4 Haziran 2013 Salı

ANILARA MEKTUPLAR - V



Canım kardeşim,

Bu mektubu ne zorluklarla yazdığımı tahmin edemezsin. Gözyaşlarıma hakim olamadığım için, kaç defa klavyenin başından kalktım. Şimdiye kadar yazdığım hiçbir mektup beni bu kadar zorlamamış, bu kadar hüzünlendirmemişti.

Sana havadislerim var sevgili kardeşim: “Fransa” finale çıktı. Hani şu Platinili Fransa. Gerçi şu an Platini yok kadroda. Zidane diye Cezayir asıllı biri var, Fransa’yı sürükleyen de O. Zaten Platini de İtalyan asıllı değil miydi? Başka milletler olmasa Fransa’nın bir şey yapacağı yok gerçekten.

Hatırlıyorsun değil mi 84 yazını? İkimiz de futbol delisiydik. Evimizin yanındaki küçük alanda kıran kırana maçlar yapardık hani. O yıl Avrupa Şampiyonası maçları vardı. Ev sahibi Fransa’ydı. Ne büyük hayranlıkla izlerdik maçları. Hele o final maçı! Platini’nin attığı gol saniyesi saniyesine ezberimizdeydi.

: Fransa, ceza sahası dışından serbest vuruş yapacak. Platini topun başında. Geliyor, geliyor ve topa vuruyor… İspanya kalecisi, topu tutmayı başarıyor ve tuttuğu topu karnına bastırıyor. Fakat o da ne? Karnına bastırdığı top, kollarının arasından kayıyor ve yavaşça kale çizgisine doğru yol alıyor. Kaleci şaşkın şaşkın kollarının arasından kayıp kaleye giden topu izliyor. Son bir çabayla kollarını uzatıyor topu çelmek için… Ama top çizgiyi geçip filelerle kucaklaşıyor… 

O yaz, seninle bu golün taklidini ne çok yapmıştık değil mi? Ben Platini olurdum, sen kaleci… Vururdum topa, sen yakalardın, sonra yavaşça koltuğunun altından topu bırakırdın… Tıpkı İspanyol kaleci gibi…

Aradan 22 koca yıl geçmiş. Yaşasan şimdi 29 yaşında tığ gibi delikanlı olacaktın. Evlenirdin muhtemelen. Çoluk-çocuğun olurdu; benim gibi, ablalarımız gibi, küçük kardeşimiz gibi. Ha unutmadan, tüm kardeşlerin evlendi. Hepimizin erkek çocukları oldu ama sadece en küçüğümüz oğluna senin adını verdi. İçimizde en vefalısı en küçüğümüz çıktı senin anlayacağın. Adını yaşatan yeğenini bir görsen. Öyle neşeli, öyle hareketli, öyle cıvıl cıvıl ki.

Ne kadar arkadaş canlısı, ne kadar fedakar bir insandın kardeşim. Gözlerin aklıma geliyor bazen, kendi oğlumda seni görüyor gibi oluyorum.

Neden öldün, nasıl öldün bilemedik. 84’ün soğuk bir Kasım günü, birden şiddetli baş ağrılarıyla kendini kaybettin, apar-topar hastaneye götürüldün ve bir daha dönmedin. Bir vardın, bir yoktun…

Bilmem ki ölmekle iyi mi ettin? Hayat bazen öylesine zor, öylesine çekilmez ki güzel kardeşim. Hayat, bir yandan “yaşamak”, hem de “iyi yaşamak” için çabalayıp durmakla geçiyor; bir yandan da “neden yaşadığımız” sorusuna aklı başından cevaplar aramakla. Neden yaşadığımız sorusunun cevabını bulduğumuzda hayat ellerimizin altından kayıp gitmiş oluyor. Bu soruyu sormadan bir böcek, bir ot rahatlığında yaşamak da mümkün. Ki böyle yapanlar da var. Kendine yedirebiliyorsan istersen böyle yaşa.

Hepsi bir yana, ortada bir gerçek var. Sen yıllar önce aramızdan ayrıldın. Sen öldün ve ben büyüdüm. Okudum, evlendim, çoluk-çocuk sahibi oldum, adam yerine konuldum. Fakat, güzel gözlü kardeşim, seni, hep içimde bir yerde özlemle uyuttum. İçimde bir yerde, Platini hep o golü attı, kaleci hep şaşkınlıkla baktı ağlara giden topa…

Hayatın hakkını verebilirsem belki cennette buluşuruz sevgili kardeşim. Verebilirsem…

Ağabeyin

Nam-ı Diğer Salavin
8 Eylül 2006 - ANKARA 

Hiç yorum yok: