Birkaç gündür, hummalı bir çalışma içindeyim: Sınav sorusu
hazırlıyorum. Dersler bitti ama iş bitmedi malum. Final ve bütünleme sınavlarını
da sağ-salim, vukuatsız atlatırsak, işte o zaman tatili hak edebileceğiz. Tatil
dediysem de, dünya turuna falan çıkacak değilim. Ramazan’ı Sivas’ta ailemin
yanında geçireceğim o kadar. Tatil diye bildiğimiz, ana-babanın yanına
çöreklenip sahurda etliekmek ya da kıymalı börek yemekten, Ramazan bitince de Soğuk
ya da Sıcak Çermik’e –ki benim tercihim hep Soğuk Çermik olmuştur- akın edip
kükürtlü suyun altına girmekten ibaret. Alternatifimiz ya Paşa Fabrikası, ya
Gardaşlar -Kardeşler değil- Tepesi. Sonra istikamet yine Trabzon, yine “iş”.
Birkaç gündür, hummalı bir çalışma içindeyim diye başladım yazıya. Yaptığım hababam test sorusu hazırlamak. Vize sınavında kağıt okumaktan illallah geldiği ve kağıt okuma savaşlarından hayli yorgun çıktığım için, o ne destansı ve karışık metinlerdi yarabbi, tamamen “test” denen fırlamalığa gönüllü olarak kendimi teslim etmiş durumdayım. Ders sorumlusu açısından bakıldığında test yöntemi avantajlı gibi görünüyor. Çünkü oku(t)ması fazla bir vakit almıyor. Yarım saat, bilemedin kırkbeş dakika içinde bini aşkın kağıdın sonucu hazır. Gelgelelim, soru hazırlamak çetin bir iş. Eğer benim gibi yardım almaksızın tek tabanca çalışan ve biraz da evhamlı biriyseniz, hepten zor ve kafa … bir iş. Yine de pek şikayetçi değilim. Bu işi (ve aslında her işi) “oyun” gibi gördüğünüzde, biraz da işin içine hınzırlık bulaştırdığınızda, kafa açıcı hatta kafa yapıcı bir hâl bile alabiliyor. Bakın burada önemli bir laf ettim can’lar. Not alın. İşinizi “oyun”laştırırsanız, pek çalışmış sayılmazsınız. Hatta bu oyunun karşılığında, size maaş verildiğini düşündüğünüzde gülesiniz gelir.
Ben nasıl “oyun”laştırıyorum test hazırlama “iş”ini? Aslında bunu başarmam çok zor değil. Çünkü, test yönteminin, ki bu yöntemi bulan zat-ı muhterem tam bir fırlama olmalı, kendisi, bizatihi bir oyun. Oyunun kuralı da çok basit. Aşağıdaki ağzı kapalı tabaklardan birinin içinde peynir var, diğer dördü ise boş; doğruyu bulun, peyniri yiyin, bu kadar. Oyuncunun doğru tabağı bulmasını zorlaştırmak, onun kafasını karıştırmak, kafasını “çelmek” ise, oyun kurucunun zekasına, marifetine, hinliğine, şeytanlığına ya da melekliğine kalmış. İşte, varsa eğer bu oyunda oyun kurucuya düşen eğlenme payı, oyuncuları nasıl şaşırtacağını düşünüp zevklenmek, zekice bir şaşırtma bulduğunda bilgisayar başında hınzırca gülümsemek. Bu kadar. Farkındayım tamamen salakça ama gerçek bu kadar basit.
Birkaç gündür, hummalı bir çalışma içindeyim diye başladım yazıya. Yaptığım hababam test sorusu hazırlamak. Vize sınavında kağıt okumaktan illallah geldiği ve kağıt okuma savaşlarından hayli yorgun çıktığım için, o ne destansı ve karışık metinlerdi yarabbi, tamamen “test” denen fırlamalığa gönüllü olarak kendimi teslim etmiş durumdayım. Ders sorumlusu açısından bakıldığında test yöntemi avantajlı gibi görünüyor. Çünkü oku(t)ması fazla bir vakit almıyor. Yarım saat, bilemedin kırkbeş dakika içinde bini aşkın kağıdın sonucu hazır. Gelgelelim, soru hazırlamak çetin bir iş. Eğer benim gibi yardım almaksızın tek tabanca çalışan ve biraz da evhamlı biriyseniz, hepten zor ve kafa … bir iş. Yine de pek şikayetçi değilim. Bu işi (ve aslında her işi) “oyun” gibi gördüğünüzde, biraz da işin içine hınzırlık bulaştırdığınızda, kafa açıcı hatta kafa yapıcı bir hâl bile alabiliyor. Bakın burada önemli bir laf ettim can’lar. Not alın. İşinizi “oyun”laştırırsanız, pek çalışmış sayılmazsınız. Hatta bu oyunun karşılığında, size maaş verildiğini düşündüğünüzde gülesiniz gelir.
Ben nasıl “oyun”laştırıyorum test hazırlama “iş”ini? Aslında bunu başarmam çok zor değil. Çünkü, test yönteminin, ki bu yöntemi bulan zat-ı muhterem tam bir fırlama olmalı, kendisi, bizatihi bir oyun. Oyunun kuralı da çok basit. Aşağıdaki ağzı kapalı tabaklardan birinin içinde peynir var, diğer dördü ise boş; doğruyu bulun, peyniri yiyin, bu kadar. Oyuncunun doğru tabağı bulmasını zorlaştırmak, onun kafasını karıştırmak, kafasını “çelmek” ise, oyun kurucunun zekasına, marifetine, hinliğine, şeytanlığına ya da melekliğine kalmış. İşte, varsa eğer bu oyunda oyun kurucuya düşen eğlenme payı, oyuncuları nasıl şaşırtacağını düşünüp zevklenmek, zekice bir şaşırtma bulduğunda bilgisayar başında hınzırca gülümsemek. Bu kadar. Farkındayım tamamen salakça ama gerçek bu kadar basit.
Bu çeldirmelerden, bu şeytanı kıskandıracak akıl
karıştırmalardan sıkıldığımda, oyun kurucu kimliğimden çıkıyorum, hınzırlığım
tutuyor, oyunun kurallarını alt-üst ediyorum, oyuncunun kulağına usulca “ey
can, peynir şu tabağın altında” deyiveriyorum. İstisnasız, her sınavda, en az
bir sorunun cevabını bu şekilde aşikâr ediyorum. Ediyorum da ne oluyor,
istisnasız, her sınavda, “hocam, siz bu kadar iyi olamazsınız, var bu işte
çapanoğlu” deyip, peynirin başka bir tabakta olduğunu iddia eden, en az bir septik
Pikaçu çıkıveriyor.
Pekala… Bir test’le bitireyim bari bu yazıyı.
Peynir hangi tabağın altında?
a) Bu tabağın
b) Şu tabağın
c) O tabağın
d) Hepsinin
e) Hiçbirinin
Doğru cevabı veren ilk Pikaçu'ya “tabakta peynir”,
ikincisine “peynir tabağı” hediye edilecektir. Şaka yapmıyorum ama ciddiye de
almayınız.
Hüseyin Cem ÇÖL
23 Mayıs 2013 – Pelitli
4 yorum:
peki biz nasıl sınava oyun gibi çalışcaz :S Slayt çıktılarını saklatıp bulmayamı çalışsak :D
Bu soruya bi seçenek daha ekliyorum hocam izninizle.
f ) Hocam ya sizce ?
Elbette B.
"Şu tabağın" dedim ya metinde.
Bursa'ya sevgiler,selamlar...
Cevap A :)
Yorum Gönder