Öğle
vakti, Maliye Kulübü öğrencilerinin M.Yazıcı Amfisinde tertiplediği bir
söyleyişe katıldım. Konuşmacı, eski bakanlardan Tınaz Titiz. Söyleşi konusu, “Ezbersiz
Eğitim İçin Yol Haritası”.
Söyleşi bir saatten fazla sürdü. Doğrusu ben, ezbersiz eğitimin nasıl olması ve yapılması gerektiğine ilişkin, daha teknik bilgiler verileceğini umarak söyleyişe gittim. Umduğum gerçekleşti mi? Hayır. Teknik bilgiler yerine, ucu açık temenniler ve tavsiyelerle karşılaştım. Her ne kadar umduğum gerçekleşmese de, bundan şikayetçi olduğumu söyleyemem. Yine de söyleşiye iyi ki katılmışım diyorum. Çünkü, bir; şikayet etmeyi seven biri değilim, müzmin muhalif tavır bana uygun değil; iki, elindekiyle yetinen bir karakterim var, bardağın dibindeki azcık su bile beni mutlu edebilir; üç, söyleşide bilmediğim kavram ve uygulamaları öğrenme imkanını buldum, amfiye boş girip boş çıkmadım; dört, kitaplarından tanıdığım Tınaz Titiz’i yakından görmek ve dinlemek nasip oldu; beş, genç öğrenci arkadaşların yararlı bir aktivite gerçekleştirme başarısına ve mutluluğuna tanık oldum, mutlu ve başarılı yüz görünce hiç duramam ben de mutlu olurum. Daha da sayarım, ama bu kadar kâfi.
Söyleşi bir saatten fazla sürdü. Doğrusu ben, ezbersiz eğitimin nasıl olması ve yapılması gerektiğine ilişkin, daha teknik bilgiler verileceğini umarak söyleyişe gittim. Umduğum gerçekleşti mi? Hayır. Teknik bilgiler yerine, ucu açık temenniler ve tavsiyelerle karşılaştım. Her ne kadar umduğum gerçekleşmese de, bundan şikayetçi olduğumu söyleyemem. Yine de söyleşiye iyi ki katılmışım diyorum. Çünkü, bir; şikayet etmeyi seven biri değilim, müzmin muhalif tavır bana uygun değil; iki, elindekiyle yetinen bir karakterim var, bardağın dibindeki azcık su bile beni mutlu edebilir; üç, söyleşide bilmediğim kavram ve uygulamaları öğrenme imkanını buldum, amfiye boş girip boş çıkmadım; dört, kitaplarından tanıdığım Tınaz Titiz’i yakından görmek ve dinlemek nasip oldu; beş, genç öğrenci arkadaşların yararlı bir aktivite gerçekleştirme başarısına ve mutluluğuna tanık oldum, mutlu ve başarılı yüz görünce hiç duramam ben de mutlu olurum. Daha da sayarım, ama bu kadar kâfi.
Tınaz Titiz, söyleşisinde üç hususa ağırlık verdi.
Birincisi, sınavlarda/öğrenmenin ölçülmesi sürecinde “onur sistemi”nin
uygulanması.
İkincisi, test yönteminin öğrenmeyi tek başına ölçen yeterli bir yöntem
olmadığı, mutlaka klasik sınav, ev ödevi, dönem ödevi gibi diğer yöntemlerin de
uygulanması gerektiği.
Üçüncüsü, ezberletilen ya da ezberlenen bilgilerin mutlaka sorgulanması
gerektiği.
İkinci ve üçüncü husus, zaten herkesin bildiği ve hemfikir olduğu
hususlar. Fakat sorun, eğitimin ezberli mi ezbersiz mi olması gerektiği değil
zaten. Sorun, eğitim ezbersiz olsun ama nasıl olsun? Bu sorunun cevabı
ayrıntılı verilmedi ya da zaman azlığından verilemedi. Ezbersiz eğitimin
önündeki engeller yeterince ifade edilmedi. Dolayısıyla sorunun kaynağına
inilmedi, sadece sorunun kendisi ifade edildi, çözüm yolu da dile getirildi
ancak eğitim sistemimizin ezbere dayanmasının sebepleri ortaya konmadığı için
varılan sonuçlar da cılız bir temenni ve tavsiye demetinden ibaret kaldı. Sadece
sorgulama yeteneğinin öğrencilere kazandırılmasından ve sınav yöntemlerinin bu
yönde hazırlanmasından söz edildi.
Notlarıma bakıyorum. “Sınav” dediğimiz ölçme yönteminde, dört hususun
ölçüldüğünü not almışım. Birincisi, öğrenilenlerin bellekte tutulup
tutulmadığını anlamak; ikincisi, öğrencinin ihtiyacı olan bilgilere erişme
becerisini kazanıp kazanmadığını anlamak; üçüncüsü, mevcut bilgilerle, yeni
bilgilere ulaşma becerisini ölçmek; dördüncüsü ise bu amaçları belli bir
süratte yapabilmek. Test yöntemiyle yapılan sınavların ikinci ve üçüncü
amaçları gerçekleştirmesi zor. Kaynaklara ulaşmak ve mevcut bilgilerden yeni
bilgilere ulaşmak ancak öğrenciye ödev vermekle ve muhakeme yapabileceği klasik
soru yöntemiyle mümkün. Hukuk sınavlarında ise bunun karşılığı olay çözümleme
sorularına ağırlık vermek.
Söyleşide, mevcut bildiklerimden farklı olarak “onur sistemi”ni
öğrendim. “Onur sistemi”nin esası sınavların gözetmensiz yapılması. Bu kadar. Sınavların
gözetmenli yapılmasının handikapı nedir? Şudur: Gözetmenin görevi, öncelikle,
öğrencilerin kopya çekmeden, Türkçesi HIRSIZLIK YAPMADAN, sınav olmalarını
sağlamaktır. Gözetmen, bir nevi bekçi konumunda. Gözetmenin gözünde, herkes
şüpheli. Herkes, her an kopya çekebilir, hırsızlık yapabilir. Dolayısıyla şu
yargı onun bilinçaltına işliyor: KİMSEYE GÜVENİLMEZ. Aynı yargı, öğrencilerin
de bilinçaltında filizleniyor: Ben, sınav oluyorum ve kopya çekmemi engellemek
için başıma gözetmen koyuyorlar, o halde ben sistemin gözünde güvenilmez
biriyim, sistem bana güvenmiyor, sistem benim ahlaklı, vicdanlı davranacağıma
ihtimal vermiyor, o halde BANA GÜVENMEYENE BEN DE GÜVENMEMELİYİM. Öğrencilerin
yetiştiği okul sıralarında, böylece, toplumsal hayatın olmazsa olmazı olan İNSANA
GÜVEN prensibi törpüleniyor. Gerçek barış toplumunun önündeki en büyük engel
de, insanların birbirine güvenmemesi değil mi?
“Onur Sistemi” uygulanırsa, sınavlarda kopya çekilmez mi? O zaman, bazı
öğrenciler hak etmedikleri notlar almazlar mı? Bu ihtimal elbette yok değil. Yani
kopya çekilme ihtimali var, hatta yüksek ihtimalle var. Fakat, anladığım
kadarıyla, bu sistem, mahkemeyi öncelikle her öğrencinin vicdanına kurduruyor. Yargıç
da, savcı da, gardiyan da öğrencinin içinde. Sistem diyor ki öğrenciye, sana
güveniyorum, sen kopya çekmezsin, çünkü kopya çekmek hırsızlıktır, ahlaka
aykırıdır vs. Öğrenci bu ahlaki ve vicdani olgunluğa erişmişse, ancak o halde
onur sistemi faydalı sonuçlar doğurur. Fakat, ahlaki ve vicdani olgunluğa
erişmemiş öğrenciler üzerinde bu sistemi uygulamak, kanımca, kurda kuzuyu
emanet etmekten farksız. Hele ki KTÜ’de…[1]
Madem bize öğretilen
bilgileri sorgulamamız öğütlendi. O halde “onur sistemi”ni de sorgulamak lazım.
Onur sistemini şeksiz şüphesiz kabul etmek, ezbersiz eğitim parolasına aykırı
davranmak olur. Hatta ezbersiz eğitim parolasını da sorgulamak gerekir. Ezbere
dayanan eğitimin de artıları olabileceğini göz ardı etmemek, ezbersiz eğitim
parolasının da bir gereğidir. Bir kez sorgulamayı şiar edinmişsen, sana
sorgulamayı öğretenleri, hatta sorgulamanın gereğini de sorgularsın. Olması
gereken de budur aslında.
Her şey bir yana, “efendi”
sözcüğünün kökeninin Latince olabileceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
İnsanoğlu, aslında ortak bir havuza akan bir akıldan ibaret.
Ama "insan hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır”.
Ama "insan hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır”.
Hüseyin Cem ÇÖL