Sevgili Pikaçu,
Hayat gülünce güzel. Bu mektubu
sana yazmamın yegane sebebi azcık da olsa tebessüm etmek ve ettirmek. İnan
başka bir şey değil. Beni hoşgöreceğine inanmasam bu mektubu yazmazdım. Zaten,
kim olduğunu bir sen, bir ben, bir de Allah biliyor. Eğer, sen öğrenciler
arasında namın yürüsün diye “ey ahali, o Pikaçu var ya, işte o benim” diyerek
ortaya çıkmazsan, kimse bu mektubun muhatabının sen olduğunu bilmeyecek. Gerçek
şu ki, senden böyle bir ifşaat sadır olacakmış gibi bir his de var içimde. Bende
öyle bir izlenim bıraktın. Pek belli etmesem de, bende de azcık fırlamalık
vardır, Allaha şükürler olsun.
Hatırlarsan, geçen ayki Borçlar
Hukuku Genel Hükümler vizesinde, işin içine biraz da mizansen katarak şöyle bir
soru sormuştum: “Minik Dostlarımız” programının sunucusu Seda Akgül, programına
konuk olarak katılan Av.Aziz Abdülaziz’e “Türk Borçlar Kanunu’nda kişilere
hayvanları öldürme hakkı tanınıp tanınmadığını” sormuştur. Av.Aziz Abdülaziz’in
yerinde siz olsaydınız bu soruya ne cevap verirdiniz?
Verdiğin cevaptan anladığım
kadarıyla, kendini gerçekten Av.Aziz Abdülaziz’in yerine koymuşsun, adeta sınav
sorusunun içine tüm zerrenle dühul etmişsin, sanki sınav salonundan stüdyoya
ışınlanmışsın. Mizansenimin bu kadar gerçekçi ve canlı olabileceği inan hiç
aklıma gelmemişti. Cevabını okurken seni Seda Akgül’ün karşısında, grand tuvalet
giyinmiş, bacak bacak üstüne atmış, konusuna hakim bir edayla oturmuş
konuşurken tahayyül etmekten kendimi alamadım. Cevabını, buyur, aşk ile hep beraber
okuyalım: “Seda Akgül hanıma çok güzel
bir noktaya parmak bastığı için teşekkür ederdim. İnsanın, insanlık tarihi
boyunca devrim niteliğinde birçok gelişim kaydettiğini ve her geçen gün dönüp
arkaya baktığında dünün insanının ne kadar vahşi ve ilkel olduğunu
vurgulamasına karşılık, temelde birçok benzerlik taşıdığı bir varlığa karşı
yapılan ilk çağ barbarlığına çok normalmiş gibi göz yumabilecek kadar iki yüzlü
olduğunu söylerdim. Eğer bu sırada reklama girilip, stüdyodan uzaklaştırılmadıysam,
TBK m.68’in bu duruma ön ayak olduğunu belirtir ve bundan dolayı Türkiye’yi
suçlamamızın anlamsız olduğunu asıl suçlunun hayvanları “meta” ve “şey” olarak
gören evrilmeye mahkum hukuk anlayışının olduğunu söylerdim.”
Cevabın üç cümleden ibaret fakat
sanki istesen sayfalar dolusu yazabilecekmişsin gibi. Neden kısa kestin güzel
kardeşim? Daha bu yazdıkların “giriş” bile sayılmazken, “gelişme” ve “sonuç”
nerede? Stüdyodan atılacağını mı düşündün konuyu uzatırsan? Yoksa, senin üç
cümlene Seda Akgül dayanamadı da, gerçekten kapı dışarı mı edildin? O gün
stüdyoda ne oldu anlatır mısın? Bir “okurun” olarak, gelişmelerden haberdar
olmak benim de hakkım.
Üç cümle yazmışsın ve ne yalan
söyleyeyim sadece ilk cümlende ne demek istediğini anlayabildim. Diğer iki
cümlen üzerinde dünden bu yana düşünmekteyim, zengin, çağrışımlara açık bir
dilin var çünkü. Anlama başarısına eriştiğim ilk cümlene ise, eğer “Adab-ı
Muaşeret” dersinin sınavını yapıyor olsaydım, inan tam not verirdim, fakat
kabul edersin ki, Borçlar sınavında Seda Hanım’a teşekkür ettin diye sana “aferin,
ne iyi ettin, böyle devam et koçum” diyecek değilim. Madem sınav sorusunu
cevaplarken, kendini stüdyo konuğu moduna iyice soktun, hiç değilse daha çok
ayrıntı verseydin de, kağıt okumaktan bunalan bu zavallı kardeşin de biraz
efkar dağıtsaydı. Senin yerinde ben olsaydım, ana meseleye girmeden önce, çekim
öncesi Seda Akgül’ün seni nasıl ağırladığını, sabah sabah -nerden buluyorsan seni
hınzır- hangi esprilerle kadını güldürdüğünü, makyajcı kızla aranızda geçen her
anlama çekilebilecek konuşmaları, son dakika haberleri nedeniyle programın biraz
geç başladığını, Seda Akgül’e fokuslandığın için son dakikada ne olup bittiği
hakkında hiçbir fikrinin olmadığını, Seda Akgül’ün o gün pembe ruj sürdüğünü,
tırnaklarının her birini gökkuşağı renklerine boyadığını, üzerinde de kendisini
daha bir olgun gösteren askılı kırmızı bir elbise bulunduğunu yazar, sonra
satırbaşı yapıp ana meseleye geçiş yapardım. Bana bir ara uğra da, sana “giriş”
kısmını uzun yazmanın incelikleri hakkında kısa bir ders vereyim. Odamı
biliyorsundur umarım. Stüdyodan çıkınca sağda.
İkinci cümleni inan kaç defa
okudum bilemezsin. Şimdi anlıyorsun değil mi, neden kağıt okuma savaşlarım bu
kadar uzun sürüyor? Senin ve senin gibi anlatım yöntemlerinin hepsini tek bir
cümlede kullanma yeteneği tavan yapmış mükaleme üstadları yüzünden. Sizin
çağrışımlara açık, zengin, okuyana “işte budur”, akabinde “kimim ben, burası
neresi” dedirten üslubunuz benim kağıt okuma hızımın düşük olmasının en büyük
amili. Okuyanın uyuşuk beynini tetikleyen, düşüncelere gark eden, level atlatan
öylesine efsunlu bir diliniz var ki, bir cümlenizi okuduktan sonra yarım saat
kendime gelemiyorum, tekrar kendime gelmek için birkaç doz Ajdar dinlemem
gerekiyor, eski seviyeme kavuşabilmem için. Bu kulunuza acısaydınız da, “Ali
gel”, “Oya topu tut”, “Baba bana ip al” gibi, benim algı seviyeme uygun kısa ve
öz cümleler kullansaydınız ne iyi olurdu!
Dili kullanma yeteneği konusunda yalnız olmadığını,
bu alanda sınıfta kayda değer mühim rakiplerin olduğunu da ifade etmek isterim.
Misal vermek gerekirse, sınav kağıdına “Temyiz kudretini kaybetmiş kimse
kanaatimce hukuk düzeninin el atamayacağı bir boyuta geçiş yapmıştır.” diye yazan
sevgili kardeşin Tusubasa’nın ifade ve anlatım yeteneği nerdeyse seninkiyle boy
ölçüşecek nitelikte. Sende olup da Tusubasa’da eksik olan “olayı canlandırma
yeteneği”. Ki, ikiniz elele verip birlikte metin çalışması yaparsanız, oluşacak
sinerji ile bana birkaç hafta idare edecek kadar yazı malzemesi vermiş, beni de
şu kısa dünya hayatında ne çok mesut etmiş olursunuz.
Pikaçu Can,
Bir türlü bitmek bilmeyen, daha doğrusu nerde
biteceğini kendisi de bilmeyen, nihayet kör bir duvara çarpıp anlamsız
kelimelere dağılan ikinci cümlenden anlıyorum ki, evvela, sen bir hayvanseversin,
ve saniyen, sen felsefe yapmayı seviyorsun. Son cümlenin giriş kısmından,
felsefe yaptığın ve bu nedenle programın ratingini düşürdüğün için, bir an
tedirgin olduğun da anlaşılıyor. Bir korku, bir panik havası sezdim satır
aralarında. Fikirlerinin Seda Akgül tarafından onaylanmadığını vehmetmişsin, bu
yüzden stüdyodan çıkarılacağın bile aklına gelmiş. Neden ki? Bir defa, ben çok
iyi tanırım Seda Akgül’ü, kendisi katıksız bir hayvanseverdir. Sana asla
kızmaz. El-hak sen de öylesin. Niye seni stüdyodan atsın ki? Bu telaşına bir anlam
veremedim. Psikanaliz yapılsa, buradan çok ekmek çıkar gibi bir intiba var
içimde. Çocukluğunun iz bırakmış uzak bir köşesinde, doğruyu biraz bulanıkça
ifade ettin diye, elindeki lolipopu gözünün önünde tuza mı bastılar, nedir?
Üçüncü ve son cümlenin bir yerinde, “TBK m.68’in
buna ön ayak olduğunu belirtirim” demişsin ya, burada anlam zenginliğinin zirvesinde
dolaştığını apaçık sezdim, ne yapsam ne etsem senin seviyene asla
ulaşamayacağıma kanaat getirdim, çocuklarım hatırıma geldi, elleri ekmek tutana
kadar bana muhtaç olduklarını, bunun için de akıl sağlığımı korumam gerektiğini
düşündüm ve kağıdınla vedalaştım. Benden koptuktan sonra, cümlen nerde bitmeyi
bildi, kaç parçaya ayrıldı inan hiç bir fikrim yok.
Sevgili Pikaçu,
Tüm bu yazdıklarıma bakıp da, sakın seni
ayıpladığımı, kınadığımı sanma. Aksine senin sınıftaki öğrenciler arasında sıra
dışı, çılgın, uçuk işler yapmaya en uygun namzed olduğunu düşünüyorum. Bence,
fakülteyi bitirince, Tusubasa’yla ortak bir avukatlık bürosu açmayı düşünmelisin.
Zaten bu çılgınlığın karesi demektir. Para kazanırsanız, beni de yanınıza alın,
musahhih kadrosunda size uzun yıllar hizmet edebilirim. İhtiyacınız olacak gibi
görünüyor.
Hep sevgiyle ve tebessümle kal.
Hüseyin Cem ÇÖL
8 Mayıs 2013 – H 309
3 yorum:
On numara beş yıldız bir yazı daha! Not: Seda Akgül'e tivitledim, olur ya sosyal medya reytingi arttırır diye. (Umarım kızmazsınız.) Selamlar.
Alperen, sağol. Seda Akgül bu yazıyı sayende okur da iki çift yorum yazma inceliğinde bulunursa, sana söz, torunlarıma miras bırakmayı düşündüğüm cevap seçeneklerinin altı çizili soru kağıtlarından bir nüshayı sana hediye edeceğim. Yine görüşmek üzere...
Hüseyin Cem
Yorum Gönder