Sayın hocam,
Bağışlayın adınızı unuttum. İsmail mi, İbrahim mi öyle bir şeydi galiba. Sizinle tanıştığımda doçenttiniz, profesörlük beklediğinizi falan söylemiştiniz. Aradan üç koca yıl geçtiğine göre şimdi profesörsünüzdür muhtemelen. Gıyabınızda tebrik ederim sizi.
Sizi birkaç ay önce Haberal’ın televizyonunda görmüştüm. Adınızı unutsam da, simanızdan hemen tanıdım sizi. Dizilerde de oynayan bir tiyatro oyuncusuna çok benziyorsunuz. Fakat, komediye bakar mısınız, o oyuncunun da adını bilmiyorum.
Bu mektubu size neden yazdığımı merak ediyorsunuz değil mi? Hemen merakınızı gidereyim. “Size teşekkür etmek için” yazıyorum bu mektubu. Siz bana “o gün”, hayat merdivenimde işe yarayacak çok önemli bir şey öğrettiniz. “E, ne olacak, koskoca hocayım, işim gücüm zaten öğretmek” deyip geçmeyin. Sizden öğrendiğim bilgi, kürsüde anlattığınız yalan-yanlış bilgiler cinsinden değildi. Daha “esaslı” bir şeydi, “rehber bilgi” gibi. Ezberlenip unutulan cinsten değil, öğrenilip asla hafızadan çıkmayan cinstendi. Sabırsızlanmayın, anlatacağım.
O gün, TUS’tu galiba, bir sınavda birlikte görevliydik. Siz başkan, ben gözetmen. Sınav yerine erkenden gitmiştim. Siz, benden daha önce gelmiştiniz. Tanıştık. Ordan buradan konuşmaya başladık. Çalışmalarınızdan bahsettiniz. Söz “kitaplarınıza” geldi. En son yayınladığınız kitabı çantanızdan çıkardınız. Yeni doğan bebeğine itina gösteren anne edasıyla kitabınızı bana tanıttınız. Kitap, hiç unutmam “kare” biçimliydi. “Neden böyle” diye sormuştum. “Öğrenciler fotokopi çekemesin de, satın alsınlar” diye cevap vermiştiniz. Kitabınızla ilgili öyle heyecanlı, öyle arzu dolu konuşuyordunuz ki, gıptayla karışık şaşkınlık içerisindeyim. 13. kitabım demiştiniz ama sanki ilk kitabı çıkan acemi yazarların sevinci içindeydiniz. Benim de kitaplara ilgi duyan biri olduğumu anlayınca “aşkla” anlatmaya devam ettiniz. Kitap hakkında epey bir malumat verdikten sonra, hiç beklemediğim, hiç ummadığım, beni hayretlere gark eden bir şey yaptınız. “Kitapevlerinde 12 milyon lira ama ben 10 milyona veriyorum” dediniz ve kitabı masanın benden yana olan kısmına bırakıp iki adam geri çekildiniz. Ben, olup bitene anlam verememenin şaşkınlığı içindeydim. Ne diyeceğimi bilemedim. Onca lafı, kitabını tanıtan bir profesör adayından mı dinlemiştim, yoksa müşteri psikolojisini çok iyi bilen usta bir tezgahtardan mı? Hoca-öğrenci diyalogu sandığım şey, en adisinden satıcı-müşteri diyalogu imiş meğer. Bir bilim adamının, öğrencisine müşteri nazarıyla bakması en hafif deyimle “alçaklıktır”. Aslında o kişinin, ne bilimle ne de adamlıkla da ilgisi vardır. Onca lafı, kitabınızı bana kakalamak için sarfettiğinizi anladığımda, bir an sizden, kitaptan, hocalardan, eğitim sisteminden, bilimden, hasılı “kağıdın kutsiyeti etrafında halkalanan her şeyden” tiksindim. İçim nefretle doldu.
Teklifinizi anlamamış gibi yaptım ve “ürününüzü” satın almadım tabi. Ama o gün sizden çok esaslı bir şey öğrendim. Bu mektubu yazmama sebep olan “çok esaslı bir şey”.
: Özümüzü “kemale” erdirmedikçe, geldiğimiz makamların, sahip olduğumuz unvanların hiçbir değeri yoktur. Sadece karnımızı doyururuz o kadar. Kendimiz dahil hiç kimseye esaslı bir faydamız olmaz. Makam ve unvan, insanı kemale erdirmez, kemale eren insan makam ve unvanının hakkını verir. Ve nihayet, çöpçüsünden profesörüne, hamalından başbakanına kadar bütün insanlar aynı arzuların, aynı hayallerin, aynı sıkıntıların sarmalında yuvarlanıyor. Bu anlamda insanlar arasında korkunç bir eşitlik var.
İşte bunları öğrettiniz bana sayın hocam. Bir kez daha teşekkür ederim herşey için.
Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Kitabınız, okurunuz/müşteriniz ve kazancınız eksik olmasın. Esen kalın.
Bir öğrenciniz
Nam-ı Diğer Salavin
8 Eylül 2006 - ANKARA
2 yorum:
Sevgili dostum,
eline sağlık, ancak bu yazı zülfü yâre dokunmuş, umarım olumsuz bir tepkiyle karşılaşmazsın ama şuna emin ol bazıları yazının yazım tarihine ve senin o tarihte nerede olduğuna bakmadan bundan sonra seni daha dikkatli bir şekilde izleyecek!
AHT
Sevgili dostum, yorumun için teşekkürler.
2006'da ne düşünüyorsam, 2013'te de farklı düşünüyor değilim. Hatta, son üç yıldır işin mutfağında -kürsü gerisinde- amelelik yaptığımdan, bu konudaki düşüncelerim daha da oturdu diyebilirim. Kendini bilen bir bilim adamının da bu yazdıklarıma karşı çıkacağını sanmam.
Sağlıcakla kal.
Yorum Gönder