurtta dünyaya anlam verme çabasıyla kendimi paralarken… Sonra Demirlibahçe’de çok katlı hoyrat apartmanların arasında ezilirken… Ve sonra Topraklık’ta hayata adım atmanın eşiğinde son serbest düşünme zamanlarını bir bir elerken… Bir bitmez sevda olmuştun ben de. Ne zaman içim darlansa, sen de huzur bulurdum.  

Her banliyö gelişinde insanların telaşını izlerdim. Çok sürmezdi bu telaş. Bir bakmışsın istasyon boşalmış. Sonra yavaş yavaş dolmaya başlardı. Sonra bir tren daha. Yine aldı bir telaş, bak biri adımını içeri attı, diğerini atamadan hareket etti tren, son bir çaba, tamamdır, kapandı kapılar… Tren hızlı bir yılan gibi Cebeci Pazarını dolanırken istasyonda ölüm sessizliği.

Her yirmi dakikada dolup boşalan istasyonun ortasında elimde kitabımla kala kalır, bu tuhaf izlencenin tanığı olmanın tuhaf hazzını yaşardım.

Şiirini bile yazmıştım, Bakiler’den esintiler taşıyan, hatırladın mı?

Hayatın curcunası içinde sakin bir limandın, say ki anne kucağı.

Baksana, yıllar sonra senden epey uzakta bir gece vakti, yine aynı duyguları yaşatabiliyorsan bana, belki yeniden aşık olmak da mümkündür.

Sahi mümkün müdür?

Mümkündür dersen, sen dersen inanırım. 

Hüseyin Cem ÇÖL
10 Aralık 2013 – Pelitli 

9 Aralık 2013 Pazartesi

Okuyor musun?


Gençler bilmez belki, üsttekine "kaset" denir. :)
Saat 03.25 oldu. Daha uyumuş, doğrusu uyuyabilmiş değilim. Televizyon ile internet arasında gidip geliyorum. Arada bir yarın anlatacağım derslere göz gezdiriyorum. Velhasıl, klasik bir Pazarı Pazartesiye bağlayan gece stresinin tam ortasında debelenmekteyim.

Az önce bir müzik kanalında Ceylan’dan bir şarkı dinledim. Yarı şiirli, yarı ağlamaklı feryat figan bişeydi. Arabesk müziği sevmem diyemem, eğer ruh halime uygunsa saatlerce dinleyebileceğim birkaç arabesk şarkıcısı var. Mesela MFO’dan Müslüm Gürses’i ölümünden sonra daha bir seviyor, daha çok dinliyorum. Bu adamda giderek dervişane bir hal buluyorum. Ferdi Tayfur’un da sevdiğim pek çok şarkısı var. Leyla ile Mecnun dizisinin de bu sevgiyi pekiştirdiğini seziyorum. Bir Orhan Gencebay’a uzağım. Gencebay bana fazla hesapçı ve soğuk geliyor.

Neyse ben lafı Ceylan’a getireyim. Ordan bir yol açıp başka bir şeyden bahsedeceğim zira.

Ceylan’ı “küçüklüğünden” beri bilirim. Şimdi kırklarını sürmekte olan Ceylan yaşlanmayan kadınlardan galiba. Hala yüzü genç kız gibi. Ceylan deyince benim aklıma Kenan abi geliyor. Ben ortaokul talebesi iken amcamın Sivas’ta işlettiği bir çay ocağında (önce Kartal Çay Ocağı, sonra Kartal Okey Salonu, amcam hasta Beşiktaşlıydı) esnafa çay dağıtırdım. Kenan abi, o çay ocağının ocakçısı idi ve Ceylan’a aşıktı. Şimdi düşünüyorum da, Ceylan aşık olunacak bir kadın değil ama işte gönül bu Kenan abi bu kadının hastasıydı. Bana sürekli askerlik anılarını anlatırdı. Anlaşılan o ki, geride yaşadım diyebileceği tek zaman dilimi “askerlik” dönemi idi. Evi de, Sivas’ta, eski Askerlik Şubesinin arkasında bir sokakta idi. Çift merdivenle çıkılan iki katlı müstakil bir evdi. Kardeşi Ertuğrul’la ortaokul sonda, aynı sınıfta (Fevzi Paşa Ortaokulunda) okumuş olduğumdan hatırlıyorum bu ufak ayrıntıları.

Belki de yanlış hatırlıyorumdur her şeyi. Belki de Kenan Abi, çay ocağının Ceylan hayranı ocakçısı değil de, Divriği yıllarımda tanıdığım ama zihnimde silik izler bırakan secde ehlinden biridir.

O ev, belleğimde nasılsa yer etmiş o çift merdivenle çıkılan ev ise, kimbilir hangi şehrin hangi sokağında yıkılmayı beklemektedir.

Hüseyin Cem ÇÖL
   9 Aralık 2013 – Pelitli