31 Aralık 2012 Pazartesi

Eşiğinde Bir Küpün



“Hayatın, bizim ona verdiğimizden başka bir anlamı yoktur”.
Prof. Dr. Özcan KÖKNEL

Hafta sonunda “Küp” serisinin üç filmini arka arkaya izledim. Allahtan biraz Kafka, biraz da tasavvuf okumuşluğum var da, filmlerin dünyasına fransız kalmadım. Yoksa bilim-kurgu gerilimlerinden hiç hazzetmem.

Vikipedi yardım etsin, filmlerin genel zeminini aktarayım : “Üç filmde de amacı ve kökeni tamamen belirsiz dev, mekanik ve küp şekilli bir yapı var. Yapı küçük küp şekilli birçok odadan oluşuyor. Odalarda tavanda, zeminde ve yanlarda olmak üzere altışar tane kapı var. Her bir kapı tıpatıp aynı olan başka odalara açılıyor. Odalardan bazıları güvenli,  bazılarında da odaya giren kişiyi öldüren alev makinası, dikenli tel gibi bubi tuzakları bulunuyor. Her olayda bir grup yabancı, neden ve nasıl oraya getirildiklerini bilmedikleri bu gizemli yapıda uyanıyorlar. Grup, küpün sırrını ve neden orada olduklarını öğrenmeye çalışırken bir taraftan da esaretten kurtulmak için birarada bulunmak, tuzaklardan kurtulmak ve labirentin çıkışını bulmak için yeteneklerini birleştirmek zorundadırlar. Ancak küpte bulunmanın yarattığı baskı karakterlerden bazılarını çıldırtıp diğerlerini öldürmeye başlamasına yol açıyor.”

Aslında şu özet, “Küp” serisinin Kafka’nın “Değişim”, “Şato” ve “Dava” yapıtlarının karmasından ibaret olduğunun, hiç değilse esinlenme olduğunu, hadi onu da geçelim Kafka’nın açtığı yoldan ilerlendiğini açıkça gösteriyor.

“Değişim”: Her olayda bir grup yabancı neden ve nasıl oraya getirildiklerini bilmedikleri bu gizemli yapıda, küpün içinde uyanırlar. Gregor Samsa’da, bir sabah uyandığında kendisini böcek olarak bulmuştu. Biz insanlar da anne karnından çıkıp uyandık ve kendimizi insan olarak bulduk. Ve içinde bulunduğumuz bu kaotik ortamı (=dünyayı) anlamaya, çözmeye ve bu ortamda tutunmaya çabalıyoruz. Gregor Samsa gibi, küptekiler gibi…

“Şato” : Küpün sahibi kim? Bizi buraya kapatan kim? Biz, küptekiler, bu maceranın sonunda Şato’nun sahibine ulaşacak mıyız? Hatırlatayım Bay K. ulaşamadı. Fahişeler, polisler, aptallar, köylüler arasında yaşayıverdi. Hep iddia edildiği gibi, tüm bu olup bitenlerin amacı O’na “ulaşmak” mı yoksa ulaşmak için çaba harcamak mı? İkincisine züğürt tesellisi diyelim, iyi de bu çaba niye? Kurgulamadığımız bir oyunun içinde debeleniyoruz, ödüle kavuşmak için. Ödül ne o bile tam belli değil. Hem O’na ulaşmak neden bu kadar zor, neden karmaşık ve neden bu kadar çok labirent var?

Yeni bir yılın eşiğindeyiz, yeni bir küpü açmak üzereyiz… Biz küptekiler, “halimiz itten beter, keyfimiz paşada yok” deyip, derin meseleyi fazla kurcalamadan yaşayıp gidiyoruz. Başka ne yapacaksın? Meryem’in dediği gibi “düşünsen ne olacak, o da başka bir çaresizlik!” Peki Şato’nun sahibinin keyfi nasıl? Tüm bu kurguladığı düzene, bizlere bakıp ne düşünüyor, ne hissediyor? Pişman mı? Fişi çekmediğine göre –henüz- pişman değil… Fişi çekmek için neyi bekliyor? Bizi kurgularken ne umdu ve sonuçta ne buldu? Bir şey ummadı ve bir şey bulmadı ise, tüm bu anlamsızlığa neden katlanıyor? Neyi bekliyor? Godot’un gelmesini mi?

“Dava”: Küptekiler suçlu. Fakat, hiçbiri suçunun ne olduğunu bilmiyor. Ve daha felaketi: Bütün ömrünü, bilmediği bir suçtan aklanmak için harcıyor, harcıyoruz. Gerçek yargıç kim, mahkeme nerede belli değil. Hayatımız aklanmak için mahkeme (cami, kilise, sinagog) aramakla, yargıç aramakla geçiyor. Ve asıl önemlisi neden suçlanıyoruz? Hayata gelmeyi biz istemedik ama hayat denilen uzun davayı sırf aklanmak için öğütüyoruz. Fakat biz ne yaparsak yapalım davanın neticesi değişmeyecek. Kurguyu kuran, davanın neticesini de biliyor. “Bir köpek gibi” öleceğiz. Jozef K. gibi. O halde aklanmak için çabalamanın da anlamı yok.

***

Bu kadar soru sordum. Kendi cevabımı yazayım da ne dediğim anlaşılsın :

Evvela, evet bir küp var, küp gerçek, biz de gerçeğiz, küp gerçek ise küpün sahibi haydi haydi gerçek. Gerisi ise teferruat.

Saniyen, bize küpün anlamı budur diye yüzyıllardır sunulanların hepsi, birilerinin küpün anlamı diye bellediklerinin dayatması. Bu nokta mühim. 

Salisen, herkes küpün anlamını kendi bulacak. Anlam bulamıyorsa, anlamsızlık anlam olacak. Herkesin bulduğu anlamın aynı olma zorunluluğu da yok. Tek doğru cevap yok bu kaotik ortamda. Sadece anlam arama çabası var.

Rabian, her şey iyi de PEKİ BU ÇABA NİYE VAR?

Eh bari bir çabamız da olsun şu dünyada. Yoksa geçer mi koskoca bir ömür?

Benim anladığım budur, vesselam.

Hüseyin Cem ÇÖL
31 Aralık 2012 – H 309