"Olanda hayır vardır."
Dersler bitti. Geçtiğimiz hafta her gün birer ikişer perdeler
kapandı. Her dersin sonunda kırık dökük cümlelerle bir veda konuşması yaptım
ama bir de veda yazısı yazmalı ki tam olsun. Hem benim veda yazım fena
değildir, bununla beraber epey zamandır kimseye veda etmiş de değilim, biraz
paslanmış olabilirim ama bir deneyeyim.
Önce şunu ifade edeyim: Yorucu bir dönem miydi? Kesinlikle
evet. Üç aylık maratondan yorgunlukla çıktım ama içim de rahat. Sorumlusu
olduğum derslerin en iyi şekilde öğrenilebilmesi için kendi sınırlarımı epeyce
zorladım. Geniş geniş “elimden geleni yaptım” diyebiliyorum. Bu benim açımdan kâfi.
Şüphesiz daha iyisi olabilir, olabilirdi. Şikayet etmeyi sevmediğim için,
bahanelerin ardına saklanmak da istemiyorum. Olabilirdi peki neden daha iyisi
olmadı? Bu sorunun cevabı galiba hayatın ana gerçeğiyle ilgili. Daha iyisinin
ne olduğunu yaşadıkça, yaptıkça öğreniyoruz. Ve bu öğrenme sürecinde hatalar,
yanlışlar da yapabiliyoruz. Hazır bilgiyle işe girmiş değiliz. İşi yaptıkça –yaşadıkça-
doğrunun ne olduğunu, hayatın gerçeğini ve kendi gerçeğimizi anlayabiliyoruz. Şu
üç aylık maratonda, daha iyinin ne olduğunu ve kendi kapasitemi biraz daha
anlamış durumdayım. Seke seke, kıra döke yürüsem de, kendi adıma yürümekten
memnunum.
Kendi adıma yürümekten memnunum peki acaba benimle beraber
şu üç ayı yürüyerek geçirenler de memnun mu? Mutlaka memnun kalanlar
olabileceği gibi, memnun kalmayanlar da olabilir. Benim için asıl muhatap, her
hafta karşısına çıktığım bine yakın öğrenci kitlesi değil, kendi vicdanımdır. Eğer
işimi elimden geldiğince hakkıyla yapabilmiş isem vicdanen rahatımdır,
yapabileceğim bir şeyi yapmamışsam zaten benim cezamı vicdanım keser, kesmiştir. Bununla
birlikte kalp kalbe de karşıdır. Vicdanımla barışık olduğum anlarda
öğrencilerden de olumlu tepki almışımdır; vicdanımın beni cezalandırdığı
anlarda da öğrenci öteki yüzünü gösterir. Sözün özü, vicdanımın rengi
öğrencilerin yüzüne yansır. Üç ay boyunca girdiğim derslerde genellikle
mütebessim çehrelerle karşılaştım. Bu, kendi adıma derslerden geçtiğimin
tescilidir.
Biraz özele inip tek tek hesap özeti çıkarayım.
İKTİSAT bölümü öğrencilerine : Sizlerle haftada iki gün ders
yaptık. Sabah-akşam, tek-çift diye ayrıldığınıza göre, bir hafta içinde toplam 8
ders. En çok emek verdiğim ve en çok zorlandığım bölüm sizler oldunuz
diyebilirim. Yine de emeklerime değdi. Tüm derslerime katılım oldukça iyiydi.
Fakat akşam dokuzda ders yaptığım gruba ayrıca teşekkür mü etmeliyim yoksa esef
mi etmeliyim bilemiyorum. Kaç defa, sınıfta kimseyi bulamasam da eve gidip
dinlensem umuduyla sınıfa girdim ama yine birkaç düzine öğrencinin beni hazırolda
beklediğini görünce… neyse… J
ÇEKO bölümü öğrencilerine : Sizlerle sadece haftada 1 ders
yapabildim. Bu yüzden sizlere iktisatçılar kadar emeğim geçti diyemem. Fakat
her dersimi ilgiyle dinlediniz. En azından ilgiyle… Birkaç öğrenci dışında
derse aktif katılım düşüktü. Oysa bildiğim kadarıyla en çok hukuk dersi alan
bölüm sizinki. Sizden daha donanımlı olmanızı ve beni zorlamanızı beklerdim.
EKONOMETRİ bölümü öğrencilerine : Sizle de haftada 1 defa, “az
ama öz” ders yapabildim. Fakat, sayıca bir düzineyi ancak bulabildiğiniz için
daha yakın ve sıcak bir iletişim içinde geçti derslerimiz. Hatta dersime gelen bütün
öğrencilerin isimlerini tek tek sayabilirim. Dur bi deneyeyim : Sultan, Adem, Mustafa, Abdülhamit, Barış, Sevinç, Gönül, Nazlı, Ayşe, Hilal, Canan,
Seher… Yanlışım yoktur umarım.
Ara not : İKTİSAT, ÇEKO, EKONOMETRİ bölümü öğrencilerine
ikinci dönem dersim yok. Yani, bu yazı, onlar açısından ve benim açımdan tam bir veda yazısı.
Hepinizin yolu açık olsun diyorum.
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ve KAMU YÖNETİMİ bölümleri
öğrencilerine : İki bölümü bir arada
andım. Çünkü sizlere hem aynı gün –Cuma günü-, hem de aynı dersi –Borçlar Hukuku-
anlatmaya gayret ettim. Benim açımdan bu dönemin en rahat, en huzurlu, belki de
en verimli dersleri bunlar oldu diyebilirim. Haftanın son günü olmasına rağmen,
sayenizde, tatlı bir yorgunlukla hafta sonuna girdim. Umarım başka bir derste
daha birlikte oluruz.
HUKUK 2. Sınıf öğrencilerine : Sizler yabancı değilsiniz.
Beni de biliyorsunuz. En çok önem verdiğim sınıf olduğunuzu defaatle söylemiştim,
şimdi de alenen söylemiş oluyorum. Vizeye kadar yaptığım derslerde istediğime
yakın performansta sizlere ders yapabildim, fakat vizeden sonra ağır ders
programım içinde esneklik gösterdiğim ilk sınıf –maalesef- siz oldunuz. Balondan
aşağı atılan ilk kum torbası. Bu yüzden size karşı mahcubum. Ama sizler yabancı
değilsiniz. Beni affedeceğinizi umuyorum. İkinci dönem sizlerle ağır ders
temposu içine girip canınızı yakacağıma söz veriyorum.
HUKUK 3. Sınıf öğrencilerine : Normalde iki dönemde okutulan
iki dersi, Ticari İşletme Hukuku’nu ve Kıymetli Evrak Hukuku’nu, sizlerle bir
dönem içinde beraber işledik. Kendi adıma söylemem gerekirse, hiç de fena
geçmedi bu dönem. Hem sizle genellikle haftada iki gün ders yaparak, ders
konularını daha geniş ve ayrıntılı işlemeyi başardığımı düşünüyorum. Şüphesiz
dersler daha iyi olabilirdi. Ancak bu kadar olabildi ve malumunuz “olanda hayır
vardır”.
Bu yazıyı nasıl bağlamalı?
Aslında veda yazısı yazmak gibi bir niyetim yoktu. Ta ki
akşam saatlerinde Uygar’dan mail alana dek. Teşekkürler Uygar. Hem kendi
yazdıkların için, hem de bu yazıyı bana yazdırdığın için. Yolun açık olsun.
Evet, şimdi uyuyabilirim.
Evet, şimdi uyuyabilirim.
Hüseyin Cem ÇÖL
29 Aralık 2012 – Pelitli